Tutuşan zemherinin gülüyüm
küskünlüğüm kendime: külümde saklı hicranım varsa yoksa yarınların derdinde
emsalsiz gülüşümü nasıl da bozguna uğrattı rüzgâr.
Göğün çatısı uçtu anne ve de
seferberliğinde
Hüznün
Devasa bir kesif sessizliğe denk
geldim
Düşkündü sana gülüşlerin
Solmanın bir ertesi benden ırak
varlığın
Yalnızlığın damlayan çeşmesi
En çok da Şems’e öykündüm
Hazzı yoktu yaşamın
Ne çok dağ devirdim
Ne çok çınar kurudu
Bense hala ayakta menzildeyim.
Cebbardı gölgem
Muhitimde saklı muadilim
Münzevi akşamlarda düştüm yola
Bir başıma dönendim
Ne de olsa yıl uğursuzundu
Meylettim yarınlara yeni yıla
Yeniden doğmanın türküsü ile yandım
kavruldum
Mizacım yenik
Sözcüklerim yamalı
Yarenim kaleme sevdalı olmasam
neylerdim?
Sensizliğin kıraç topraklarında
Yanıp sönen neferiydim nöbete
kaldığım gecelerin
Süvarisi
Delişmen rüzgârın oynaşı bir yaprak
gibi
Sürüklendiğim oradan buraya
Buğulu sesinde mevsimin kilitlendim
Yasımla münazara edip terbiye ettim
bedenimi
Bedeller ödesem de dönemezdim geri
Kayıtsız şartsız yalnızlıkla
tescilli.
Sözlük anlamım yoktu
Çünkü sözlükten kalındım.
Sözcüklerim asla değildi yorgun
Yâd ettiğim matemin arka sokağı
Elbet tıklım tıklım imgelerle
Tebessüm eden düşler sokağı nasıl da
uzak menzile.
Kıpraşandı gök kubbe
Ya da göçmen kuşlar gagalarken
bulutları
Feveran eden yerküre
Hep mi hüzünlüydü mizacı?
Öykündüm anne senle mutlu günlerimize
Öldürdüm anne içimdeki düşmanı
Övemedim gitti yalnızlığın fıtratını
Ve gizemini yitirdim öznelliğimin
Hayallerime ket vuran gece ile
restleştim
Ne sen vardın ne de senden bir anı
Andaki mevcudiyetimle yaşarken yaralı
yamalı…