Hiç şüphem yoktu iki adım önümde yürüyen bu hatun Mezzo Soprano Nuray’ın ta kendisiydi. İyi de onun taa Beykoz’da ne işi vardı? Hem de üzerinde lila bir elbiseyle? ‘’Dünya küçüktür. ‘’ diye boşuna dememişler. Vallahi de tanıdım, billahi de tanıdım. O kalçaları hatırlamamak mümkün mü?
-Şiiişşşşt fıstık hele bak bakalım.
Hışımla döndü Nuray.
-Bana bak sapık herif. Her kuşun eti yenmez. Seni şu caddenin ortasında yumruk manyağı yaparım. Feleğini şaşırırsın.
-Bilirim. Yaparsın valla. Ama bana kıyamazsın sen.
-Anlamadım…Sen de kimsin be adam?
-Kız tanımadın mı beni? Ben Sami.
-Hangi Sami?
-Bak bir iki adım yürüyeyim hemen tanıyacaksın. Eminim.
-Bir iki adım attım hemen tanıdı.
-Aaaaa Aksak Timur…Ya Hocam senin ne işin var buralarda? Gel , gel sana bir sarılayım. Nerelerdeydin bunca zaman?
Nuray'la sarmaş dolaş olduk caddenin ortasında.
-Hiç değişmemişsin kız biliyor musun? Hâla taş gibisin maşallah.
-Ne taşı be hocam kum oldum kummm. Ama sen de hiç değişmemişsin valla. Saçların bile dökülmemiş.
-Yav ayakta dikildik kaldık. Sen nereye gidiyordun böyle?
-Öylesine gezmeye çıkmıştım. İstanbul’da görmediğim bir Beykoz kalmıştı onu da göreyim diye buralara geldim.
-Eeee nereye gidiyordun öyle?
-Koru varmış buralarda…O tarafa gideyim, şöyle bir orman havası alayım dedim. Her gün kereste görmekten bıktım be hocam. Biraz ağaç göreyim.
-Kereste mi? Müziği bıraktın da kereste işiyle mi uğraşıyorsun?
-Yok be hocam. Müzik devam ediyor. Kereste dediğim benim koca.
-Hımmmm…Neyse yürüyelim. Koruya varınca anlatırsın senin keresteyi…Pardon kocayı…
Bir taraftan yürüyor, bir taraftan da konuşuyoruz.
-Eeee Hocam…Seni hangi rüzgarlar attı buralara?
-Ya Beykoz benim eski çocukluk mekanımdır. Bak mesela bu caddede top oynardık arkadaşlarla…Şu ahşap evlerin her birisine girmiş çıkmışlığım vardır. Hah bak bu da bizim oturduğumuz ev…Kırk sene kadar önce bu evde otururdum. Şu bakkal var ya ( Bakkalın önündeki kız da dikkatle dinliyor ) İşte burada bir Laz bakkal vardı…
Bakkaldaki kız hemen atılıyor.
-Abi o Laz bakkaldan burayı biz devr aldık…Eee ben de merak ettim şimdi?
-İşte buradaki Laz bakkalın dükkan önüne bıraktığı boş gazoz ve bira şişelerini çalar sonra da adama satardık yine.
-Desene adamcağız o yüzden bize devretmek zorunda kaldı dükkanı..Haa haaa haaa…
-Yok canım sanmam…Biz buralardan taşındıktan sonra da o bakkallığa devam ettiydi..
Yola devam ettik…Nuray’a anlatıyorum.
-Bak burası Ermeni kilisesi…Burası da bizim okuduğumuz Orta Okul…Sonra Pratik Kız Sanat Okulu yaptılar…Şimdi hâla devam ediyor mu bilmem…Bak burası Askerlik Şubesi…Şurası da İtfaiye…İtfaiyecilerle ve askerlerle hep voleybol maçları yapardık.
Ben anlattım Nuray dinledi…Bol bol da fotoğraf çekti. Anlattığım, gösterdiğim her şeyin fotoğrafını çekti. Tabii ki kendisine ilginç gelen başka şeylerin de.
Nihayet korudan içeri girdik. İçerideki tesislerde boş bir masa bulup oturduk.
-Eeee hocam tamam anladım buralar senin çok eski mekanların da buraya nostalji yapmaya mı geldin yani?
-Yok Nostalji için değil. Lila elbise giyinmiş bir bayanla buluşmaya geldim.
-Yapma hocam. Yıllar sonra benim Lila elbise giyip buralara geleceğimi rüyanda görmüş olamazsın her halde.
Aha da sı.tık…''Buluşacağım kadın sen değilsin.'' desem çok ayıp olacak. Demesem , Mualla gelecek birazdan… Allah'tan çok erken gelmişim buralara..Mualla'nın gelmesine en az iki saat var.
-Yav Aptala malum olurmuş desem? Tut ki içime doğdu diyelim.
-Valla ne iyi olmuş. Ne kadar güzel yerlermiş buralar. Siz İstanbullular içinde yaşıyorsunuz ama kıymetini bilmiyorsunuz.
-Eeee anlat bakalım. En son Çankırı’ya gitmiştin değil mi?
-Evet hocam. Çankırı’ya gittim. Orada da ayının biriyle evlenip oraya yerleştim kaldım. Geçen sene de Emekli Müzik Öğretmeni olarak ev kadınlığına dönüş yaptım.
-Çocuk var mı peki?
-Üç tane..Ellerinden öperler…Ortanca kız bu sene takdirname alınca ödül olarak İstanbul’a getirdim onu. Ama buraya gelmek istemedi. ‘’Ne yapacağım Allah’ın ormanında ‘’ dedi. Ben de kızdım tek başına çıktım bu gün gezmeye. Eeee sen ne yaptın bakalım? Çoluk çocuk var mı?
-Valla çocuk dört tane de çoluk yok. Dulum anlayacağın.
-Hocam hâla her şeyi ti ye alıyorsun. Erkek kısmı dul olmaz…Dulluk bayanlara mahsus bir durumdur ve maalesef ben o sınıfa giremiyorum bir türlü.
-Ya bir dakika bu garsonların uğrayacağı yok. Ben içeri girip bir semaver söyleyeyim. Yıllar sora şöyle baş başa bir çay içelim.
Ben kalktım, çay söylemek için içeri girdim. Döndüğümde Nuray’ın elinde kırmızı bir karanfil vardı.
-Hocam buyur. Bunu senin için, biraz önce geçen çiçekçiden aldım.
-Çok teşekkür ederim. Çok incesin. Keşke yıllar önce ilk kez aynı okulda karşılaştığımızda bana böyle bir karanfil alsaydın. Ya da benim sana aldığım güllerle birlikte yaptığım teklife evet diyebilseydin. Her şey ne kadar farklı olurdu.
-Nasip hocam ne diyelim…Allah’ın mukadderatı buymuş. Eeee söyle bakayım. Ben hâla güzel miyim ?
-Ne diyeyim ki şimdi? ‘’ Ben güzele güzel demem…Güzel benim olmadıkça’’
-Ya hocam eski huyundan hiç vazgeçmemişsin. Ne olur güzelsin desen? Diline mi yapışır?
-Kaç defa dedim…Bir faydası oldu mu bana? Gittin ‘’Kereste’’ dediğin biriyle evlendin.
-Ya eski defterleri açma. O yıllarda hayata böyle mi bakıyordum ben?
-Evet Mualla eski defterleri kapatalım.
-Mualla mı? Mualla da kim?
-Mualla Kim?
-Ben sana soruyorum Mualla kim? Demin bana Mualla dedin?
-Ben mi?
-Yok babam
-O zaman babana sor ben nereden bileyim Mualla kim?
-Kıvırma şimdi. Kıvırma…Anlat bakalım Mualla kim?
O sırada oldukça yaşlı bir falcı kadın bize doğru yanaşmaktaydı. Hemen onu işaret ettim.
-İşte Mualla o… Fal baktıralım mı?
-Kıvırıyorsun yine…Hem sen fala inanmazsın ki. Ama dur bak yalanın nasıl çıkacak ortaya…Falcı bize iyice yaklaşıyor.Soracam ona bakalım adı neymiş.
Falcı teyze iyice yaklaşınca hemen tanıdım. Bu bizim koşumuz Raziye ablaydı. Oldukça yaşlanmıştı ama tanımakta zorluk çekmedim. O da beni tanıdı hemen.
-A be kızanım sen Sami değil misin? Kırk sene geçti ama tanıdım valla seni?
-A be Mualla abla beni sen de tanımayacaksın kim tanıyacak. ( Çaktırmadan göz ettim )
-( Raziye Abla çaktı köfteyi ) Mualla Ablan kurban olsun sana…Ne işin var yav buralarda? Kimdir bu gacı eşin mi?
-Yok Mualla abla. Bu gacı bir arkadaşım. Eşim filan yok benim.
Ohhhh. Yırttık…Gerçi Nuray ile aramda bir şey yok ama bilirim kadın milleti, yanında başka kadının anılmasından hoşlanmaz. Lakin saat ikiye bayağı yaklaştı. Şimdi Mualla şu kapıdan içeri girerse ne halt ederim. Nuray’la muhabbet güzel lakin Anjelina Joly’i kaçırmak var işin içinde. Offff ki offff.
-Bir falına bakayım Sami kızanım
-Hı?
-Bir falına bakayım mı?
-Bak anasını satayım. Battı balık yan gider.
Elimi uzattım Raziye Abla’ya.
-A be kızanım ne şanslı bir barosun sen öyle…Üç vakte kadar bir kısmetin var senin. Üç gün mü desem, üç ay mı desem ama kesinlikle bir sene bilem dolmadan şöyle beyaz tenli kestane renkli saçlı, bembeyaz tenli, balık eti, güzeller güzeli bir gacıyla dünya evine gireceksin ( Resmen Nuray’ı tarif ediyor. Masada karanfili gördü ve biliyor arkadaş olduğumuzu sallıyor işte. )
Nuray lafa girdi:
-Mualla teyze sen beni tarif ediyorsun ama ben evliyim.
-Benim fallarım yanılmaz…Sen ya da değil…Sami’nin aynen sana benzeyen bir kısmeti var.
Yav Nuray’ın da Ancelina Joly’den farkı yok ama benim Anjelina Joly’im tamamen farklı. Ve de şimdi şu kapıdan içeri bir girse ve de benim İskeletor’un Türkiye temsilcisi Raziye Abla’yı Mualla yaptığımı öğrense beni kabak gibi oymakla kalmaz derimi en acı baharatlarla doldurur her halde.
Resmen sıkıntı basmıştı ki cep telefonum çaldı. Arayan Alev'di.
-Babacığım üzülme ve de panik yapma sakın. Ama annem çok rahatsızlandı. Randevuya gelemeyecek. Üzerinize afiyet amel olmuş biraz . Size özürlerini bildirdi.
-Ohh ohhh suyundan da koyyy.
-Anlamadım. Sevindin mi annemin hasta olmasına?
-Yanlış anladın sanırım. Bol bol su içsin, Amele iyi gelir demek istedim. Öptüm kendisini
-Tamam babacığım. Söylerim. O da sizi öpüyormuş…
Raziye Abla'ya bir on kağıt verip onu da savınca Nuray sordu:
-Kimdi arayan?
-Benim iki numara. Abisi ishal olmuş da onu söylüyor.
-Eee niçin oh oh dedin?
-Ya dün iki saat bekletti beni tuvaletin kapısında…Ben de kızdım ‘’inşallah ishal olursun dedim’’. Duam tutmuş. Ona oh oh dedim.
-Çok zalimsin biliyor musun?
Çok zalim değil ama fena halde dansöz oldum bu gün. Kıvır babam kıvır. Allah sonumuzu hayreylesin.
Kırmızı alarm kalkmış ve ben rahatlamıştım. Artık o günümü tamamen Nuray’a ayırabilirdim…Yıllar önceki aşkıma yani…Ah bir de evli olmasaydı…O zaman ne işim vardı benim böyle NET muhabbetlerinde?