Bir sorunum var. Hayır, başka türlü söyleyeyim. Büyük bir sorunum ve buna bağlı çokça küçük sorunlarım var.

Büyük sorunum şu: Bütün paramı kitaplara yatırıyorum ve bu önü alınamaz bir hastalık oldu bende. Buna bağlı çokça küçük sorunlarımı da yeri geldikçe anlatırım.

 

Şu sıralar tam olarak 1487 kitabım var ve bu kitaplarım iki odalı küçük evimde tam sekiz kitaplık içerisinde sıkışmış bir durumda durmakta. Bu küçük evim adeta bir kütüphaneyi andırıyor.

 

Hiçbir kitapçının önünden bakmadan, içeriye girmeden, bir iki kitap almadan geçemiyorum. Saatlerce bu kitapçıların rafları arasında gezinmekten büyük mutluluk duyuyorum.

 

En fenası da raflar arasında veya dışarıda duran ucuzlamış çoğunlukla 1 liralık kitap tezgâhları. Onları görmemezlikten gelemiyorum ve her defasında bir poşet dolusu kitapla ayrılıyorum oradan.

 

Evime her gelen misafirim kitaplarımın çokluğuna gıpta ile bakıyor ve ben bundan gurur duyuyorum. Ta ki o bilindik soruyla karşı karşıya kalıncaya kadar.

Bunların hepsini okudun mu?

Genellikle bu soruya evet diye yanıt veriyorum. Bunun bir yalan hem de kocaman bir yalan olduğunu biliyorum da, onlara, bu sadece kitap satın alma alışkanlığım diyemem ki… Hayır, böyle söylersem bana olan hayranlıkları bir anda sıfırlanacak.

Şey, okudum elbette…

 

Yalanımın belli olmaması için de nerede durduklarını bildiğim ve gerçekten yarım da olsa okuduğum birkaç kitap var, onları sanki rastgele yerden alıyormuşum gibi yerinden alıp, kitabın içeriği ve yazarı hakkında birkaç söz edince bana o soruyu soran misafirlerim de hayret ettikleri gibi başka da soru sormaktan vazgeçiyorlar. Çünkü benim söylediğim yazarı tanımıyorlardır ayrıca da böyle kapsamlı bilgimden dolayı mahcup olurlar korkusuyla susuyorlar.

 

Bütün bu 1487 kitabı tek tek biliyorum. Görünüşlerinden yani. Kapaklarından. Okuduklarım bir elin parmakları kadar değildir. Ama ilginç olan bu 1487 kitaptan biri bile eksik olsa, yerinde olmasa hemen anlarım ve onu bulup yerine koyuncaya kadar da uyku girmez gözüme.

 

Birilerine ödünç kitap vermek gibi aptalca bir huyum yoktur. Ödünç verilen bir kitabımın geri gelmemesini düşünmek bile istemiyorum. Kâbus gibi.

 

İşin aslı, bu konuda rakibim olsun istemiyorum. Benden başka birisinin benim okuduğum kitabı okumuş olmasına katlanamam. Ya da bende olan bir kitabın başkasının evinde de olduğuna dayanamam. Hele birilerinin bana benim evimde bulunan bir kitabı önermesine hiç dayanamam. Önermek sadece benim işim olmalı.

 

Ayrıca, birilerinin benden daha çok bilgiye sahip olduğunu görmeye de katlanamıyorum.

 

Bu kitap alma hastalığı ne zaman başladı diye sorarsanız size tam olarak tarihini bile söyleyebilirim. Lise son sınıftaydım. Tarih öğretmenimiz Eski Yunan ve Roma tarihiyle ilgili birkaç kitap ismi not ettirmiş ve bunları bulup okumamızı önermişti.

Ankara zafer çarşısında ilk kez girdiğim bir kitapçı dükkânında, masasında oturan kalın cam gözlüklü, pedagog sakallı adamı gördüğümde, işte bilgin, âlim böyle olmalı diye düşünerek ona derdimi anlattım. O da beni bu tür kitapların bulunduğu raflara yönlendirdi. Rafların arasında dolaşırken bilmediğim, bambaşka bir dünyanın içerisinde buldum kendimi. Ben tarih kitapları ararken pedagog sakallı satıcı bilgin bana edebi ve felsefe ağırlıklı birkaç kitap önerdi ve ardından da, Yunan edebiyatından bu eserleri okumayan birisi ben de bir şeyler biliyorum demesin sakın, dedi. Bunları bilmeyen, okumamış insan mutlaka eksiktir, cahildir, dedi sonra da.

Eksik ve cahil kalmamak için iki tarih kitabı yanında pedagog sakallı adamın önerdiği üç kitabı da alıp ona teşekkür ederek ve yeniden geleceğime söz vererek eve gittim.

Eve gelince, satın aldığım beş kitabı plastik çantadan çıkarıp çalışma masamın üzerindeki rafa koydum. Zaten sadece bir tek raf vardı o da başka eşyaları koymak için düşünülmüş bir şeydi. Neyse işte, o andan sonra benim kitap rafım olmuştu. İnanılmaz güzel görünüyordu. Kendimi bir anda profesör gibi hissettim.

O sırada odama giren ablam ki kendisi sadece ilkokul mezunu ve benden çok yaş büyüktü ve hâlâ evlenmemişti. Benim raftaki beş kitabın karşısında hayranlıkla durup baktığımı görünce:

-Ne bu kitaplar? diye sordu.

-Bunlar beni yeniden yaratacak ve kültürlü bir insan yapacak kitaplar, dedim.

-Kaç Lira verdin bunlara?

-Kırk Lira.

-Sen manyak mısın? derken hem de alaycı gülüyordu. Bu kâğıt parçalarına Kırk Lira verilir mi?

Tabi ki aldırmadım ablamın bilgisiz ve cahilce yaklaşımına.

 

İki gün sonra, bir hafta sonu uyanır uyanmaz doğruca Zafer çarşısına gittim. Bir kitapçıdan çıkıp diğerine giriyordum. Fakat cebimde fazla kitap alacak kadar param yoktu ve kitaplar gerçekten pahalıydı. Orada kitap aranan birilerinden ikinci el kitap, kullanılmış kitap diye bir şey duydum ama utandığım için soramadım. Sonra hayatımda ilk kez kitap satın aldığım pedagog sakallı bilge insanın dükkânına yöneldim. Ona açıkça ve utanmadan ikinci el, kullanılmış kitapları nerelerden bulabileceğimi sordum.  O da bana birkaç yerin adresini tarif etti. Karanfil sokak, Sakarya caddesi, Tunalı Hilmi ve bir de Rüzgârlı sokak demişti sanırım. Ve orada bir saniye bile durmadan doğruca söylediği adreslere gittim.

O günün sonunda elimde iki poşet dolusu kitapla eve döndüm. Gece geç vakitlere kadar aldığım kitapları odamdaki tek rafa yerleştirmeye çalıştım. Bazen boylarına göre, bazen kalınlığına göre bazen de isimlerinin harf sıralamasına göre dizip durdum. Ama şunu fark ettim ki bu tek raf bana yetmeyecekti. Hemen ertesi gün babamın tanıdığı Marangoz Yusuf amcadan en ucuzundan derme çatma tahtalardan yapılmış dört raflı bir kitaplık yaptırdım.

Babam da annem de ablamın yaklaştığı gibi yaklaşmadılar olaya. Aferin dediler bana. Okuyacak bu oğlan, dediler.

 

Birkaç hafta sonra yeniden Marangoz Yusuf amcaya gitmek zorunda kaldım çünkü o zamanlar İKEA yoktu. Bu kez biraz daha düzgün tahtalardan yapılmış hatta cilalanıp parlatılmış iki kitaplık ile eve döndüm. Yusuf amca da anlamıştı benim kitap sevgisiyle dolu biri olduğumu ve kendi çocuklarının neden benim gibi olmadığından dert yanarak bana son yaptığı düzgün kitaplıkları eskilerinin fiyatına vermişti.

 

Kendi odamda raf koyacak yer kalmayınca en son aldığım iki kitaplığı oturma salonuna koydurdum. Annem de babam da çok sevindiler bu işe. Onlar da gelen misafirlerine hava atmaya başlamışlardı.

 

Artık yüzlerce kitabım vardı. İçlerinden bir kaçını okumuştum ama doğrusunu isterseniz hiç birini de sonuna kadar okumuşluğum yoktu. Daha birini bitirmeden yarıda kesip bir başkasını okuyordum.

 

Üniversiteyi bitirip kendi Mali Müşavirlik Büromu da açınca o günlerde annemin, tek başına yapamazsın, demesine aldırmadan işte şimdiki bu iki odalı evime geçtim ve evlenmemiş biri olarak hayatımı sürdürüyorum.

Mali Müşavirler Odası’nın düzenlediği üç günlük bir seminer dolayısıyla başka bir kente gitmiştim. Orda benimle aynı şehirde kalan genç ve benim gibi henüz evlenmemiş bir meslektaşım bayanla karşılaşınca kısa sürede tanışıp kaynaştık. Birbirimizi tanımaya çalışırken ben kitaplarımdan söz edince o da:

-Harika bir şey bu, dedi. Ben de Ebediyatı çok severim.

Edebiyat yerine Ebediyat demesini bir dil sürçmesi olarak algıladım elbette. Çünkü çok güzel ve alımlı bir bayandı.

 

Seminer sonrası işimize döndüğümüzde onunla bir iki kez dışarıda yemek yedik. Bir yemek sonrası kendisini arabamla evine bıraktığımda, tıpkı filmlerdeki gibi işte, beni kahve içmeye davet etti.

Evine girer girmez, kahve yapmak yerine televizyon sehpasının bir gözünde tek başına duran bir tek kitabı alarak heyecanla yanıma gelip:

-Bu kitap var ya bu kitap, harika bir şey! Okudun mu bunu?

 

Bana yapılır mıydı bu? O anda her şeyden soğudum. Hani bu güzel bayan da kitap tutkunu biriydi? Hani kendi deyimiyle Ebediyatı çok seviyordu?

Bir kitapla yaz gelir mi?

Hem şu bana ballandırarak anlattığı kitaba bak. Ben onu ta 12 yıl önce almıştım ve 613 numarasıyla dördüncü kitaplığımın ikinci rafında duruyor.

 

Ne bu yani şimdi?

İyi bir bayan, hoş bir bayan.

Ama işte bana yapmamalıydı bunu.

 

Yine de kahvemi içip teşekkür ederek ayrıldım oradan. 

Ben hâlâ evlenmedim. Onu da doğrusunu isterseniz bilmiyorum. Aynı kentte olmamıza karşın bir daha ne aradım ne de sordum kendisini…

Böyle mutluyum ben. 1487 ve sayısı daha da artacak kitabımla mutluyum…

( Okuma-ma- Aşkı başlıklı yazı HüseyinAkdemir tarafından 29.11.2010 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.