Sevdiğini kaybetmişti,
perişandı
Gökyüzünü çalmıştı biri
üzerinden, çıplaktı
Gül yüzünü almıştı
toprak, yalnızdı
Bir kahretti o kadar
olur
Her yer kahır kesildi
herkes kahroldu
Perişandı çıplaktı ve
yalnızdı
Kaderine küfretti.
Aleme kahretti.
Bir akşam vakti
kapandı gül yaprağı gibi
Kabuğuna çekildi
kimsesizliğin
Derinden derine sustu
Sustalı bir suskunlukta kustu
Her taraf pustu!
Sessizliğin limanına
demir attı
Gemileri düdüklerini
çalmıyordu
Güvertesinde hayal
kırıklıkları vardı
Can kırıklıkları,
cam!
Çürümeye terk etti duygularını
Milli sulara akıttı gözyaşlarını
Duvarlara anlattı
derdini
Sonra sağırlığa vurdu
kendini, lallığa…
Okyanusları hüzne
buladı
Mavilikleri karaya
bağladı
Balıklar verem oldu
öldü onun derdinden
Martılar haram oldu
öldü onun şerrinden
Ağlıyordu durmadan
Bardaktan boşanırcasına
yağan yağmura benziyordu
Gözyaşları…
Testiden sızarcasına
akan suya!
Bacadan tüten duman
Pencereden giren rüzgâr
Figanını taşıyordu
uzaklara
Misafiri oluyordu
cümle âlem bu acıya
Ne Yakup hüznü buna
benzerdi
Ne de Eyüp derdi
Ruhu baştanbaşa saran
yaralara merhem kâr etmiyordu
Tampon olmuyordu
hiçbir pamuk içsel kanamalara
Tentenesi acıyla
işlenmiş bir kanaviçeye benziyordu
Istırapla dokunmuş
bir el işi halı gibiydi
Sevdiğini kaybetmişti
Kör olmuştu
insanlara, görmüyordu kimseyi
Bir boş hayale zıpkın
atıyordu, koşuyordu ardından o hayalin
Yetişemiyordu kavuşamıyordu
ulaşamıyordu
Çaresizliğin mekânında
masa kurmuştu
Çerez niyetine ömrünü
tüketiyordu yok yere
Hesap ortadaydı
Giden gitmişti etiyle
kemiğiyle; ruhuyla hayaliyle
Ez cümle her haliyle…
Kalan kalmıştı etiyle
kemiğiyle; ruhuyla hayaliyle
Ve can havliyle…