Bir adam
tanıdım gecenin koynunda kendi kendine konuşan. Yok yok kendi kendine
konuşmuyordu kulak kabardıkça yanındakilerle konuştuğunu anladım. Rüzgâr vardı
yaren olarak, Ateş, Su ve Toprak! Dört unsuru yanındaydı âlemin; sağında,
solunda, önünde, ardında!
Rüzgâr kâh
sert esiyordu kâh hafif, Ateş kâh
yükseliyordu kâh sönüyordu, Su çağlıyordu kâh, kâh sakinleşiyordu, Toprak kâh
toz olup üzerine hücum ediyordu adamın kâh ayaklarının altına seriliyordu kilim
oluyordu yumuşacık.
Bir tepenin
başındaydı Adam, salınıyordu rüzgârda sanki konuşuyordu onunla. Adamın önünde kocaman
bir Ateş vardı geceyi aydınlatıyordu, yükselip alçalıyordu alevler bir derdi
vardı sanki. Adama anlatıyordu. Sonra bir kaynak vardı oradan çıkıp bütün şehri
besleyen, soğuk mu soğuk suyu vardı, kim bilir adamın hangi huyu vardı, gürül
gürül akıyordu. Sesi uzaktan dahi işitiliyordu Suyun. Adama yalvarıyordu sanki.
Sonra adam çoraplarını çıkardı, yürüdü yalınayak, Toprak çekiyordu onu içine,
tutuyordu zamk gibi, “gitme” ya da
“yapma” diyordu, yalvarıyordu belki de!
Adam
rüzgârlı bir gecede ateşler içindeydi ve sular içinde kalıyordu terden ve sonu
toprak olacaktı biliyordu. Oysa adam kendisini sevgilisinde yok etmeye
adamıştı. Eti çürüsün, kemiği un ufak olsun istiyordu. Ruhu çıksın istiyordu.
Yok olsun istiyordu varı yoğu, bir olsun istiyordu onunla, tek! Âşıktı ve bu
onulmaz derdin devası yoktu ki olmasını da arzu etmiyordu. Mutluydu, Hazreti
Eyüp’ten biliyordu, Mecnun’dan. Şükrediyordu haline, şikâyeti yoktu.
Rüzgâr
seslendi sevgilisine olan aşkından eriyip çöpe dönen adama:
-Daha fazla
zayıflama, karışmam. diye.
-Bir kuru
dal oldun kırılırsın çat diye ortadan, bir hafif kâğıt oldun uçarsın oradan
oraya. Adam konuşacak kadar dinç değildi. Ayakta duracak kadar sağlıklı
değildi. Cevap verecek kadar güçlü değildi. Aşk illetine tutulduğundan beri
boğazından bir lokma dahi geçmiyordu, bir damla su dahi içemiyordu. Kalbe giden
yollar ondan başkasına kapalıydı. Vücudu başka bir şeye gereksinim duymuyordu.
Varsa yoksa oydu istediği. Rüzgâra bir baktı ve yarım bir tebessümle yüzünü
başka yöne çevirdi.
Ateş söz
aldı:
-Daha fazla
kuruma, yakarım. diye.
-Hem çıranı
yakarım, kül olursun. Adam kalp diliyle konuşuyordu, içten içe. Zaten yanıyordu
mecazen, içten içe büyüyen bir yangınla uğraşıyordu. Her zerresine değin
sirayet etmiş olan bu yangının yanında ateşin onu sarması ve yakması sadece
tatlı bir esintiden ibaretti. Yanıyordu yürek yürek, küle dönüyordu, zaten bunu
arzuluyordu adam, küle dönüp onda yok olmak! Yani yanıp kül olup o sevgiliye
kul olmak! Adam, Ateş’in sözlerine de kulak asmadı. Başını kaldırıp onun yüzüne
dahi bakmadı!
Su, Ateş’in sözlerini dinledikten ve adamın halini gördükten
sonra konuşma gereği duydu:
-Sel olur
kayadan kayaya çalarım seni, yetmedi boğarım. Nefesin yetmez benimle uğraşmaya,
dalga geçmeye benzemez benimle mücadele etmen, dalga bende olur hem sende
değil! Kendine gel de bırak bu kara sevdayı, bu belayı def et, bu hülyadan
vazgeç! Hem seni sevmesek muhatap alır mıyız böyle? Sana değer vermesek
muhabbet eder miyiz bu şekilde?
Adam
aklından şunları geçirdi hemen. O aşkta boğulmuşum. Boğazıma kadar o var
içimde! Nefesim de o sesim de! Ben asıl onsuz boğulurum, yok olurum. Sevgili
su, sen olsan olsan sadece ıslatırsın beni, ötesi sökmez bana, tesir etmez.
Çare değil beni boğman, kayadan kayaya çalman!
-Gel örteyim seni bir çarşaf gibi,
dedi Toprak. Tecrübeydi baştan ayağa, dünya kurulalı beri herkese zemindi,
esenlikti, selametti toprak!
-Kurtarayım seni bu dünyadan, hem
kurtulmuş olursun etten kemikten ve bizden! Yılanlarım var çıyanlarım, yesinler
aşkını… Gökyüzünü alayım üzerinden, yeryüzünü sereyim kalbine! Üzerine
serpilmiş olan ölü toprağı hiçbir şeydir benim yanında, seni derinliklerime
gömeyim. Sonra bir çiçeğe tohum ol, yeşer, filizlen ve sürgünler verip yırt
seni saran aşk zarını ve gün yüzüne çık! O sevgilinin ayağının dibinde bitiver.
Renk renk koku koku açılıver, yediveren gül gibi! Belki de umulur ki seni
görür, koparıverir yaşamdan koklar kalbinin üzerine koyar.
Adam ilk
defa korktu, titredi ve iliklerine değin yaşamak istedi birden. Çileydi bu,
resmen eziyetti. Dikeni yok sayıp gülü koparmak olur muydu? Yaşamayı hiçe sayıp
sevgiliyi istemek! Gözlerinden yaşlar boşaldı birden, nasıl ağlıyordu? Bir
barajın seti yıkılmış da bütün sular o setten aşağı akıyordu sanki!
Gün sökün
ediyordu Doğu’da! Rüzgâr dindi, Su kesildi, Ateş söndü, Toprak sustu. Adam
uyandı rüyadan, ceset gibi soğumuştu bedeni. Sırılsıklam olmuştu gömleği,
gözleri kirpikleri su içindeydi.
Sevgilisini hayal edip ona sarılmak istedi ısınmak için, oysa kendi
kendine sarılamazdı! Sevgilinin yüzü gelmedi hatrına, sesi gelmedi kulağına…
Adı gelmedi diline, tadı gelmedi ağzına, kokusu gelmedi burnuna… Tek olmayı,
bir olmayı, onda yok olmayı istemişti ya! Şimdi yoku yutmuştu, zokayı…
Âşık olmak
kendini kaybetmeden verebilmektir sevgiliye, haddini bilerek, kıymetini arttırarak,
değerini yükselterek… Aşk önemsenmektir, kıymetlenmektir. Kendini kaybetmeden
sevebilmektir.