Bir Kahraman’ın Hayat Hikâyesi (Öyküsü) Şeref Usta

 

Bu yaşam hikâyesi Cumhuriyetten önce olan bir aile dramıdır.

Hayrullah Çavuş Malatya Darende’den Çukurova ya göç etmişti. Yaşadığı ilçede iş imkânı yoktu. Halk hep başka şehirlere göç ederek yaşamlarını sürdürüyordu gittiği yerlerde çok zorlukla iş imkânları sağlıyorlardı.

            Hayrullah çavuş da bunlardan biriydi. İki çocuklu bir aile olarak göç etmiş ama onun maddi durumu iyiydi. Esnaflık yapıyordu. Bu esnaflığını orda sürdürmeye başladı ve kısa zamanda çok sevilen bir esnaf olmuştu. Kendi hemşerileri arasında çok tutulan güvenilir bir esnaf olmuştu günler günleri kovalarken çok mutlu günler yaşarken birden rahatsız olan eşi Eşe hanımın rahatsızlığı onu çok üzmüştü o dönemlerde sıtma diye bir hastalık kol gezerken onların evine de uğramıştı birkaç gün sonra hayatını kaybeden eşinin acısı onu iyice kahretmişti. İki çocukla yalnız başına kalan Hayrullah çavuş, perişan olmuştu. Bir yandan iş, bir yandan iki yetim çocuk. Biri kız diğeri erkek. Komşuları yardım ediyordu ama ne kadar yardımcı olabilirdi ki. Yıkılmış bir ailenin acısına dayanamayan konu komşu, “bir hanım bulalım da hem bu genç adam ve çocukları kurtulsun” diyorlardı. Aradan bir yıl geçmişti ki komşulardan biri “oğlum Hayrullah gel sana bir kız buldum, yukarı köyden iyi bir ailenin kızı. Babasını tanırım. Cuma günleri namaza gelir namazını kıldıktan sonra oturur beraber yemek yer, sohbet ederiz, bende ara sıra o köye yolum düştüğünde onlara uğrarım. Ayşe kızımız, hanım hanımcık, ailedekilerin hepsi candan insanlar” der. Hayrullah çavuşu alıp köye götürür kızı gösterme şansını yakalarlar. Daha sonra Ayşe Hanımın babasına “bakın bu delikanlı çok çalışkan ve komşumuz. Bir yıl önce eşini sıtmadan kaybetti. İki çocuk yetim kaldı. Konu komşu bizler bakıyoruz. Buna bir eş lazım. Bende senin kızın Ayşe’yi düşündüm. ne dersin Hasan ağa?” der. “Sen dedikten sonra neden olmasın” der Hasan ağa. Kızı verir ve Hayrullah çavuş ikinci eşi ile evlenir. Ayşe gelin, ilk evliliği olduğu için birden iki çocuk sahibi olmakta zorluklar yaşar ama günler geçtikçe bu ortama alışır.

Hayrullah çavuş, evden rahatlamanın verdiği huzuru yaşarken, işleri de çok güzel olmuştur. Çok para kazanıyordu. Sattığı malları çok uzaklardan kervanlarla getiriyordu. Güzelde kazancı vardı. Günler ayları, aylar yılları kovalarken ikinci eşi Ayşe gelinden iki oğlu olmuştu. Çocuk sayısı üç oğlan bir kız altı kişilik bir ailesi vardı. Gül gibi geçinip gidiyorlardı. En büyük oğlu Hasan kızı Maşuka ve diğer eşinden Şeref ve Mevlit idi. Kızı Maşuka on dokuz,  Hasan yeni yetişip geliyordu. On yedi yaşındaydı.  Şeref Dört ve Mevlit iki yaşındaydı ki olanlar olmuş dünyaları kararmıştı. 

Hayrullah çavuş, son işi olan kervanlarla mal alımına gitmişti. Bu gidiş ve dönüş on gün sürermiş. O yıllarda esnaflık çok zor zanaatmış. Yollarda yağmurda, karda esnafların kervanın arkasında yürüyerek gelmeleri çok zahmetliymiş. Havaların çok soğuk olduğu bir mevsimde, kervanlarla mal almaya gitmişti. Dönüşte Hayrullah çavuş yağan yağmurla ıslanmış yolda zar zor eve gelebilmişti. Tüm aldıkları malları çözememiş, yatağa düşmüş, -o yıllarda kara vurgun denilen bir hastalık (soğuk algınlığı) varmış- oda o hastalığa yakalanarak otuz sekiz yaşında bir hafta yattıktan sonra hayata veda eder. Arkasında çocuklarını öksüz bırakıyor. İşinden anlayan de kimse yoktur. Ölümüne çok üzülen çevresi, şaşkına uğramış gibilerdi. Olamaz diyorlardı ama olmuştu. Cenazeye gelen halk ve ailesi, gözyaşlarına boğulmuşlardı. Ardından ağıtlar yakarak mezarlığa götürdüler. Günlerce ağıt yakan Ayşe gelin yapayalnız kalmıştı. Ailedeki o yiğit adam gitmiş, işler bitmiş, perişanlık çökmüştü. bu arda onun yalnızlığından yararlanmak isteyen soyguncular da boş durmamıştı çözülmemiş malları yağma gibi edilmişti bir hafta sonra iş yerine varan dostları her yerin virane olduğunu görenler şaşkına uğramışlardı Ayşe gelin dört çocukla malsız kalmıştı. 

Dört çocukla ortada kalan Ayşe gelin, hayata tutunmaya çalışıyordu. Günler çok zor geçiyordu. Yoksulluk kol geziyordu. Arada köye gidiyordu. Ailesinden az da olsa getirdikleri yiyeceklerle geçinmeye çalışıyordu. Gözyaşları durmadan akan Ayşe gelin gururundan kimselere göstermezdi. En küçük çocuğu Mevlut altı yaşına kadar gelmişti. Yıllar kolay geçmemişti. Çok zor günler yaşayan Ayşe gelin bu duruma daha fazla dayanamayarak bir gün aniden hastalanır. Mevsim yaz, yaylaya çıkmışlardı. Orada ani bir rahatsızlık geçiren annede yok olmuştu. Annesinin hastalandığını komşuya haber vermeye giden Şeref, döndüğünde kalabalığı görerek şaşırmıştı. “Ne oldu anneme” diyor feryat ediyordu. “Ağlama çocuğum annen öldü” dediler. Daha o yaşta bu yükü nasıl kaldırırdı Şeref,  sekiz yaşında olan Şeref bu acıya nasıl dayanırdı. Küçük kardeşi daha altı yaşındaydı. Ablası evlenmişti. O yıllarda erken evlenirlerdi. Ağabeyi Hasan askerdeydi. Askerlik çok yıllar sürerdi savaş yıllarıydı.

Yapayalnız yetim kalan Şeref ve kardeşi Mevlit ortada kalmışlardı. İki küçük çocuk ne yaparlardı. Onları komşuları yayladan ilçeye getirmişlerdi ama tutunacak dalları yoktu. Ottan yapılmış bir oda. Bu ev, iki yetim çocuk, perişan bir vaziyette üstleri başları kir içinde, yırtık pırtık ayakları yalın, içler acısı bir yaşam. O yıllarda başkaları iyide bu çocuklar perişan değil birçok erkekler savaşa gitmiş, geride kalan aileler yokluk kıtlık içerisinde ülkenin kurtuluş savaşını verdiği yıllardı. Şeref konu komşu desteğiyle ilkokulu bitirir ve kardeşini komşulara emanet ederek başka ilçeye çalışmaya gider. Tek başına daha on iki yaşındaki çocuk, ne yapar ki? Bir kunduracı yanında çıraklık yapmaya başlıyor. Yatacak yeri olmadığından bir fırıncının yardımıyla fırının üstünde yatmaya başlıyor. Kendine yatacak bir yer buldum diye Şeref mutluluktan uçuyordu. Yattığı yerde altında küçük bir çul ve üstüne eski küçük bir yorgan ve ceketini yastık yapıyordu. Güzel olan fırın alttan ısıtıyordu. Yoksa o soğuk kış gününde nasıl ısınırdı. Küçücük çocuk. Şeref çalışmaya başlayalı bir yıl olmuştu. Kendi ilçesine döndü. Ve kardeşini buldu. Onun üstüne başına kıyafet aldı. On gün kaldı. Geri döndü ve orda iki yıl çıraklık yaptı. Mesleği öğrendi. Sonra kendi yaşadığı yere geldi ustasının yardımıyla orda kendine küçük bir yer açarak iş yapmaya başlamıştı. Kardeşini yanına alarak, ikisi aynı evde kalmaya başlarlar. Günler geçti derken delikanlı oldular. Askere gitmeden yalnız oldukları için konu komşu evlendirmeye kalktılar. Uzaktan akrabaları olan bir ailenin kızı Ümmüsü ile evlendirdiler. Kader yine onun yakasını bırakmamıştı. İki kız çocuğu olmuştu. Derken askerlik geldi. Askere gideli iki yıl olmuştu. Hiç izine gelmemişti. o yıllarda dört yıldı askerlik. İzinde eve döndüğünde, birde ne görsün onu kötü haberler bekliyordu. Eşinin ölmüş, çocuklarını komşu eline kalmıştı. Dünyası kararan Şeref, “Allah’ım benim kaderim hep böylemi olacak” diye ağlıyordu için için. Şeref askerdeyken küçük kardeşi Mevlit de evlenmişti. Yetimlerini kardeşinin karısına teslim ederek tekrar askere gitti, Ülke savaş halindeydi kafası karışan Şeref, kaderine ağlayıp duruyor dualar ediyordu. “Allah’ım babamı aldın, anamı aldın, eşimi aldın, canımı alda ülkemi elimden alma.” Diyordu. Yüreği kanıyordu. Yetim kuzularına mı acısın, ülkesinin durumuna mı? Kendi kendine diyordu “bize bu Türk kanı oldukça bu ülkeden bizi kimse çıkaramaz ölürüz yine ülkemize düşman sokmayız” diyordu. Kendi kendine cesaret veriyordu. Derken askerlik bitti dört yıl dolmuştu.

Şeref eve döndü ve çocuklarının başına geçti yeniden çalışmaya başladı. Bir yandan da “seni evlendirelim, bu iki çocuk ortada rezil oldu” diyorlardı. Konu komşu, kız bakmaya başladılar. Derken uzak bir ilçede bir kız var dediler. Tanıdık yakınlarıyla yola düştüler. O yıllarda atlarla gidiliyordu. Atları eyerleyip yola koyuldular. İki ilçe arası atla onbeş yirmi saat sürüyordu. Kızı tavsiye eden nüfus müdürü de beraber Şükrü ağanın evine vardılar. Kızı istediler. Bir gün misafir oldular. Meryem kız kimseleri beğenmiyordu. Yirmi bir yaşına gelmişti. Ağa kızı oluşundan dolayı fazlada kimseler yaklaşamıyordu. Meryem kızın dayıları, tekrar asker olmuşlardı. Ülke dış güçler tarafından işgal altındaydı o yıllarda.

Meryem kız Şeref ustayı görünce kalbi pırpır etmişti. “İşte benim evleneceğim yakışıklı, boylu poslu, düzgün fiziği, ne güzel nur yüzlü anne, damat adayı çok yakışıklı” diyordu. Anne Fadiş hatun, “kızım karısı ölmüş iki kızı varmış, yeni askerden gelmiş, sen bunu göze alıyor musun?” diyordu. Meryem “kız olsun anam, ben onlara bakarım, sevabını alırım, bak biz kapımızda kaç insana ekmek veriyoruz, bende o küçücük kızlara annelik yaparım” derken kalbi Şeref’te kalmıştı. İlk görüşte aşk derler ya oda öyle olmuştu. Babası Şükrü ağa kızı verdi. Sonraki günlere düğün hazırlıkları yapıldı. Düğün oldu. Düğünde ağıtlara daha çok yer verildi. İnsanlar hep buruktu. Durmadan ölüm haberleri geliyordu. Gelini ata bindirdiler. Uzun saatler yollarda diğer ilçeye vardılar. Şeref ve Meryem kız evlenmiş oldular. Daha taze gelinin iki kız çocuğu da beraber yaşamaya başladılar. Onlara amcalarının karısı bakıyordu. Oda Meryem geline çok yardımcı oldu. Rukiye Hanım, iki kız çocuğu biri Ayşe, diğeri Emine ikisi de tatlımı tatlı annem diye sarıldılar. Meryem gelin ve çocuklar mutlu olmuşlardı. Babaları ve anneleri aynı ortamda mutlu bir yaşam sürüyorlardı.

Şeref usta daha onaylık evliyken yeniden askere çağrıldı ( ihtiyat ) askerliği yapmak için Hatay’a gitmişti. O yıllarda Hatay Fransızların işgali altındaydı. Hatay’ı kurtarmaya giden ilk askerlerdendi. O yıllarda Fransızlar asi nehrinin üstündeki köprüyü yıkmışlardı. Türk askerleri geçemesin diye. İstikam taburu birinci bölüğün çavuşu olarak on sekiz dakikada da Asi nehrinin üzerine davlumbazlarla köprü kurup askerin geçişini sağlamışlardı. Oraya giren sancak çavuşu yiğit asker Ali Kale sancak elindeyken orda olan iki öğrenci kız çocuğu sancağı öpmek için sancak direğine sarılıyorlar, sancak direğine sarılı vaziyette kolunu bile bükmeden yiğit asker yoluna devam ediyor. Bu arada anlaşma sağlanıp Fransızlar askerlerini çekmeye başlamıştı savaş olmadan. Şeref usta iki yıla yakın daha asker kalmıştı.

Sonraki yıllarda Şeref usta, Meryem hanımla mutlu bir evlilikleri olmuştu. Bu evlilikten 6 çocuğu olmuştu. Üç oğlan, üç kız diğer iki kızlarından Emine’yi evlendirmişti ve daha yeni gelinken hayatını kaybetmiş. Meryem Hanımı Kalp rahatsızlığından 1980 yılında hayatını kaybetmiştir. Tekrar evlenen şeref usta huzurlu bir hayat sürerken yakalandığı kanser hastalığından 1994 yıllarına 84 yaşında hayata veda etmiştir. Kardeşi Mevlut yüz yaşına kadar yaşamıştı 2012 yılında hayata veda etmiştir.  Diğer çocukları hala yaşıyorlar ellinin üstünde torunları var.

Şeref ustanın yaşamını önce kendinden çok dinledim. Sonraki yıllarda büyük oğlundan dinledim. Kısacıkta olsa yazmaya karar verdim. Yazarken de o duyguları yaşayarak ağladığımda oldu. Bazen kendiliğinden gözlerimi tutamadım. Tüm vatan için canlarını veren şehitlerimize Allahtan rahmet diliyorum. Şeref usta ve tüm ölmüşlerini Allah rahmet eyleye, mekânları cennet olsun.

 

Münevver Düver

20.04. 2013- Adana

( Bir Kahramanın Hayat Hikyesi Şeref Usta başlıklı yazı MünevverDÜVER tarafından 10.10.2013 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.