Hoş bir enstantane
tanık olduğum ne varsa. Sayısız, bedelsiz ve sanrısız bir o kadar. Kesinlikle
eminim en az kendimden emin olduğum kadar.
Dağınık gökyüzü tutumlu
bu gün tam da benim tutum addettiğim olumlu çıkarımlar kadar. Mecburum hatta mahkûmum
kirin pasın içinden çıkarttığım aydınlık düşlere. Gerçeğin çağrışımı her ne
kadar süzgeçten geçip demli bir tat bıraksa da hala acımtırak yudumladığım.
Fazlasıyla melankolik ve inanılmaz naif tıpkı… Tıpkının devamı yok. Ben gibi
belki ya da sen gibi. Senin kim olduğun ise koca bir meçhul: Görmediğim bir
yüz, susan bir çehre ve yalın bir tezahürü insan olabilmenin. Ne çok getirisi
var onca kayıp verirken. Olsun, razıyım hatta alışkınım da fazlasıyla ne de
olsa hüzün göbek adım.
Hayır, hayır kocaman
bir gülümseme peyda olmuşken yazıyorum bu satırları kime yazdığımı bilmeden. Ne
fark eder ki kim ya da ne olduğun. Ben bilmekteyim madem asli görevlerimi,
kimlikler önemli olmamalı nezdimde ve nezdinde.
Ne komik, ne tuhaf ama
inanılmaz duyarlı diğer yandan. Elimdeki almanağı karıştırıyorum ve rast
geliyorum bilmediğim ne varsa. Bilmek istiyor muyum o da ayrı mevzu. Bilsem ne
olacak ki? Üç beş damla daha eklenir eşlik ederken havanın yüklü nemi.
İşte buyum ben ve nasıl
da benzeşirim şu İstanbul’un havasıyla. Geceden beri esmer bulutların benimle
ne alıp veremediği var, dememe kalmadı ki inanılmaz bir enerji ile doldu ruhum
hatta bedenim. Zira hiç olmadığım kadar efkârlı ve yorgun bir zaman dilimiydi
yolumun kesiştiği. Ne varsa yüklendim. Her kim ise uzattım elimi ve dokundum
gölgelere sana dokunamazken. Olsun dokunmamayım, ne fark eder ki. Belki de
soyut bir kelimeden ibaretsindir. Somut tüm olguları çoktan tıktım bir bavula
ve attım denizin en dibine.
Serin bir akşamın hüznü
dağılıverdi duyumsadıklarımla. Ah, ben…
Şahıslar, yüklemler ve
tüm belirteçler hatta tüm harfler… Bak, nasıl da asil bir dokunuşla
süzülüyorlar sayfanın tam da üzerinde. Kumanda bende, işte en çok da bunu
seviyorum. Neyi mi? Özgürlüğümün tadı damağımda kalmışken kopamam o tembel ve
sıkılgan kimliğimden. Anım anıma uymaz iken neşe içinde geliştirdiğim bu
monolog inanılmaz keyif vermekte. Katılırsın, katılmazsın hatta tenezzül dahi
etmezsin şu sancılı kelimelere. Ben yazayım da ve coşayım da şu kalemin
nezdinde daha ne ister insan…
Özgürlük denen o garip
mefhum. Bağımsızlığım hiç de muzdarip etmemeli ne seni ne de bir başkasını.
Belki tuhaf bir örnekleme dile getireceğim ama bunu itiraf etmek zorundayım.
Kalender ve muhalif tüm
göstergeler ile başladığım iş hayatımda yaptığım densizliklerin yoktur haddi
hesabı. Asla da söylemem kaç iş değiştirdiğimi. Tam bir felaket senaryoyu yazan
da şahsımdır. Şu bir gerçek ki elbet kızdırmıştır birileri. Ama o özgürlük yok
mu o özgürlük. Nasıl da kuş gibi sekerdim o koca plazanın kapısını çekip
çıktığımda.
Nefes alamadığım
sayısız ortam oksijen namına hiçbir gazın bulunmadığı. Ah, o özgürlük. Şimdi
fesat zihniyetlerin kafasına kim bilir neler üşüşmüştür. Kim bilir nasıl
telaffuz edilir özgürlük kavramı. Önemsiz bir detay benim için zira önündeyim
boy aynasının hep de önünde olduğum gibi.
Devinimi hızlı bir ivme
kazanmışken bu tutarsız ve muhalif kimliğimin en gurur duyduğum yanımdır işte
bu değişkenlik arz eden duygularım ve taviz vermediklerim. Yoldan çıkmayı beceremedim
ki ben zaten niyetim olsa bile kesin yüzüme gözüme bulaştırırım hatta
bulaştırırdım da. Varsa yoksa net bir gösterge öğretilerimin eşliğinde.
Kabullenilmişlikler ve tasavvur edilenler. Kısaca doğrularım asla ve asla
yanlışların götürme olasılığının olmadığı. Olabildiğince tutarsız olsam da varsa
yoksa prensipler temeli çocukluktan atılmış. Zira bunu ne sen ne de bir başkası
değiştirebilme yetisine sahip. Ben bana sahip iken sakıncası da yok tezat ve
iklimsiz seyirlerinin insanların.
Çok ama çok denedim
duyularımı rehin vermeyi hatta işkillendiğim tüm mefhumları bertaraf edip somut
göstergeler aradım değişmek adına. Ama olmuyor, olmuyor, olmuyor. İyiyim ben bu
akılsız başımla ve sıkılgan, üşengeç ruhumla.
Tutumlu olduğumu kimse
iddia edemez her ne kadar menfi aşamalarda duraksasam da. Tutumlu olmadığım
nice duygu başı sevi yetisi çekerken. Sebep mi yok sevmek için ya da ara bir
durak mı var tekrar kapsama alanına dâhil ettiklerim adına. Sevmenin tek şartı
hatta ilk ilkesi ne diye de sorma. Zor değil ki sevebilme yetisine ivme
kazandırmak. Basit bir selam ya da minicik bir tebessüm sen nelere kadirsin her
ne kadar içten olmama olasılığına rağmen. Bu da tadı tuzu değil mi paranoyak
yapımızın. Ama obsesif düzeyde değil elbette. Yine de mesafeler korunmak
içindir.
Boyut atlarken yine
zıpladım kanguru misali yine çalıştırdım sileceklerimi. Mecburum da ne de olsa
mendil dayanmaz oldu son zamanlarda daha doğrusu kendimi bildim bileli.
Kızılca kıyamet kopsa
da kopamadıklarım. Ama ya koparsam… Bilmek istemezsin.
Benim de bilmek
istemediğim çok şey var hatta yolumun kesişip de alabora olduğum. Ve keşke
tanımamış olsaydım, dediğim.
Sürem doldu, gitme
vakti. Bir ara uğrar kaldığım yerden devam ederim ne de olsa…
Ne de olsa fazlasıyla
cömerdim kelimelerde zira tek sığınağım ve vazgeçemediğim…
Çok şeyden vazgeçtiğim
için baki kalan hep hüzün olmuştur eşlik eden bu güne değin ve silip
atamadığım. Bu yüzden mecalim tükenene kadar abone oldum ben harflere arasında
kaybolduğum.