Adam açtı bilgisayarını ve yazdı kendi duvarına: “Canım sana çok susadı.” diye. Konuşmuyorlardı ama birbirlerini takip ettiklerini bal gibi de ikisi de biliyordu. Merak ediyorlardı hallerini, paylaşımlarını, fotoğraflarını, yazdıklarını ve de kendilerine pay çıkartma adına hissettiklerini. İkisi de deli gibi seviyordu birbirini de işte kahrolası şu gurur, şu inat ve de şu 'ilk o arasın' yok mu? İşte o giriyordu devreye.

            - Bir yüz görümlüğü, bir aşk ömürlüğü ve nazarlığı; bir dokunumluk, bir bakımlık, bir öpümlük gelsen hani? diyordu sevdiğine. 'Çölü çayır çimen eylesen n’olur? Dikenleri gül eylesen… Sensizliği bertaraf etsen… Kimsesizliği tarumar etsen hani!' O böylesine yazsın da karşısındaki dilber susuversin olacak iş değil!Yüreğini çarşı pazar etsin de karşısındaki afet yerinde öylece kalakalsın! Aşk işi değil.

             “Sen çölündeyim. Her taraf uçsuz bucaksız sensizlik tepeleriyle dolu, yokluğun toz toz üzerime geliyor.  Sensizlik rüzgârında savunmasızım. Nefes alamıyorum. Seni göremiyorum. Boğuluyorum yokluğunda." diye yazdı o nazlı ceylanda duvarına. Mesafeleri yıkmak ve duvarları kaldırmak adına yazıyorlardı. Hiçbir duvar sevgilinin duvarı kadar güzel değildi şimdi! Aşk duvarda diye yazıyordu ikisi de! Mektup kağıdı, zarfı boştu; sayfalar yoktu, mesajlar sadece kendi duvarlarında yazılıp iletiliyordu. Bu yeri geldi mi yakıcı bir bakış oluyordu, kalbe işleyen bir söz nakşı oluyordu, yeri geldi mi de canı alış şekliyle Azrail oluyordu.

            Artık emindiler birbirlerini okuduklarından. Mesajlar onu gösteriyordu.

            Adam onun mesajını okuduktan sonra vakit kaybetmeden yazdı duvarına. “Sen kaybından gideceğim bu gidişle, doktorlar durduramadı bende akıp giden seni. Tampon falan hikâye, sensiz kalınca insan, hiçbir şey tampon olamaz yüreğe çeken bilir! Sen kaybından gideceğim. Aşk ayıbı olacak bu âleme. Deli etme adamı! Ne kadar da çokmuşsun bende! Ak ak bitmiyorsun, git git tükenmiyorsun. Sanki aktıkça çoğalıyor gittikçe geliyorsun bana. Bu ne kadar sendir toplamışım koymuşum yüreğime. Harca harca bitmez, at at yitmez. Git git gitmez!" insanı şair etmez de ne eder kalem ve kağıt! Hislerini bu denli tesirli ve güzel ifade edenler neden fazla okunmaz? Neden ilgi çekmez, neden kabul görmez?  Kalpten çıkan söz kalbe isabet etmez mi?

            O nazenin ve nalan güzel de yanıt verdi. “Sana aşığım biliyorsun. Sana yaralıyım bunu da biliyorsun. Sevaptır yaralıya su vermek. Gelsen bir damlacık ne olur? Çöllerinde dolaşırken yalnızlığın dudaklarım yarık yarık oldu, çatladı. Sen vahasını ararken gözlerim yokluğuna takıldı. Dağlar gibi geldi üzerime hüzün, okyanuslar gibi aktı gözlerimde yaşlar." Duvarlar ne de şendir  bugün, ne de zengindir. Ne de edebidir, ne de ebedidir. Bir yaralı ceylanın yüreğinden sökün edip gelen şu abı hayat ne de candır. Ne de kandır o cana! Yaralı ceylan böyle nale ve efgan içindeyken onu takip eden avcı da boş olmasa gerek değil mi?

            “Mübalağadan öte sevmişim seni, gör bunu. Hayra yor beni… Sana yor… Seve yor. Senden arta kalan hüzündür ortalıklarda hayatıma bulaşan. Yalnızlıktır canıma batan. Aşksızlıktır ruhumu kanatan. Senden önce ben şad iken mesut bahtiyar iken; senden sonra ben naşad, haşat ve ihtiyarım." Offff Allah'ım offf! Yüreğim galeyana geldi bu sözler üzerine, coşa geldi.Bir güzele sevdalanmak ve onun peşinde bir ömür boyu koşturmak... Bu konuda müsrif olmak! Rabbin verdiği canı bu uğurda heba etmek!

            “Sana ağlıyorum. Kadersizliğine, bahtsızlığına, kalp sızılığına… Gel bana diyemiyorum. Ama sen gel bana yine! Aklım hep sende, gönlüm sen zaten! İçimdeki seni kimse alamaz ya, içimdeki sana kimse yasak koyamaz a! Hep bakıyorum sana gizli gizli, saklı saklı…" Kız böylesine itirafları ederken aşkına, biz de dönmez miyiz şaşkına, Allah aşkına? Bu ne veciz ifadelerdir ki kalp sedefini ardına değip açarak sabırla sevgilinin ağzından dökülecek olan ve nisanda düşen yağmur damlasına benzeyen sözleri içine alarak inciler oluşturuyor.

            Adam da ol dilrubadan az değildi. "Ben de sana bakıyorum usulden. Gözlerine dalıyorum, çıkamıyorum bir türlü. Masal ülkelerine seyahat ediyorum. Galiba ben gözlerinsiz yapamayacağım. Saçlarına takılıyorum, çözülemiyorum bin türlü. Kasten öyle takılı kalmak istiyorum ömrüm ömrüne takılsın istiyorum. Galiba ben saçlarınsız edemeyeceğim. Dudaklarına bakıyorum, içesim geliyor. İçtikçe içsesim, kandıkça kanasım geliyor. Galiba ben dudaklarınsız edemeyeceğim." O papatya bu sözleri okuyunca kendinden geçti aklını yele verdi, kendini sele kattı, ne ele baktı ne de güle.

            “Canım seni çok çekti. Acıkmışım sana, lokma lokma arzulamışım. Kalp kacak sana hazırlanmışım. Çatalyürek seni sevmişim. Afiyetim ol, şükrüm! Doymuşluğum ol! Aşıkmışlığım ol!" dedi son kez yazıp da duvarına cevabı bekledi hali hazırda.

            Adam da  "Amin" dedi sonra da "inşallah!"

 

( Aşk Duvarını Aş başlıklı yazı GürhanGürses tarafından 8.02.2015 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.