Bir yerden başlamam lazımdı seni anlatmaya. Yorgundum kabul, durgundum ama sana yine de yoğundum. Ağzıma kadar  doluydum seninle, tıka basa... İçimi döksem derya olurdu ve aşkın en güzel incileri bu deryada dolanıp dururdu. Çünkü sana sancım çoktu.

                O an sesin geldi aklıma. Bir melodiydi evet evet... Beni benden alıp hülyalara salan, tatlı mı tatlı bir melodiydi sesin. İçim dışım sen oldu yine, karanlığa bir kibrit çakınca nasıl aydınlanır ya hemen işte sesinde aynı aydınlığı verdi bana. Ve bende başladım sana 'Elif Ba' ya başlar gibi başladım. İftar vakti ezan okuduğunda musluğa ağzımı dayayıp su içer gibi başladım sana.  Sesinde sihir var senin sinirlerimi yatıştıran, aklımı berraklaştıran, gönlümü durulaştıran. Sana bir duaya başlar gibi başladım.

                "Hala sesin kulağımda." dünyada bundan daha güzel bir ses yok bana.  İçim parçalanıyor şu anda. Binlerce ses var kulağımda; hepsi aynı, hepsi boğuk, soğuk, kısık, bozuk, tozuk... Hiçbirinin frekansı benim frekansım değil, hiçbiri içime işlemiyor. Yüreğe değmeyen ses, bilinecek ve akılda tutulacak ses değildir. Bir tek senin sesin güzel, tatlı, hoş, harika...

                "Yapma, sesim o kadar güzel değil!" dedi. Bir insan bu kadar mı latif olur, bu kadar mı zarif ve bu kadar mı naif olur. Kırmaktan korkuyorum seni; cam bardak gibisin işlemeli, düştü mü elden kırılacak gibi. O böyle savunmaya çekilirse ve kendini az görürse olmaz. Ben daha fazla yazar ve konuşurum. "Bu kulak da senin kulağın değil" dedim ona. "Ne duyduğumu, nasıl duyduğumu ve kalp olarak bu sese nasıl doyduğumu sen bilemezsin! Hükmün eksiktir." Cevap verecek halde değildi hemen. Eminim şu an ne diyeceğini bilemiyordu. Bekledim yine o bahar nefesli elbet en tatlı rayihasını ağzını açıp gönderecekti bana. Az sonra duydum o bağın en güzel bülbülü şeydasını...Bütün sözcükler raksa kalkmıştı sanki, aksediyordu onun dudağından gönlüme. Rabbim tam da şu an ne kadar da huşu içinde seviyorum onu, ne de tatlı geliyor bana her lafzı.  "Ben anlattığın kadar değilim onu diyorum!" masumane demişti bunu. Tutup öpesim geldi o an yapamadım. O masumiyete zarar gelsin istemedim. Aşkın  en aşkın halini yaşıyor; kâh deryalarda ol  mahilere yarenlik ediyor, kâh semada simurga karışıyor, kâh dağların zirvelerinde Ferhat'ı bekliyor, kâh sahralarda Mecnun'un yolunu gözlüyordum. Hapishanelerde Yusuf oluyor, ateşlerde İbrahim'e dönüyor, sabırda Eyüp oluyordum.

                Serde edebiyatçılık vardı, napayım? O konuştukça ve direndikçe ben de onu yüceltmeye başlıyordum.

                "Gül bahçesinin en güzel gülü sensin: en kırmızı, en kokulu, en can alıcı... Okyanusun en dibindeki incisin: en iri, en parlak ve de en güzel..." Kelimeler o kadar ritmik ve anlık çıkıyordu ki kalemimden bu da ondan kaynaklanıyor düşünmeden edemedim. O varsa sözlüğe gerek yoktu. O varsa güzellemeye de gerek yoktu. O varsa edebi kelâma da lüzum yoktu edebi sanata da... Ebedi olarak onu konuşmalı, yazmalı ve okumalıydım.

                "Kendimi bir şey sanacağım şimdi! Havalara gireceğim."dedi. Şimdi siz olsaydınız n'apardınız bunu söyleyen bir güzele? Şiirden gazele dökmez miydiniz içinizden geçeni, resmetmez miydiniz duvara aşkınızı, saza ve söze melodi yapmaz mıydınız onun her bir sözünü?

                " Kendini bir şey sanma sakın sen çok şeysin. Eksik kalır bir şey, çok şey saklı sende, her şey... Gün olursun karanlık gecelere, su olursun kurak gönüllere, yaban ellere şenlik olursun bayramlık... Her anın hayranlık uyandırır görende, güllük gülistanlık bir mevsime kapı olursun."

                O anlatılacak kadar vardı. Yaşanılacak ve şahit olunacak...

                "Lütfen" dedi "mahcup oluyorum. Yüzünüze bakamıyorum, başımı önüme eğip düşünüyorum. Buna hakkınız yok ve  benim de olduğundan fazla gösterilmeye hakkım yok. Şu an bana iyilik yapmıyorsunuz, emin olun!" Bunları söylerken onun dudaklarının yan tarafına belli belirsiz gelip onan bir yarı tebessümü yakaladım. Güle gül demeyeceksek, aşka aşk, meşke meşk ve sevgiliye de en güzel diye hitap etmeyeceksek bu nice nafile yaşamaktır. Rabbin vermiş olduğu nefesi boşa tüketmektir.

                "Gülüşün baharın kendisidir. Tohumun toprağa serpilişidir. Yağmurun havaya düşmesidir. Aşkın kalbe değmesidir. Aklın tutulması ve mantığın bitmesidir." O gül olup aşkın nikabıyla yüzünü örtmüştü. Hani şarkı da vardı ya "Mah yüzüne bir nikap tut ben yandım el yanmasın."  Bense Bülbül-ü Şeyda olup onun kapısında şakıyordum aşkı. Yüreğimden şırıl şırıl akan kelimelerle aşkı şakıyor, kalbe nakşediyordum.

                "Meğer neymişim?" dedi acımsı bir tarzda. Gözlerinin içinde yangın vardı. Bu belki de söylenmedik sözleri işitmenin kahrı, onu içten içe kemiren bir sevdanın zulmü ya da mutlu olmanın bir tezahürüydü. O böyle mahzunlaşınca bende söz defterimi kapatmak zorunda kaldım. Onun daha fazla kendini inkar etmesine seyirci kalamazdım. "Haklısın! Sen bütün güzellikleri içinde saklayan kocaman bir çirkinsin." dedim ve ardıma bile bakmadan çekip gittim.

               

               

( Sen Bütün Güzellikleri İçinde Saklayan Kocaman Bir Çirkinsin başlıklı yazı GürhanGürses tarafından 20.06.2015 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.