Ben insanlığın milliyyet, din, ırk, zenginlik, insanın yaşadığı ortam, ya da bunun gibi her hangi bir şeyle ilgili olmadığını düşünenlerdenim. Yaşadıklarımın bana öğrettiklerine göre  insanlık insanın karakteri, onun aklı, düşüncesi sonucu meydana gelen bir değerdir. 
1986 yılında Somalinin Mogadişu kentinde doğdum. Bir ailem olduğu zamanlarda ben o ailenin üçüncü çocuğuydum. Annem, babam, babannem ve dört kardeşimle birlikte çok mutlu bir ailem vardı. 
Annemle babam Tunusta tanışmışlardı. Babamın okuduğu üniversite annemlerin oturduğu evin karşısındaydı.
Annemin babası çok zengin bir tacirdi. Kızını kendi arkadaşının oğluyla evlendirmek istiyordu. Annemse babamı sevdiği için kendi babasına karşı çıkarak babamla birlikte Somaliye gidip orda evlenmişti. Bir kaç yıl sonra aralarındaki buzları eritmek için annem ve babam ilk çocukları Saiti de alıp dedemle barışmak için Tunusa gitmişlerdi. Ama dedem onları içeriye bile almadan kapıdan kovmuştu. Annem yalnızca gizli şekilde annesiyle görüşe bilmişti. O zamandan sonra da annem bir daha Tunusa hiç gitmemişti.
Çoğunluğun hayvancılıkla meşgul olduğu köyümüzde eğitimli insan çok azdı. Babam o azlığın içerisindeydi. Küçük ve içerisinde pek bir öğrenci olmayan okulumuzda matamatikten ders veriyordu. 

1992 yılında Somalide durum gittikce kötüleşiyordu. İç savaşlar sonucu meydana gelen açlık, yoksullukla beraber yayılmakta olan salgın hastalıklar her eve uğruyor ve beraberinde o evlerin hemen-hemen hepisinden bir kaç insanı alıp kendisiyle götürüyordu.
Somalide salgın hastalıkların sayı o kadar çoktu ki, karşısı alınmadığı taktirde her kesi  öldürmeğe yeterdi. O sayısız hastalıklardan biri olan verem benim yaşadığım bölgeye yayılmış, çevremdeki insanların, onların hayallerinin eceli olmuştu.
Evimize verem salgını en küçük kardeşim Osmanla gelmişti. Ona bu hastalık dışarıdaki kirlilikten mi, aclıktan mı, yoksa sokaktaki her hangi bir çocuktan mı bulaşmıştı bilmiyorum, ama o hastalık bir çok aile gibi benim ailemin de felaketi olmuştu. Osmanın ardından hastalık onunla en çok ilgilenene-ablam Aminaya bulaştı. Bu durum evimizdeki herkesi çok tedirgin ediyordu. Annemle babam bizi-hastalık bulaşmamış diğer çocuklarını öbürlerinden uzak tutmağa çalışıyor, bize dışarıya çıkmağa bile izin vermiyorlardı. Doktor ve ilaç yetersizliği, hastahanelerin iç acısı durumu nedeniyle Somalide her gün onlarla insan hayatını kaybediyordu. 
Sonunda veremin getirdiği ölüm benim aileme de uğradı ve o benden ilk olarak veremi bizim evle tanıştıran küçük kardeşim Osmanı aldı. Onun üç yaşındaki küçük ve zayıf vücudu hastalığa daha fazla karşı koyamamıştı.
Osmanın ölümü hepimizden çok annemi yıkmıştı. Amma bu hastalık nedeniyle gözlerinin önünde kaybedeceği daha iki çocuğunun olacağını bilmiyordu annem.  
Osmanın ardından yaşlı vücudu hastalığa fazla dayanamayan babannemi de kaybettik.
Tıbb alanındakı yetersizlik sonuçu evimizden biri öldükçe bir diğeri daha bulaşıyordu vereme. Annemle babam her ne kadar bizi hastalıktan uzak tutmağa çalışsalar da benden küçük olan erkek kardeşim de hastalığa yakalandı. Bu arada annemde de artık hastalığın belirtileri görünüyordu. 
Amina ondan sonra hastalığa bulaşanların ölmelerine rağmen (babannem ve en son hastalanan kardeşim ondan önce ölmüşlerdi) hala hastalıkla savaşıyor, ölmemek için direniyordu. 
Hemen-hemen her gün hastahaneye gidip, annemi ve ablamı hastahaneye yatırtmak, bizim aşı olmamız için doktorlarla kavga eden babamın direnişi sonunda işe yaramıştı. Fakat bunun anneme ve Aminaya bir faydası olmamıştı. Çünki hastahaneye yerleştirildikten dört gün sonra ölmememekte direnen ablam Amineyi kaybetmiştik. Annemin durumuysa giderek kötüleşiyordu.
Saitle ben annemi hastahanede olduğu sekiz gün boyunca yalnızca bir kere ziyaret etmiştik ve bu annemizi dünya gözüyle son görüşümüz olmuştu. Doktorlar yanına girmemize izin vermedikleri için onu sadece hastahanede kaldığı odanın kapısından göre bilmiştik. Çok zayıflamış, gözünün altında çukurlar meydana gelmişti. Yüzüne bakıldığında takatsiz olduğu belli oluyordu. Bizi gördüğünde uzandığı yatakta dikelmeğe çalışmış, akan gözyaşlarına karşı yüzüne tebessüm yerleştirmişti.
Annem bizi ondan ayıracak konuşmayı da o gün yapmıştı babamla. Üç çocuğunu gözleri önünde kaybettiği için babamdan ağabeyimle beni Tunusa-dedemin evine götürmesini istedi. “Babam sizi kabul etmezse, annemle konuşun. O muhakkak bir çaresini bulur.” dedi. 
Bu arada komşumuz Osman amca ailesinin geri kalan fertleriyle birlikte İtalyaya mülteci gibi göç edeceklerini söylemiş, babama bizi alıp onlarla birlikte gitmeği teklif etmişti. 
Babamın aklına İtalya işi yatmıştı, ama o önce annemin istediğini yerine getirmek istiyordu. Babam Osman amcaya eğer dedem bizi kabul etmezse, onların gelişini bekleyeceğini söyledi. Çünki İtalyaya gidecek gemi Tunustan kalkacaktı. 
Tunusa varınca önce küçük bir otele yerleşip karnımızı doyurduk, sonra da dedemin evine gittik. Bu benim dedemi ilk ve son görüşüm oldu. Adam bizi evinden kovarken babam ona annemin durumunu anlattı. Ama o “Benim öyle bir kızım yok. Onu beni ezip seninle evlendiğinde düşünecekti. Defolun burdan.” dedi sadece. Ben o zamanki çocuk aklımla bile bir insanın kendi kızını bu kadar gözden çıkarmasını anlayamamıştım. Benim annem sırf biz yaşayalım diye hastahane köşelerinde yalnız kalarak ölümü göze alırken, onun babası kızının öleceğini bildiği halde “Benim öyle bir kızım yok.” diyordu. 
O gün anneannemin üç yıl önce öldüğünü de öğrendik.
Tunus seferimiz hüsranla bitince İtalyaya gitmek kararımız kesinleşti. İki gün sonra Osman amca kendi ailesi ve Somalili bir kaç aileyle birlikte Tunusa geldikten sonra hepimiz birlikte İtalyaya gidecek olan gemiye bindik. Mülteci olduğumuz için içinde bulunduğumuz gemideki ortam oldukca kötüydü. 
İtalyaya vardıktan bir hafta sonra babam Osman amcaya bir az para vererek bizi onun ailesine bırakıp kendisi annem için Somaliye geri döndü. "Annenizi alıp gelecegim." demesine rağmen ne annemi getirdi, ne de kendisi döndü. Babamın dönmediğini gören Osman amca ve ailesi durumdan şikayet etmeğe, bize fazlalık olduğumuzu hissettirirmeğe başlamışlardı.
Osman amca bazen Saitle beni ona yardım etmemiz için kendisinin bahçivan olarak çalıştığı Diego beyin evine götürürdü. Osman amcanın bizim yaşlarda iki oğlu vardı, ama asla onları çalıştırmazdı. 
Altmış yaşlarında ve çok zengin olan Diego bey öleceğinden ve yaptıklarından dolayı ahirette onu Yaradana hesap vereceğinden habersizdi sanırım. Gözümüzün önünde güzel şeyler yeyip bize teklif bile etmez, durmadan bağırır, yaptığımız her işte bir kusur bulurdu. Diego beyin Flipp adlı bir köpeği vardı. Adam köpeğini Allahın en yüce mahluk olarak yarattığı insanlardan daha üstün görür, onun temizliğine, gıdasına Osman amcayla bize verdiği yeömiyeden daha çok para harcardı (Bunu Osman amca karısına sölerken duymuştum.) 
Diego beyin köpeğinin yemekleri çok güzel olurdu. Bir gün abimin (o çok güçlü ve gözütok biriydi), Osman amcanın ve Diego beyin beni görmediği bir anda Flippin tabağına gizlice yaklaşmış ve tabakta kalan yemek atıklarının hepisini yemiştim. Hatta o gün Allaha beni bir çok insanın benden daha üstün gördüğü varlığa-köpeğe çevirmesi için çok içten dua etmiştim. O dua o kadar içtendi ki, ben hiç kardeşlerimi, babannemi kaybetmemek, annemin hastahaneden sağsalim çıkması, ya da babamın Somaliden geri dönüp Saitle beni Osman amcaların evinden alması için o kadar içten dua etmemiştim.

Babamın dönmediğini gören Osman amca sonunda dayanamayıp İtalyan bir arkadaşının yardımıyla bizi yetimhaneye verdi. Aslında bunun için onu suçlamıyorum. Zaten ailesini zar-zor geçindiriyordu.
Yetimhanede yaşamak Osman amcalarla yaşamaktan daha iyiydi. Sonuçta kimse öğretmenlerin, bakıcıların evladı olmadığı için çocuklar arasında fark konulmaz, kimse kendini fazlalık olarak hissetmezdi. 
Önceleri Saitle ayni yetimhanedeydik. Ama bir müddet sonra onu başka yetimhaneye gönderdiler. Böylece ben ailemin son ferdi olan ağabeyimden de onu bir daha hiç görmemek üzere ayrılmış oldum.             
…                                                                               
Kendimi ilk kez deyerli biri olarak üniversitede Guliana adlı sınıf arkadaşımın beni sevdiğini öğrendiğimde hissetmiştim. Etrafında o kadar yakışıklı ve zengin erkek olmasına rağmen onun gibi zengin bir doktor kızının neden bana ilgi duyduğunu anlayamamıştım. Bu durum gururumu okşasa da, onca ilgisine ve zengin olmasına rağmen ben ona karşı hiçbir şey hissetmiyordum. Hatta onun bana hoş görünmek için yaptığı bir çok şeyi (sözde müslüman olsam bile bunu hedef alarak "Selam" vermesini, kızlarda topuzu sevdiğim için saçlarını ona yakışmadığı halde topuz yapmasını, zorluk çektiğim derslerden notlarını bana vermesini) oldukça bayağı bulurdum. Nasıl ki, sevmediyin birinin yaptığı her haraket, söylediği her söz çok güzel olsa bile onu sevmeyene batar, onun da bu haraketleri beni ona yakınlaştırmak yerine daha da uzaklaştıryordu.

Bir gün sınıf arkadaşlarımla sevdiğimiz yemekler hakkında konuşurken ben en sevdiğim yemek olarak bir zamanlar annemin yaptığı, ama benim hiç sevmediğim “Nooc babaas” yemeğinin adını söyledim. Bunu yapmamın iki sebebi vardı - biri zamanında bize o kadar lezzetli yemekler yapan annemin zahmetini geçte olsa kıymetlendirmek istemem, diğeriyse o yemeğin tadını gerçekten çok özlememdi. O konuşmanın ertesi “Nooc babaası” masamda görünce çok şaşırdım. Guliana "Bunu senin için yaptım. Tarifini internetten indirdim. Anneninki kadar güzel olamaz ama umarım beyenirsin." dedi bana. Yemekten iki kaşık almıştım ki, Gulianın yemeğin tadının nasıl olduğuyla ilgili yüzüme soru işaretiyle baktığını fark ettim. Yemek onun tadını çok özlediğim için mi, yoksa gerçekten mi çok lezzetli yapılmıştı bilmiyorum ama ben anneme haksızlık yapmamak ve Guliananın benden uzak durmasını sağlamak için "Evet anneminki gibi olmamış, o daha güzel yapardı." deyip tabağı masanın üzerinde bırakarak sınıftan çıktım. Çıkmadan önce Guliananın yüzüne baktığımda kıpkırmızı olduğmunu gördüm.
Gulianayı sınıfta her kes (ben hariç), en fazla da türk arkadaşım Murat severdi. Durmadan bana eş olarak ondan daha iyi birini bulamayacağımı söylerdi. Bir gün bana "O çok iyi, güzel, akıllı bir kız." diyerek onu övünce, ben "Nesi güzel? Burnuna hiç dikkat etmedin sanırım." dedim ve devam ettim "Hem dünyada bir o, bir ben kalsam, o kadar servetine rağmen dönüp gözümün ucuyla bile bakmam ona." 
Üniversiteyi bitirdikten bir kaç ay sonra çalışdığım hastahanede annesini doktora getiren Laurayla tanıştım. İlk görüşten aşık olmuştum ona. Bu yüzden annesinin hastalığını bahane ederek telefon numarasını almış, yine bu bahane ile bir kaç kez aramıştım onu. Bana ilgisi olduğunu anlayınca da sonunda açılmıştım. Laura tam benim istedigim gibi bir kadındı. Hem güzel, hem de akıllıydı. Benden dokuz yaş büyük olmasına rağmen onu sevdiğim için buna aldırmıyordum. 
 Maaşımın az bir kısmı istisna olmakla geri kalanını biriktiriyordum. Çünki o yılki planlarım arasında sevdiğim kadınla evlenmek en ön sıradaydı. Hatta bir zamanlar en büyük dileğim olan doktor olarak Somaliye gidip halkımın yanında olmak hakkında düşünmüyordum bile. 
        Bir gün Laura bana bir arkadaşı için acil 10000 EURO gerektiğini, en geç bir hafta sonra geri ödeyeceğini söyledi. Evleneceğim kadının beni aldatacağını aklımın ucundan bile geçirmediğim için kendimdeki 8500 euronun üzerini bir arkadaşımdan borç alarak düzeltip Lauraya verdim. Benim ne kadar iyi bir eş olacağımı, bir sözünü iki etmeyeceğimi görerek bana daha çok bağlansın istiyordum. 
Parayı verdikten sonra Laurayla konuşmak için bir kaç kez aramama rağmen ona ulaşamayınca, annesini aradım.Ama onun da telefonu kapalıydı. Lauranın en yakın arkadaşını aradığımda o da Lauraya ulaşamadığını söyledi. Giderek onlar için telaşlanmaya başlamıştım. Bu yüzden evlerinin kapısının kilitli olduğunu görünce, başlarına kötü bir şey gelmiştir diye polise gittim.Yaklaşık bir hafta sonra bulundular, ama dolandırıcı olarak. Benim dışımda üç kişiyi daha dolandırmışlardı.
Güvendiyim insan tarafından kandırılınca bir sure kendime gelemedim. Arkadaşım Murat beni Türkiyeye davet edince hiç düşünmeden kabul ettim. Muratın desteğiyle kısa bir zamanda kendimi az da olsa toparlamağı becermiştim. 
2011 yılı Somalide yine açlık ve salgın hastalıkların yaygınlaştığı bir dönemdi. O an kendi çocukluğum geçti gözlerimin önünden. İnsanlar ölüm-kalım savaşı verirken ben Lauradan ayrıldığım için perişan halde olduğumdan dolayı kendime acıdım.  O gün karar verdim. Bu ağır gününde halkımın yanında olmalıydım. Muratla karar verip Türk Kızılayının terkibinde Somaliye gittik. 
Gittiğimizin ikinci gününde beni şaşırtan bir şey oldu. Arkası bana dönük bir kızla konuşan Murat "Muhammed, bak burda kimi buldum." dedi. Kız Gulianaydı. Onu Somalide gördüğüm için çok şaşırmıştım. “Senin ne işin var burda?" diye sordum. “Televizyondan burdaki durumun kötü olduğunu öyrendik. Bir kaç doktor arkadaşımla birlikte buraya gemeğe karar verdik." dedi. 
O günden sonra ben gözlerimi durmadan Gulianın peşinde dolanırken bulurdum. Hatta bir keresinde iynesini yapmak istediğim 13 yaşındaki Şems benim Gulianaya olan bakışlarımı farketmiş olacak ki, gülümseyerek "Ben burdayım, Muhammed ağabey." (Zamanla dilimi yeniden öğrenmiştim. Aslında hep biliyormuşum da, ama kullanmıyormuşum gibiydi.) dedi. 
Guliananın peşinde sürekli bir adam dolanıyordu ve bu beni gerçekten çok kızdırıyordu. Bir gün Guliananın peşini bırakmasını söylemek için adama yaklaştım ve daha konuya girmeden gözlerim onun parmağındaki yüzüğe takıldı. O an bizden on metre kadar uzakta olan Gulianın eline baktım. Onun da parmağında yüzük vardı. Çok üzülmüştüm. Ama daha da emin olmak için adama "Nisanlanmışsınız sanırım." dedim. Evet cevabını verince ne diyeceğimi bilmedim. Bu yüzden de "Harika bir kız seçmişsin." diyebildim sadece. "Nişanlımı nereden tanıyorsun?" diye sorunca "Gulianayla tıpta aynı sınıfta okuduk." dedim. Adam Gulianaya bakıp "Evet o gerçekten harika bir kız." dedi gülümseyerek. Önce Guliananın beni sevdiğini, onunla belki de beni unutmak için evleneceğini söylemek istedim adama. Ama sonra Guliananın mutluluğuna gölge salmamak için sustum.
Onun nişanlı olması bile benim ona olan hislerimi öldürmüyor, her haraketinde (bir çocuğu öpmesinde, bir yaşlının omuzlarından tutub ona yürümesi için yardım etmesinde, bazen de uzaktan bana bakıp gülümsemesinde) onu daha çok sevmeğe başlıyordum. 
Bir gece dışarıda oturuyordum. Guliana elinde iki fincan çayla gelip yanıma oturdu. Onu yanımda görünce heyecandan kalbim duracak sandım. "Benim yanımda olduğunu görünce nişanlın kızmasın." dedim. "Ne nişanlısı?" diye sorunca "Robertoyu diyorum." dedim. Şaşırarak ve gülümseyerek Robertonun abisi olduğunu söyledi. Duyduklarımdan dolayı çok mutlu olmuştum.
 "Ne zamandır burdasınız?" diye sordum. Bana bizim geldiğimiz günden bir hafta önce babasının rehberliyiyle geldiklerini, babasının üç gün kalıb sonra İtalyaya geri döndüğünü söyledi. "Onunla tanışmak isterdim."dedim. Sadece gülümsedi. Bana "Sen evlendin mi?" diye sordu. Ona başıma gelenleri anlatınca çok üzüldüğünü ifade etti. "Ben üzülmüyorum artık. Hatta iyiki Laurayla evlenememişim." dedim. Gözlerinin sevinçten parladığını hissettim. 
Bir akşamüstü yine Gulianayı seyrediyordum. Birden birinin ona yaklaşıp bir şey söylediğini gördüm. Yüz şekline bakılınca citti bir şey konuşduğu anlaşılıyordu. Konuşmaları bittikten hemen sonra Guliananın yanına gittim. Adamın onunla ne konuştuğunu öyrenmek istiyordum. Önce "Hiç" diyerek geçiştirmeğe çalıştı. Ama ben israr edince adamın ondan hoşlandığını ve onunla evlenmek istediğini söyledi. "Peki sen ne dedin?" diye sordum. "Kendin için istemeyeceğine göre, beni bir arkadaşın için falan mı düşünüyorsun?" diye sordu Guliana. Ben şaşırmış halde "Ne arkadaşı? Hem niye kendim için istemiyeyim?" diye sorunca, o “Sen beni güzel bulmuyorsun, burnum büyük, hem dünyada ikimiz kalırsak dönüp bana bakmazsın ya bu yüzden bir arkadaşın için düşünüyorsun diye sandım." dedi. Derimin rengi siyah olduğu için şanslıydım. Çünki utancımdan kızaran yanaklarımı Guliana görmüyordu. Ona bunu nereden bildiğini sormadım. Anlaşılan üniversite yıllarında Muratla konuşmamızı duymuştu. 
"Bir arkadaşım için değil, eğer kabul edersen kendim için istiyorum seni." dedim. Sonunda çıkarıvermiştim o cümleyi ağzımdan. Bir şey söyleyemeden ağlayarak başını evet anlamında salladı. Beni yıllarca beklemiş Gulianayı daha fazla bekletmemek için bir ay içinde evlendik ve Somaliye yerleştik. 
Böylece ben insanlığın dinle, milliyetle, ırkla ilgili olmadığını kendi gözlerimle görmüş oldum. Kızına acımayan dedem ve evlatları için kendi canını hiçe sayan annem Tunuslu bir müslüman, köpeğe insanlardan daha fazla deyer veren Diego bey ve onunla evlendiğim için hiç bir zaman pişman olmadığım karım Guliana İtalyalı bir hristiyandı.
( İnsanlık başlıklı yazı zrf_mustafa tarafından 18.09.2015 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.