Ümmühan, camekan dış kapıdan geçerek, lokantanın vestiyer/büfe,
tuvalet, kulis, mutfak kapılarının ve yine camekanlı salon kapısının açıldığı
antresine geldi. Çift kanatlı camekan kapıdan bakarak abisini aradı. İçerde ki
dolu masalar ve hareketlilik arasından orta masalardan birisinde gördü onları.
Masalarında Makbule de vardı; şu telefonda abisinin nereye gittiğini
bilmediğini söyleyen afişte... Az sonra yüz yüze geldiklerinde ne yapacaktı
bakalım! Sahnede, dört kişilik bir orkestra, hafif slov parçalarla dans müziği
yapıyorlardı. Solo gitarı çalan oğlan, bir oktavlık bir sesle, detone olmadan
şarkı sözlerini söylemeye çabalıyordu. Halil masada orkestraya dikmiş
gözlerini, kulaklarını, Erol ile Makbule’nin burun buruna vermiş
görüntülerinden kopuk, kendi aleminde müzik dinliyordu; daha başka bir ifade
ile: Yalancı afişte ile Erol, yan yana oturmuşlar, orkestranın sesini
bastırabilmek için birbirlerinin kulağına sohbet ederlerken, karşılarında
oturan Halil de onların sohbeti dışına itilmişliğini müzik dinleyerek telafi
etmeye çabalıyordu.
Camekanlı kapıdan başka bir iş için çıkan Şef Garson, Ümmühan’ı
fark edince, "Buyurun, hanım efendi? İçerde masanız var mıydı?
Rezervasyonunuz var mıydı? " diye sordu.
O anda birden bire ama, kesinlikle planlayarak değil, diline
geliveren yalanı söyledi Ümmühan. "Ben, orkestra için gelmiştim. Şey, yani, onlarla
görüşecektim... Müşteri değilim yani..."
Niçin böyle bir yalan söylediğini, şu anda düşünerek
cevaplayamazdı; kesinlikle yoktu bunun bir cevabı. Ama, bilinçaltındaki melek
(belki de herkesin dediği gibi şeytan) ona bir şeyler yaptırmak üzereydi.
Şef Garson, "O halde, isterseniz, kuliste bekleyin, burada, ayakaltında
rahatsız olursunuz," dedi.
Ümmühan, "Kulis nerede?" diye sordu.
Adam hemen yan tarafta ki kapıyı açtı, "Bu
koridorun sonundaki oda," dedi.
Adamın açtığı kapıdan girip girmemekte bir an tereddüt geçirmek
için kendisini zorladı ise de, ayakları, onu içerilere doğru taşımaya
başlamıştı bile... Koridor boyunca yan yana bir sürü oda kapısı önünden geçti:
Müdüriyetinden tutun da, garsonların soyunma odalarına kadar. Sahnenin yan
tarafında geldiği yer ise, içeride bir akustik gitar gördüğü için anlamıştı,
kulisti...
Orkestra ara verip içeri döndüğünde, Ümmühan akustik gitar elinde,
bildiği bir kaç akorla oynuyordu. Orkestra elemanları, odalarında onu görünce,
kim bu yahu, der gibi birbirlerinin suratına baka kaldılar.
Ümmühan, "Merhaba," diyerek ayağa kalkınca,
elemanlar hala şaşkın şaşkın bakıyorlardı. "Benim adım Ümmühan," diyerek
elini uzattı, sırayla tokalaştı her biriyle. Çocuklar kendi isimlerini
söylüyorlardı ama, Ümmühan’ın hiç biri aklında kalmıyordu o isimlerin. "Bir
soliste ihtiyacınız varmış, diye duydum. Onu konuşmaya geldim..." diyerek
gülümsedi.
Gitar çalıp, şarkı söyleyen, itiraz etti hemen, "Yok
öyle bir şey! Bunun için kim yolladı sizi?"
Ümmühan, "kimse?" dedi. "Şaka
yaptım... Sadece sizi, bir tebrik etmek için geldim. Çok iyi müzik
yapıyorsunuz!"
Gitarist şarkıcı, yine tedirgin, itiraz etti, "biz
iyi bir orkestra değiliz. Haddimizi biliyoruz. Ne istiyorsunuz? Kimsiniz? Beş
dakika aramız var, onu da katletmeyin de birer sigara içelim şurada!"
Ümmühan, "İçin siz," dedi. "Ben de
o arada, buraya niçin geldiğimi bulmaya çalışayım..."
Elemanlar, sigaralarını yaktılar, kulisin, binanın
havalandırmasına açılan küçük penceresini açarak, sandalyelere oturup, içmeye
başladılar.
Ümmühan ayaktaydı. "İçerde nişanlım var," dedi.
"Aslında ben onun yanına geldim..."
Bateri çalan oğlan, "O halde, onun yanına gitseydiniz ya!"
dedi.
Ümmühan, "Nişanlımın yaş günü bugün. Bir sürpriz yapabilir miyim ona?
Çıkıp, kendisinin benim için yazdığı bir şiir var, onu okuyabilir miyim,
mesela?... Yok, yok...Şiir olmaz, sizinle bir şarkı okuyabilir miyim
acaba?..."
Org çalan genç, öteki ikisinden daha anlayışlı çıktı.
"Okuyun! Ne olacak ki? Her akşam, birileri çıkıp okuyor zaten..."
Bas Gitar çalan da, bir espriyle destekledi arkadaşını, "Kafayı
buldular mı, assolist kesiliyor hepsi..."
Gitarist-şarkıcı, "bildiğiniz bir şarkı var mı?" diye
sordu.
Ümmühan, "Ben de yarı müzisyen sayılırım," diye
karşılık verdi ona, sonra kendini düzelterek, "yani, meraklıyım.
Okuldayken, meraklı birkaç arkadaşımla bir araya gelip, birimizin elinde
darbuka, diğerimizin elinde gitar, flüt, eğlenirdik...O eğlencelerle epeyi
repertuarım var anlayacağın ama, nişanlımın çok sevdiği bir şarkı var, ben onu
okumayı isterim..."
Gitarist-şarkıcı, "Hangisi o?" diye sorunca,
Ümmühan, "W’ıll Always Love You" dedi.
Gitarist,şarkıcı çocuk, yine, "Biz yabancı müzikten
anlamayız," diye itiraz etti. "Türkçe
sözlü..."
Ümmühan, onun sözünü keserek şarkıyı mırıldanmaya başladı.
Org çalan çocuk," çok iyi yahu," diye mırıldandı.
Akustik gitarı aldı eline, akorlarla oynamaya başladı. "Sesiniz
çok iyi...Farkında mıydınız bunun?"
Ümmühan şarkı söylemeyi keserek, "öyle söylüyorlardı. Epeydir
denememiştim," dedi.
Bas gitarist, yine esprili, gitarist-şarkıcılarını göstererek, "Bu
karga sesin yerine seni alalım orkestraya," diye takıldı.
Ümmühan, umutlanarak, "Yardımcı olacak mısınız?" diye sordu.
Bas gitarist, "Çıkıp söylersiniz işte. Herkes söylüyor," diye
tekrarladı.
Orgcu, arkadaşına, "Bayan, bizim eşlik edip edemeyeceğimizi söylüyor,"
diye izah etti. Ümmühan’a bakarak, "Elimizden geleni yaparız," dedikten
sonra, "Re
majörden bir prova alalım mı?" diyerek elindeki gitarı,
gitarist arkadaşının kucağına verdi. "Haydi!"
Gitarist, sigarasını kül tablasına bırakıp, "siz
girin bakalım," dedikten sonra, şarkıyı söylemeye başlayan
Ümmühan’a gitarla eşlik etmeye başladı. Şarkı bittiğinde, "Haydi,
ara bitti, çıkalım, " diyerek ayağa kalktı. Kulisteki
masanın çekmecesinden bir tükenmez kalem alarak, Ümmühan’a "Adınız
neydi?" diye sordu.
Onun yerine baterist cevap verdi, "Ümmühan"
Gitarist, "Soyadını sordum?" diyerek kıvırttı.
Ümmühan "Ümmühan Soylu," dedi.
Gitarist, "Ümmühan Soylu," diyerek avucuna yazdı,
sonra, "Erol
Soylu’ nun bir şeyi oluyor musunuz," diye sordu.
Ümmühan, "kız kardeşiyim," deyince
Gitarist, "O benim ilkokul arkadaşım, yahu!" dedi.
"Aynı
okulda okuduk ikimiz..."
Ümmühan, "Kendisi şu anda salonda... Nişanlımla beraber aynı
masadalar; nişanlım da arkadaşınızdır o halde; çünkü ilkokulu abimle beraber
okudulardı," deyince,
Gitarist, “onun adı…” diyerek bir tahmin yapmaya
niyetlenirken,
Ümmühan, “Halil,” dedi. “Halil Kaya”
"Tabii ya, Halil Kaya! İkisi hiç ayrılmazlardı onların, kan
kardeştiler hatta… Allah Allah, hiç dikkatimi çekmedi! Masalara dikkat ederim
oysa... Demek ki, tanıyamamışım onları..." dedi.
“Neyse, bu sefer daha çok dikkat ederim. Biz çıkıyoruz. Sen de,
senin adını anons ettiğim zaman gel, olur mu? Sahneye çıkınca yanıma gel ki,
sana mikrofonu vereyim..."
Ümmühan, "Tamam," dedi.
Orkestra elemanları ona gülümseyerek sahne almak üzere gittiler.
Erol, orkestra gürültüsünün bitmiş olduğundan istifade, masanın
karşısında oturmakta olan Halil ile sohbet etmekteydi.
Orkestra sahnedeki yerini aldı, gitarist, biraz da ilkokul
arkadaşı Erol Soylu’yu araştıran gözlerle salonu tarayarak,
"Sevgili misafirler," dedi. Mikrofondaki ses,
ekolaşıyordu, "Şimdi huzurlarınıza, bir misafirimizi davet edeceğim.
Kendisi, bugün, şu an salonda bulunan nişanlısının doğum günü olması
münasebetiyle, bir şarkı armağan edecek kendisine. Biz, az önce, kuliste, kısa
bir prova yaptık kendisiyle... İnanınız, sesi çok...çok...çokkk güzel...İşte o!..."
Bazen, insanın başına gelir; Allah mı söyletti, ne, dedirtecek
biçimde, Erol da, Halil’e tam da, "Keşke Ümmühan’ı da mı getirseydik, ne?"
diyordu ki...
Gitarist, avucuna kaçamak bir bakış attıktan sonra, :
"Ümmühan Soyluuu!..." diye bağırarak anonsunu
tamamladı.
Erol da, Halil de, bir an, acaba yanlış mı duyduk, diyerek
gitariste doğru donarak bakakaldılar. Adamın ismi tekrarlamasını bekliyor
gibiydiler ki, orkestra müziği solo ve akor olarak girmişti bile. Bir es, sonra
içerden Ümmühan geldi, bir taş bebeği andıran görüntüsüyle sahnede ki yerini
aldı, gitaristin eline tutuşturduğu mikrofona şarkıyı söylemeye başladı. Bütün
salon, bu buğulu sesi daha iyi dinleyebilmek için bir anda susmuştu. Ümmühan
heyecanını bastırmaya çalışarak, sahnedeki elemanların arasına dikilmiş, slov
şarkıyı müthiş bir efor sarf ederek okuyordu.
Şarkıyı bitirdiğinde, kızı, koca salonda alkışlamayan bir tek
insan kalmadı. Ümmühan, mikrofondan "Teşekkür ederim!" dedikten sonra,
mikrofonu orgun üzerine bırakarak, orkestra elemanlarına teşekkür ede ede
sahneden inmeye koyuldu. Gitarist, kızın orgun üzerine bıraktığı mikrofonu
önündeki sehpaya takarken, salon, "Bir daha, bir daha, bir daha..." diye
tempo tutmaya başlamıştı.
Gitarist, sahneden uzaklaşmak üzereyken, seğirtip, Ümmühan’ ı geri
getirdi. Mikrofona, "bu kadar tempodan sonra, bir şarkı daha söylemeden gitmek
olmaz. Nişanlının hatırı için..." diye seslendi.
Tempo iyice arttı. "Bir daha!... Bir daha!... Bir daha!..."
Ümmühan, gitarist gence mikrofonsuz bir şeyler söyledi. Gitarist
mikrofonu çıkartıp verdi onun eline, Ümmühan mikrofonu ağzına yaklaştırıp, "Ben
şarkıcı değilim… Affınıza sığınarak, sevgili nişanlım için bir sürpriz yapmak
istedim sadece…." dedi.
Tempo durmuyordu. “Bir daha, bir daha” sesleri…
Ümmühan, neşelenerek, “Nişanlıma sorayım. Ne diyorsun, sevgili nişanlım? Okuyayım mı? ”
diyerek Halil’e baktı.
Halil, hala şaşkın halde, sahnede ki kızın Ümmühan olup
olmadığının bile bilincinde değilmiş gibi bakıp duruyordu ama, Erol
toparlamıştı kendini, "Söyle!... Söyle!..." diye bağırdı
masasından. Herkes, lafı edilen nişanlının o olduğunu sandı.
Ümmühan, gitaristin kulağına uzanarak bir şeyler söyledi. Gitarist
de "Sen
gir," diye karşılık verdi ona. Ümmühan, Halil’ i işaret
ederek, "Bu
şarkıyı ona söylüyorum," dedi. Türkçe sözlü bir şarkı
söylemeye başladı. Bu da, "w’ıll always love you" tadında bir
şarkıydı ve onu da orkestranın hafif ritimleri eşliğinde çok güzel okuyordu
Ümmühan...
"Seni seviyorum.../Sana duyduğum bu aşk ile içim gülüyor.../ beni
ne kadar çok seversen sev.../ ben seni daha çok seveceğim.../ben seni hep
sevmek için var olacağım..."
Salonda yine müthiş bir alkış kopmuştu.
Halil Kaya, gözleri buğulanarak, "deli kız,"
diye mırıldandı. "galiba, ben de seni seviyorum!"
*