Oğlum, biz de çocuktuk bir zamanlar,
Bizim de oldu gülüp, ağladığımız anlar...
Bilgisayarımız bozulmazdı,
Suratımıza top çarpmazdı,
Bisikletten düşmezdik...
Ama
Beslediğimiz civcivin
Bir sabah aniden ölmesine,
Sapanımızın kayışının kopmasına,
Topacımızın kaybolmasına
Dayanamazdık,
Ağlardık...
Tarla yollarında koşarken
Ayağımıza batan dikenler ağlatırdı bazı
Bizi.
Ya da iki kaşımızın ortasından sokan
Eşek arıları...
Ekin yolarken avuçlarımız şişerdi.
Bazen araba niyetiyle çıkarıp sürdüğümüz
Lastik papuçların içinde ayaklarımız pişerdi...
Gürül gürül pınarlardan
Çam kokulu susaklarla su içerdik...
Ve o sularla, çamurlarla oynarken
Kendimizden geçerdik...
İncirlerin en ballısını bulmak için yarışır,
Ağaçlardan düşerdik...
Sahi oğlum,
Üzüm şırası nedir, bilir misin, tattın mı,
Pekmez tavasının içine ayva attın mı,
Ve yorgun gecelerde,
Mehtabı bir yorgan gibi üstüne çekip,
Yusufçuk kuşlarının sesleri eşliğinde,
Katran kokan çardaklarda yattın mı?
Keşke yine
'Mustul'un Land Rover jipinin
Arkasından koşmaktan
Kan-ter içinde kalsaydım...
Keşke herşeyin satıldığı dükkanlardan
Beş-on kuruşa şeker-lokum alsaydım...
İsterdim, düğün yemeklerini tahta kaşıkla yerken
Ağız kenarlarım yara olsaydı...
Ve
Annem yufka pişirirken
Davlumbazdan taşan duman
Gözlerime dolsaydı...
Harmanlarda
Emeği ve sabrı ekmeğe dönüştüren
Dövenlerle döndüğümüz,
Cehennem sıcağı günlerde
Küçücük sırtımızda,
Kocaman üzüm küfesiyle
Kulak derimiz soyulana kadar yandığımız,
Buz gibi böğetlerde,
Kurbağalarla, balıklarla çimdiğimiz
Yıllarda kaldı çocukluğumuz...
Hepsini özlüyorum;
O günleri, yaylayı,
İlle de evimizi...
Toparlayan oydu,
Oydu bağlayan birbirimize bizi...
Aksa da,
Tütse de
Evimizdi,
Bizimdi...
Ve bu evde
En büyük zevkimizdi
Gaz lambasının titreyen ışığında,
Çoluk-çocuk, konu-komşuyla
Yarpuzlu darı çorbası yemek...
Ve dedelerimizin askerlik hatıralarını,
Ninelerimizin cinli, perili masallarını dinlemek...
Bu günün 'çok'una inat, 'az'la mutluyduk,
Huzurluyduk,
Hayat doluyduk...
Bu günkü çocuklardan daha çocuktuk...
İhsan Gürbüz - Alanya