Yunus daha önce yalnızca yaz aylarında gelirdi dağ evine. Bir türlü
sevememişti bu dağ evini. Şimdiyse yaz kış demeden hayatının geriye kalan
kısmını dağ evinde geçirmek istiyordu. Şehirden iki saatlik bir uzaklıkta
birbirlerinden güzel üç beş dağ evinin arasında bir yerde kalıyordu. Kış ayında
olduğu için henüz kimseler gelmemişti. Yalnız başına yaşamak, yaşama alışmak
için bir ön terapiydi sanki. Çocukluğunu da gömmüştü toprağa ailesini
kaybedince. Ailesini kaybedeli üç ay olmuştu. O gün sanki kıyamet kopmuştu.
Yunus o gün arkadaşlarıyla kalmak istemişti. Ailesi ise iki günlük bir tatil
yapmak istemişti. O gün ailesini kaybedince neden bende o arabada değildim diye
günlerce kendi kendisini yedi. Acısı tazeydi henüz. Her sabah dağ evine yakın
bir ilçeye gidip gazete ve yiyecek bir şeyler alıyordu. Ailesinden kalan
arsaları satmıştı. Altına son model bir araba almıştı. Babasına da dedesinden
kalan av tüfeği ile ava çıkıyor günün stresini atıyordu.
Bu sabah kalkar kalkmaz pencereyi açtı. Odadaki kasvet biraz olsun
azalmıştı. Ciğerlerine kadar çekti temiz havayı. Mutfağa gidip kahvaltı
hazırladı. Odaya geri döndüğünde yan tarafta kalan dağ evinin önünde bir aracın
belirdiğini gördü. Biraz izledikten sonra arkadan gelen kamyoneti görünce hemen
üzerine bir şeyler alıp yardıma gitti. Eşyaları kamyonetten indirip evi
düzenledikten sonra Yunus eve doğru yürüyecekken arkadan omzuna değen el ile
duraksadı.
Üç arkadaş, Yunus’a, kendilerine yardım ettiği için teşekkür ediyordu.
Yunus da teşekkürleri kabul ettikten sonra eve doğru ilerlerken, Damla’nın
sesiyle yeniden duraksadı. Kızlar Yunus’u müsait olduğu bir zamanda kahve
içmeye bekliyordu. Yunus kızlara dönüp yüzüne tebessümü yerleştirdikten sonra
tamam dercesine başını salladı. Eve geri döndü. Kahvaltı yaptıktan sonra kendisini
dışarı attı. Aklında hala kardeşi vardı. Ve bir daha asla göremeyeceği annesi
ile babası...
Hayat her şeye rağmen devam ediyordu. Asıl sorun da orada ya, hayat devam
ederken sen ona ayak uydurmak istemezsin. Seni mecbur bırakır bazen yaşananlar.
Kardeşi yanında olsa belki de bu kadar acıyı tek başına yüklenmek zorunda
kalmazdı.
Eve doğru gelirken dışarıda Damla’yı gördü. Selam verip eve geçmek istedi.
Tam eve girecekken Damla’nın kendisine bir şey söyleyecek gibi baktığını
görünce yanına gitti. Yarım saat uzaklıktaki ilçeye inmeleri gerekiyordu.
Damla Yunus’u beklemeye koyulurken Yunus ivedilikle arabayı hazır edip
yolun başına geldi. Yol boyunca ikisi de tek kelime etmedi. Yunus en çokta
gidecekleri yeri merak etti. Yine de sormak istemedi. Zaten söylemek isteyen
sormadan da söylerdi diye düşündü. İlçeye vardıklarında, eski yapı bir müstakil
evin önünde durdular. Damla o eve doğru giderken, Yunus arabada durmak istedi.
Damla sende gel deyince Yunus da içeri girdi. Yunus'un içinde adını koyamadığı
bir huzur vardı. Amcayı daha tanımadan içi ısınmıştı. Ve tanışmak için can
atıyordu. Damla kapının tokmağını vurup beklemeye koyuldu. Gelen olmayınca,
bahçedeki sedire oturup beklemeye koyuldular. Güneşin bile tebessümle uyandığı
bir gündü. Kış aylarında olmalarına rağmen bahar aylarında gibiydiler. Beklemek
belki de hiç bu denli güzel gelmemişti Yunus'a. Yunus beklerken muhabbet
edip birbirlerini tanımanın daha iyi olacağını düşündü. İkili birbirlerini
tanımaya çalışırken, kâh kahkahalar attılar kâh hüzün dolu anlar yaşadılar.
Yunus uzun zamandır hiç böylesine rahat hissetmemişti kendisini. Sanki kalbine
saplanan zehirli mühür bir anda çözülüvermişti. Artık eskisi kadar olmasa da
daha rahat nefes alıp veriyordu. Amca tam bir buçuk saat sonra geldi.
Amca aksakallı ve yetmiş yaşındaydı. Tekerlekli sandalyeye mahkûmdu.
Damla’nın neyi oluyordu bu adam. Ve neden yarım saatlik bir yolu bu amca için
yürüyordu. Yunus aklında bu sorularla mücadele ederken Damla gelen amcaya doğru
koşar adım ilerledi. Elini öptü. Amca da yıllardır görmediği torununa sarılır
gibi sarıldı Damla’ya. Bu özlem dolu kucaklama Yunus’u eskilere götürdü.
Babasının işten dönerken ki anları geldi aklına. Saat üçte okuldan çıkıp
babasını beşe kadar beklerdi. Babası da elinde çikolata, bisküvi ile gelirdi.
Annesinin bir aylık hac turu geldi aklına. Yemeklere burun kıvırdığı, ancak
değerini annesinin olmadığı zamanda anladığı anne yemekleri… Şimdi o anlara
dönmek için nelerini vermezdi. Gözyaşlarına hâkim olamadı. Öyle ki bir çocuk
gibi ağlamaya başladı. Amcanın yüzü Yunus’a dönük olduğundan durumu fark edip
ona doğru ilerlemesi için Damla’ya durumu el kol hareketleriyle izah etti.
Damla da Yunus’un yanına gelerek neyin var diye sormak istediyse de bir cevap
alamadı. Yunus kendini toparladıktan sonra özür diledi. Nazif şifalı sözleriyle
Yunus’un biraz olsun acısını hafifletebilmişti. Damla kahve pişirmek için
mutfağın yolunu tuttu. Giderken de Yunus’a bir bakış attı. Bu bakışın anlamı
bir kahve içirmeden bırakmam sözüne atıf yapmaktı. Yunus da anlamış olacak ki,
tebessümle bu sözün yerine getirildiğini onayladı. Damla içeriye giderken Yunus
Nazif amcayı süzdü. Yaşlı olmasına rağmen ne kadar dinçti. Onun gözünde yaşlı
amcalar hep tombul insanlardı. Birde kendisine baktı. Ailesini kaybetmeden önceki
halinden eser kalmamıştı. Kendisini tanıyamıyordu. Karakaşlı, kara gözlü Yunus
gitmiş yerine bir deri bir kemik ceset kalmış diye düşündü. Bu acı onu günden
güne eritiyordu. Damla’nın gelmesiyle hayal âleminden gerçek âleme geri döndü.
Damla yüzüne yaydığı tebessümle etrafa huzur dağıtıyordu adeta. Yunus da bu
huzurdan nasibini almıştı. Kahveler yudumlanmaya başlandığı sırada Nazif amca
sessizliği bozdu.
Nazif Amca: Bir kahvenin kırk yıllık hatırı vardır der atalarımız. Ama kırk
yıl yaşar mıyız bak orası meçhul. Yine de eğer siz yaşarsanız belki beni de
eklersiniz Fatiha’nıza.
Yunus: Ölüm ve ecel ensemizde konaklıyor. Ve bir an evvel buluşmak için can
atıyor. Lakin ne kadar hazırız bilmem.
Nazif Amca: Hedef olmadan varılan yol, yol değil duraktır. Kiminle yürürsen
yürü hakkı bilmek geldiği yolu hatırlamaktır.
Yunus: Haklısın Nazif amca. Yüreğime su serptin. Manevi iklimlerde epeydir
gezemiyordum. Namaz kılıyorum eyvallah. Bu zaten boynumuzun borcudur. Peki, ne
biriktirdin diye sorarsan işte ona verecek bir cevabım yok.
Nazif Amca: ‘’Biriktirdiklerin değil paylaştıkların senindir’’ der Yunus
Emre Hazretleri. Hem o yüce zat bir söz daha der ki, vay halimize. ‘’Derdi
dünya olanın dünya kadar derdi olur’’
Yunus: Sözün eri olana ne desen eğri durur. Susuyorum. Belki gönlüme gelen
cevap sana ulaşır.
Damla: Nazif Amca dolu bir adamdır. Seni sıkıp bunaltır sandım. Ama sende
az dolu değilmişsin hani.
Nazif Amca: Ben bu delikanlıyı çok sevdim. İnşallah tekrar görüşmek nasip
olur.
Yunus: Buyur gel bende kal amca. Sana ve hakikat dolu sözlerine ihtiyacım
var.
Nazif Amca: Davete iştirak etmek gerek. Ben gibi bir fakiri sofrana buyur
etmişsin. Gelmemek nasibini almamaktır.
Yunus arabayı hazır edip Nazif amcayı Damla ile birlikte arabaya
bindirdikten sonra yola koyuldu. İçinde tarif edemediği duygular vardı. Damla
beni ilçeye bırak demese Yunus Nazif amcayı hiç tanımayacaktı. Allah'a
şükretti. Dağ evine gelince Nazif amcayı arabadan indirip eve kadar götürdüler.
Damla kendi evine dönecekken Yunus’un dışarı çıktığını görünce duraksadı. Yunus
içinde beliren bu tarifsiz huzurun kaynağına ışıltılı gözlerle bakıyordu. Damla
biraz da utanarak, yer yer yüzü pembeleşerek tatlı tatlı gülümsüyordu. Yunus
şükranlarını ilettikten sonra eve gitmek için yönünü değiştirdi.
Damla tam eve girecekken Yunus’un eve girip girmediğini göz ucuyla süzmek
için arkasını döndüğünde, Yunus hala olduğu yerde bekliyordu. Ve elinde olmadan
Damla’ya sarıldı. Annesinin kokusu sinmişti sanki Damla'nın üstüne.
Gözyaşlarına hâkim olamadı. Sonra birden özür dileyerek Damla’dan uzaklaştı.
Eve geldiğinde bir çay demledi. İçinde huzur kelebekleri uçuşuyordu. Bugün hiç
bitmese diye düşündü. Gece gelip çatmıştı. Yunus Nazif amcanın yatağını hazır
ettikten sonra odasına çekildi
Yatağına uzandı. Bakışları masanın üzerinde duran küçük sandığa yoğunlaşmıştı.
Aradan kaç ay geçmesine rağmen hala cesaret edip de açamamıştı sandığı. Ve
bakamamıştı ailesinin fotoğraf albümüne. Yunus sandığa bakarken gözleri yavaş
yavaş kapanmaya başlamıştı bile.