Bir gün sultan Süleyman merak sarmıştı ava
O gün de avlanmaya müsait imiş hava
Lakin av dönüşünde yağmura tutulmuşlar
Yağmurun şiddetinden sırılsıklam olmuşlar
Can derdine düşerek sığınmışlar bir taşa
Erkanı yanındaydı vezir, serasker, paşa
Hava biraz açınca bir kulübe görmüşler
Hepsi cümbür cemaat kulübeye girmişler
Kulübede ki çoban buyurunuz söyledi
Hoşbeş ettikten sonra hepsine yer eyledi
Padişah memnun kalır yüzü güler neşeden
Bir ara boş bulundu laf attı bol keseden
Der ki bu ateş şimdi bin altına değerdir
Zeki çoban o anda padişahı dinlerdir
İyice kurundular tam olmuş hizmetleri
Padişah vermek ister çobana ücretleri
Ne kadar borcumuz var padişah der çobana
Çoban der padişahım bin bir altın ver bana
Padişah zanneder ki çoban cahilin biri
Herhalde rakamları tanımaz bu serseri
Ne dersin be hey çoban biz avlandık sahanda
Akıl erdiremedim ne sır var bu pahanda
Çoban yere eğilir kelle kaygısı ile
Padişaha arz eder yüksek saygısı ile
Padişahım bir altın zaten yiyip içtiniz
Ateş için bin altın değeri siz biçtiniz
Padişah sarf ettiği sözünü hatırladır
Bin bir altını hemen o çobana fırlatır
Bu tabir ondan kalma “Ateş pahası” diye
Lafı atmadan önce düşün bir kaç saniye