Of ki of! Yaş kemale
erdi geldik dayandık neredeyse yetmişli yaşlara, altmışdokuzbuçuk diyeyim de
siz de aman da aman, maşallah deyin nazar mazar da değmesin bu Şahabettin
Amcanıza. Neler var başımda neler, ama yine de hasta değilim. Şaşırdınız değil
mi? Şaşırın, şaşırın zaten, ben de şaşırmış durumdayım en şaşkınından, eşim
dostum akrabalarımda şaşırıyor bu benim halime.
Ev de sıkılıyorum, bazen, bunalıyorum, başım dönüyor mönüyor hiç kafaya
takmıyorum. Artık dönmesin mi başım yani yaşı yetmişe dayadık. Hanım ''Bey
doktora gitsene diyor, inat ettim gitmiyorum.'' Ara da kafam bozuluyor, iki
kadeh parlatıyorum, üçüncüye ıııh mümkünatı yok. Biraz zaman geçiyor yine başım
dönüyor, bazı bazı midem bulanıyor. Ben de ki Laz Damarı usta gitmiyorum işte
yine doktora moktora. En son doktora gittiğimde bundan tam on yedi sene sekiz
ay yirmi üç gün altı saat öncesinde, doktor neredeyse kafayı yiyecekti beni
muayene ederken. ''Allah'ını seversen sen gelme Şahabettin Amca bir daha benim
muayenehaneme. Seni tedavi etmeye çalışır iken ben psikiyatristlik oldum.''
dedi ''Senin hiç bir şeyin yok öyle görünüyor ki sen yüzü bile aşarsın bu gidiş
ile.'' Hem vallahi hem de billahi öyle söyledi. ''Kırmam lazım zaten dedemin dedesinin,
dedesinin dedesinin yani dört göbek önce ki dedemin rekorunu, kırmam ya da
egale etmem lazım. Süt içer, yoğurt yer, soğanı yumruk ile böler, Hindistan
Cevizini tek eliyle kırar, iki koyunu da koltuğunu altına aldı mı hiç durmadan
dere tepe götürürmüş.''
Şekerin var diyorlardı bir ara ''Eee, ben tatlı adamım tabi'' diyorum basıyorum
hamur işlerinin sütlü tatlıların gözüne gözüne. ''Aslan gibiyim aslan. Hele o
baklavaları, hele o Kemalpaşa tatlılarını, hele o kazandibilerini, keşkülleri,
hiç kimse elimden alamaz.'' Neymiş efendim ''Çok yersem gıda zehirlenmesi
olurmuşum.'' zehirlenelim de gıdadan olsun havadan sudan olmasın değil mi ama?
Millet zamanında radyasyondan, Çernobil'den zehirlenmedi mi?
Merdivenleri çıkarken, bir de yağmur yağdığında dizlerim ağrıyor. Komşular
durmadan ''Şahabettin Bey romatizma var sen de eklem yerlerin zedelenmiş filan
deyip moralimi bozmaya çalışıyorlar hiç işim olmaz doktor ile ben bir kere
kendi kendimin doktoru, hem de fahri doktoru olmuşum vız gelir tırıs gider.''
Kalbim de bazen hızlı hızlı atar gibi oluyor. Kızıyorum kalbime ''Ne ulan bu
halin senin şurada güzel kızları gördün gençliğin aklına geldi değil mi kerata
yürek seni gidi gidi.'' diyorum bazı eşim dostum ''Sen de herhalde kalp
rahatsızlığı da var bir kalpçiye git.'' diyorlar. Ben de onlara ''Atacak tabi,
kalp bu hızlı hızlı atmazsa silerim onu defterden zaten.'' deyip o eleştiri
oklarını da bir şekilde savuşturuyorum. ''İyiyim iyiyim vallahi iyiyim.'' Arada
da kalbime şarkı söylüyorum, hoşuna da gidiyor kalbimin ''Kalbe dolan o ilk
bakış unutulmaz unutulmaaaaz, sevda ile ilk uynaııııış unutulmaaaaz
unutulmaaaaaz.''
Ha bu arada gözlerim de az görmeye başladı, kulaklarımda az duymaya başladı.
''Olsun ne yapalım şimdiye kadar duydukları ve gördükleri yeter de artar
bile.'' Yaş kemale erdi ya bazen görmek istemediklerim ile karşılaşınca, az
gördüğüme seviniyorum. Kulaklarım ile de dedikodulara kulak misafiri olmuyorum,
böylece de bir sürü gıybeti duymuyorum ne güzel. ''Niye gidecekmişim ki doktora
gözüm ve kulağım için amaaan boş ver gitsin.''
Baharlarda alerjim oluyor bu polenler filan uçunca. Çok da şeyimdeydi, yani
şeyimdeydi derken umurumdaydı demek istemiştim sadece, yanlış anlamayın, oraya
koyacak kelimeyi sonradan buldum da. ''Ne gerek var ilaç kullanmaya, doktora
gidip de bir sürü paralar dökmeye, polenlerden uzak durayım yeter bana.'' Bu
pamukçuklar en çok kavak ağaçlarında oluyor. Mektup yazdım geçen gün belediye
başkanına ''Aman bu kavakları kesin alerjim var benim Sayın Başkanım başka bir
şeyler ekin bunun yerine Ankara sokaklarına, ben de aksırıp tıksırmayayım.''
dedim. Başkan beni sever ''Emrin olur ağabey ben hemen emir veriyorum çok kısa
bir zaman da hepsini keseriz sen hiç merak etme.'' dedi... ''Nereden mi
tanıyorum Belediye Başkanını?'' söylemem, söyleyemem, ''Israr etmeyin çocukluk arkadaşı
olduğumuzu ne kadar ısrar ederseniz edin söylemeyeceğim, ağzımdan alamazsınız
kesinlikle.''
Bazen tansiyonum yükseliyor, bazen de düşüyor. ''Asansör mü bu mübarek
tansiyon? Bir iniyor bir de çıkıyor. Ulan kerata tansiyon biraz rahat dursana,
otursana oturacağın yerde. ''Yok, birader yok ölç tür mü yorum tansiyon filan
''Düştü mü biraz tuzlu, çıktı mı biraz limon filan.'' Yok, efendim eczaneye
filan gidecekmişim de ölçtürecekmişim tansiyonu mu? Eski devirlerde kim kimin
tansiyonunu ölçüyormuş da, tansiyon diye bir şeyi kim biliyormuş?''
Son zamanlarda biraz da unutkanlık başladı alzheimer başlangıcı da olabilir
belki. Bir çok şeyi unutuyorum. Geçen apartmana girdim, yanlışlıkla bir üst
kata Recai Beylerin evinin kapısına çıkmışım. Anahtarı deliğe sokmaya
çalışıyorum bir türlü deliğe girmiyor anahtar. Tam ben kapıyı kurcalarken Recai
Beyin Hanımı Makbule Hanım kapıyı açmaz mı, onu görünce birden çok şaşırdım
''Siz ne arıyorsunuz bizim ev de Makbule hanım?'' deyince kadın biraz
duraksadı, sonra döndü bana ''Burası zaten bizim ev Şahabettin Bey sizin ev bir
alt katta yine karıştırdınız evleri.'' demesin mi? Başımdan kaynar sular
döküldü rezil olduk hem vallahi hem de billahi. İşte böyle biraz unutkanlık
oluyor ama, yok yok yine de gitmeyeceğim doktora moktora. ''Siz de beni hasta
filan mı zannettiniz yahu?'' Devrelerim mi yandı ne? ''Tahtaları eksik bunun
kesin.'' diyorlar komşularım. Gülüp geçiyorum. Ona da Japon Yapıştırıcı sürdüm
mü biraz, her şey yoluna girer. Siz beni takmayın kafanıza. Ben kendimi zaten
takmıyorum kafama...