Emperyalizm-Kapitalizm olsun, sosyalizm olsun, ya da üretim hedefli olsun, tüketim hedefli olsun, hiçbir modelin tek başına insanlığa huzur getirmesi mümkün değildir.

Esasında toplumlardaki hakim sınıf ile ezilen sınıf arasındaki çatışmaları simgeleyen bu görüşler, kendilerinden yararlanmasını becerebilmiş bir açıkgözler (ya kapitalistler, yada bürokratlar) grubu yaratıyorlar, bunlarda diğer insanlara dünya hayatını zindan ediyorlar.

Liberal Sistem, %20’lik bir azınlığın yararına işlemektedir. Halk çoğunluğunu ise durgunluğa ve yoksulluğa terk ederek, gerçek bir büyümeye dayanmamaktadır. Bu sistemde, demokrasi sosyal gerilemeye bağlı olarak aşırı kırılgandır. Egemen güçlerce salık verilen formüller – ticaret eşyası olarak görülen tarımsal toprağın özelleştirilmesini hızlandırarak- bildiğimiz yığınsal göçe yol açmaktadır. Modern endüstriyel gelişme bu aşırı işgücünü sindirememekte, bunlar da gecekondu bölgelerinde toplanmaktadırlar.

Liberal sistemin sosyal kurbanlarının olumlu, bağımsız, radikal ve tutarlı bir alternatif oluşturmaya muktedir olup olmadıkları tartışmalıdır. Emperyalist güç odakları arasındaki çıkar çatışmasının sona erdiği iddiası da temelden yoksundur.

Eylül 2008 çöküşü sistemin yarattığı bir krizdi. Krize yol açan kapitalizmin malileşmesi, kapitalist oligopolün (takım tekelinin) bir tercihiydi. Ekonomi ve toplumlar üzerindeki hâkimiyetlerini sürdürebilmek adına bu tercihi sürdürmek zorundaydılar ve kapitalizmi krizden krize sürükleyecek olan bu yapıdan geri dönüşleri söz konusu olmayacaktı.

Son on yılda kapitalizm büyük değişim yaşamıştı. Sermayenin merkezileşmesi kırk yıl öncesine kıyasla benzersiz boyutlara ulaşmıştı. Oligopol kapitalizmi ekonomik yaşamın tüm alanlarında egemen olmuştu. Bu nicel değişim emperyalizme yeni bir nitelik kazandırmıştı.

Bu şu demekti, eskiden emperyalizm daima çoğul olarak anılır ve kendisini söz konusu emperyalist güçlerin sonu gelmeyen çatışmaları ile gösterirken, bugün takım tekelcilerin (oligopolün) tek özne halinde kolektif emperyalizminden söz etmek gerekmekteydi. Bu Mali emperyalizmin günümüzde ulaştığı boyut: Çağdaş kapitalizmin malileşmesini niteleyen olay, para ve mali piyasalarındaki yatırımların genişlemesi deyiminde yatmaktaydı.

Tarihte eşi benzeri olmayan bu genişleme bir çeyrek asır önce ivme kazanarak, dünya gayrisafi yurtiçi üretiminin yaklaşık 50 trilyon dolar, uluslar arası ticaretinde 15 trilyon dolar olmasına karşılık, para ve mali piyasalardaki yıllık işlem hacmini 2000 trilyon(tera) doların üzerine taşıdı. Bugün, kapitalizmin çok ileri derecede merkezileşmiş bir biçimini yaşıyoruz. Bu dönemde takım tekelleri (oligopoller) yani dünyadaki yaklaşık 50 sermaye grubu ve onların çevresindeki 1000 kadar grup tüm sistemin stratejik noktalarını kontrol ediyor ve temel meselelerde kararları veriyor. Finansal sistemin düzensizleştirilmesine ihtiyaç duyan ve bunu talep eden de zaten bu oligopollerdir.

Piyasa Ekonomisi, hayali bir sistemin teorisidir. Gerçek Kapitalist Sistemde bu teori çalıştırılamaz. İktidarlar, felaketin sorumluluğunu bankalara ve mali kurumlara yüklemeye çalışmaktadırlar. Ancak, malileşme aslında tümüyle oligopollerin işine yaramıştır ve karlılıklarının %40’ı sadece mali işlemlerden kaynaklanmıştır. Ve bu oligopoller aynı zamanda reel üretim ekonomisinin hakim sektörlerini ve mali kurumları denetim altında tutmaktadır. Mali oligopollerin hakimiyeti ekonomiyi bir sermaye birikimi krizine mahkum etmekte, bu da hem talep krizi (tüketim azlığı) hem de verimlilik krizine neden olmaktadır. Artık oligopollerin hizmetinde olan mevcut güçlerin (üçlü ülke hükümetleri ABD, AB ve Japonya) aynı malileşme sisteminin çizgiye sokulmasından başka projeleri yoktur.

Bunların, sistemi eski haline geri çevirebilmeleri çok zor olacaktır. Bunun için iki koşulu yerine getirmeleri gereklidir.

Birinci koşul, sisteme gereken ölçüde likidite sağlanması ki, bu astronomik düzeylerde, 2 trilyon dolar civarında olmalıdır.

İkinci koşul ise, bu para aktarmanın mağduru olan kesimlerin, yani daha fazla işsizlik ve resesyonla, maaşların düşmesi, emeklilik maaşlarının azalmasıyla karşı karşıya olan kesimlerin, şimdi olduğu gibi, mücadele düzeylerinin zayıf ve bölünmüş halde kalmasının sağlanmasını gerekli kılıyor. Ancak bu gerçekleşse bile, birkaç yıl ya da birkaç ay içinde tekrar bir finansal çöküşün yaşanması kaçınılmaz olacaktır.

Üçlü ülke hükümetleri Ekim 2008 öncesine dönmeyi başarsalar da başaramasalar da süreç çalışanların reel ücretleri aleyhine sonuç verecektir. Çalışanlar şimdiden tepkilerini gösteriyorlar ve daha da çok gösterecekler. Bugünkü temel siyasi soru, mevcut sistemin sosyal kurbanlarının olumlu, bağımsız, radikal ve tutarlı bir alternatif oluşturmaya muktedir olup olmadıklarıdır.

Tarım sorunu gelecekte üçüncü dünya ülkelerinde her zamankinden daha fazla önem kazanacaktır.

Halkçı ve ulusalcı bir kalkınma modeli, üçüncü dünya ülkeleri için tek seçenektir. Toplumun demokratikleşmesine ve sosyal ilerlemeye bağlı ulusal ve halkçı alternatif, emekçi sınıfları bütünleştirici bir kalkınma perspektifini de içine almalı ve bir kırsal kalkınma stratejisiyle de tüm köylülerin toprağa erişimlerinin garanti edilmesi üzerine şekillenmelidir. Neticede, her biri bir krizin içine düşerek, hayatı zindan ettikleri kesim tarafından yok edilirler.

Sovyetizm çökmüştür ve sosyalistler sosyal liberalizmde birleşmişlerdir. Yine de sosyalist bakış açısından başka bir alternatif yoktur. Ne kapitalizmin alternatifi sosyalizm, ne de sosyalizmin alternatifi kapitalizmdir, bu ezilen kesimin sosyalizmin bürokrasisine ve kapitalizmin emperyalistine, kısaca “gaflet, delalet, hatta hıyanet içinde olabilecekleri bilinen” vatan batırıcılarına karşı mücadeleyle getireceği yeni sistem eski modelin yerini alır. Böyle bir yeni sistem üretilmiş midir?

Evet…

Mazlum milletlerin sosyalist olsun, kapitalist olsun emperyalist ülkelere karşı verdikleri mücadeleden doğan bu sistem Kemalizmdir…


*
Kemalizmin altı ilkeden ibaret, duragan bir ideoloji olduğunu iddia eden politikacıların aklının bir türlü alamadığı şey, Kemalizm’in bu altı ilkeden değil, sadece bir kuramdan oluşan bir DÜŞÜNCE SİSTEMİ oluşudur. O kuram, “AKILCILIK VE BİLİMCİLİK”dir. O altı ilke, bu kuramın ışığında uygulanır…
Bu kuramın ışığında İNKILAPÇILIK ilkesi, bazılarının ifade ettikleri ve uygulamaya çalıştıkları gibi ideolojik bir devrimciliği ifade etmez.
Peki, neyi ifade eder diyorsanız söyleyeyim: doğruyu ifade eder.
İki nokta arasındaki çızığa doğru denir.
Bir ucundaki noktaya liberalizm, diğer ucundaki noktaya kominizm denilen doğruya KEMALİZM denir.
Kemalizm, ne liberalist ideolojilere, ne de sosyalist ideolojilere daha yakın bir ideoloji değildir. Her ideolojiye eşit mesafede duran, kendine münhasır bir DÜŞÜNCE SİSTEMİDİR. Sağındaki yada solundaki, diğer ideolojilerden, o ideolojilerin işine gelen her şeyinden yararlanır, onları kullanır ve böyle böyle kendini sürekli yeniler ve ileri taşır. İşte buna İNKILAPÇILIK denir…
“AKILCILIK VE BİLİMCİLİK” kuramının ışığında, DEVLETÇİLİK ilkesi, devletin her şeye hâkimiyetini ifade etmez. DEVLETÇİLİK ilkesi, özel ve tüzel kişilerin, devletin kalkındırılmasındaki sorumluluklarını ifade eder. Bu vatan için herkes üzerine düşeni yapmalıdır.
“AKILCILIK VE BİLİMCİLİK” kuramının ışığında, HALKÇILIK ilkesi de demokrasiyi değil; devletin, vatandaşlarının yaşamlarını iyileştirmekteki sorumluluklarını ifade eder.
“AKILCILIK VE BİLİMCİLİK” kuramının ışığında, MİLLİYETÇİLİK ilkesi ırkçılığa değil, ortak kültürel yapılanmalara dayandırılır.
“AKILCILIK VE BİLİMCİLİK” kuramının ışığında, LAİKLİK ilkesi, uhrevi inançların, inanç sahipleri ya da devlet otoritesi tarafından, diğer insanlar üzerinde baskı aracı olarak kullanılmasını önlemek için düzenlenmiş kuralları düzenler.
Ve “AKILCILIK VE BİLİMCİLİK” kuramının ışığında, CUMHURİYETÇİLİK ilkesi, devletin resmi ideolojisini belirler. Devletin resmi ideolojisinin uygulanma biçimi ise KEMALİZM’dir…
*
Bakın Ulu Atatürk bu konularda neler söylemiş:

“Ne benim düşüncelerimi benimseyenler ‘Kemalist’, ne başardığımız devrimler ‘Kemalist Devrim’, ne de benim düşüncelerim ‘Kemalizm’ veya ‘Kemalist İdeoloji’ adı altında doktrinleştirilebilir.”

“Biz bir savaş kazandık, savaş alanlarında kazandığımız zaferi yaptığımız devrimlerle taçlandırdık. Daha da yapacağımız çok şey var. Ancak kazandıklarımızın ve yaptıklarımızın tümü Türk Ulusu’na aittir. Her şeyi onun zeka ve maharetine ve çalışkanlığına güvenerek yaptık, doğrusu budur.”

“Ben arkamda dondurulmuş, kalıplaşmış, değişmez doktrinler bırakmıyorum. Aksine yaptığımız ve yapacağımız doktrinlerin tümü gelişmeye ve yenileşmeye açıktır. Şayet yaptıklarımız için ‘Kemalist Devrim’ sizlere de ‘Kemalist’ denirse, benim, ulusumuzun yücelmesi ve yükselmesi için savunduğum düşüncelerim ‘Kemalizm’ adı altında doktrin olarak sunulursa, ulus bundan çok zarar görür.”

“Benim düşüncelerim hiç bir zaman kalıplaştırılamaz. Çünkü ben ulusuma medeniyeti ve onu yakalayabilmesinin yollarını gösteriyorum. Medeniyet de düne bakmakla veya günü yakalamakla elde edilemez. Medeniyet bilimin yolundan geçer. Öyleyse medeni ulusların ne doktrinlere ne de kalıplaşmış yaptırımlara ihtiyacı vardır. Benim söylediklerim ve bizim yaptıklarımız ulusumuzun medeni uluslar arasındaki yerini alması içindir. Gerçekçi, akıllı, mantıklı düşünmeyen ulusların medeni alem içinde hem yerleri hem de şansları yoktur. Medeni toplum olma şansları ise hiç yoktur.”

Atatürk; ideolojileri reddettiği gibi, O’nun sağa veya sola çekilmesi de doğru değildir.

( Kemalizm-1 başlıklı yazı AliKemal tarafından 7.07.2016 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.