Yazın hanımı ve
çocukları kayınpederin yanına Bursa'ya gönderince, haliyle bir müddet bekâr
kalıyorum. Onları bırakıp döndükten sonra Ankara'ya evin içi bir sessizleşiyor
sormayın gitsin. Eve varınca oh diyorum ne güzel, şiir yazarım, öykü deneme
yazarım, bol bol okurum. Kendi başına kalmanın en handikaplı tarafı, benim
biraz dağınık olmam. Çoraplarımı basket şeklinde atarım banyo sepetine; o anda
girdi girdi, girmedi mi bir daha uğraşmam yeni sayı yapmak için. Ayrıca
yataktan nasıl kalktıysam, akşama kadar, sonra ki akşama kadar, daha sonra ki
akşama kadar öyle kalır yatak. Kabahat ben de değil yatakta, ben düzeltmeye
çalıştıkça o bozuluyor. Nasıl olsa hanım yok çocuklar yok, onlar yokken
kimseler gelmez bize, ben de sabah işe gidip akşam geliyorum.
Sabah çıkmışım evden. Kahvaltı yaparken, azıcık yere reçel damlamış. Akşam eve
bir gelirsin, her tarafı karıncalar basmış. Ben diyeyim beşyüz tane, siz deyin
binbeşyüz tane, artık tutup tek tek onları mı sayacağım? Elektrik süpürgesini
alırsın, karıncalara hücuuum!!! Artık Allah ne verdiyse, ya siz beni alt
edeceksiniz; ya ben sizi. İlk defa böyle bir şey başıma geliyor. Kan ter içinde
kaldım karıncalarla yaptığım cenk esnasında, kıçımdan çıktı ter tabiri
caizse...
Bir şey daha öğrendik rahmetli karıncalar sayesinde, demek ki evde bir şey
yedikten sonra, tabak veya herhangi bir yerde asla kırıntı bırakılmayacak.
Üzülüyorum da hayvanlara, zamanında Hz. Süleyman'a o kadar kıyakları var bu
canlıların, mübarek hayvanlar. Dışarılarda kendi halinizde takılsanız da, bana
bulaşıp, beni de günaha sokmasanız olmaz mı?
Sabah evden çıkarken, azıcık gömleğe ütü vurmuşum, sonrada ütüyü prizde
unutmuşum. Akşam eve bir geldim, ütü prizde takılı ve hayvan gibi de kızmış,
artık bana mı kızdı, yoksa başka birine mi orası belli değil. Allah'dan bir yere
dokunmamış. Yoksa ev masalın sonunda ki gibi''Yandı bitti kül oldu''olacaktı...
Arada hanım Bursa'dan telefon eder''Ne yaptın hayatım nasıl gidiyor, bıraktığım
yemekleri bitirdin mi, kirli tabakları bulaşık makinesine koydun mu'' hepsine
he deyip geçiyorum. Yine konuşuyor''Çiçekleri iki üç günde bir sulamayı
unutma'' Elimi alnıma götürdüm''Eyvah çiçekleri beş gündür sulamıyorum.'' Bir
gittim çiçeklerin yanına, neredeyse hepsi ruhunu teslim etmek üzere, bana da
sövüp duruyorlardır içlerinden'' Hıyar herif bizi sulamayı yine
unuttun''diye...
Çamaşır makinesini çalıştırmasını bilmem, aynı şekilde bulaşık makinesini de.
Aslında iki üç derste öğretiyorlardı nasıl çalıştırılacağını kurslarında ama
biz tembellik edip de gitmedik. Temiz çamaşırlar tükeniyor, tabak, bardak,
çatal da kalmadı neredeyse. Varayım buradan anneme gideyim, iki üç günde orada
geçer, hem çamaşırlarımı da yıkatırım. Zor zor, bekârlara Allah kolaylık
versin, şunun şurasında hanım on gün annesine gitti ev altüst, darmadağın oldu.
Bekârlık sultanlıkmış? Kim demiş, bekârlık rezilliğin daniskası, rezilliğin
daniskası...