“Krikkit gezegenindeki gökyüzünün gece görüntüsü bütün Evrenin en az ilgi çeken manzarasıdır.”


Douglas Adams, Otostopçunun Galaksi Rehberi adlı eserinde Krikkit adlı gezegenin gökyüzünün tamamıyla siyah olduğunu ve Krikkitliler kendi gezegenlerinden başka bir şeyin var olduğu fikrine asla kapılmadıklarını, bu yüzden de onlar için gökyüzü ya da uzay gibi kavramların olmadığını yazmaktadır.


Bir Krikkitli olsaydık biz de gökyüzünde merak edilecek bir şey bulamazdık ama bir Dünyalı olarak evrende var olan pek çok şeyi görebiliyoruz ve gördüklerimizi merak edebiliyoruz.


Evimizin balkonuna oturup da huzur duyarak seyre daldığımız o güzel gece manzarası içerisinde aklımızın sınırlarını aşan rakamlar uçuşmakta. Yaklaşık iki yüz milyar yıldız topluluğundan ve yıldız topluluklarının her birinde de yine iki yüzer milyar adet yıldızdan bahsediyorum. Ve her yıldızın çevresinde dönen çeşitli sayılardaki gezegenler, uydular o yıldızlara ait sistemi oluşturmakta…


Samanyolu, bahsettiğim iki yüz milyar yıldız topluluğundan sadece birisi. Ve Güneş de bu topluluğa mensup iki yüz milyar yıldız içinde bir yıldız. Güneş sistemi, Merkür, Venüs, Dünya, Mars, Jüpiter, Satürn, Uranüs ve Neptün adı verilmiş sekiz gezegen, bunlara bağlı yüz altmış altı uydu, beş cüce gezegen (Ceres, Plüton, Eris, Haumea, Makemake), ile onların bilinen altı uydusu ve milyarlarca küçük gök cisminden oluşuyor.


Bu devasa sistem içinde hayat olan tek gezegen ise Dünya…


Güneş sistemi dışında bir başka yıldız sistemi Gliese 581 C.; onun da Güneş gibi etrafında dönen gezegenleri, uyduları var.


Dünyalılar 2007'de keşfettikleri Gliese 581 C sistemine bağlı yaşamaya uygun bir gezegenin bulunup bulunmadığı üzerine kafa yormaya başladılar. Ve sisteme bağlı sıvı halde su bulunan ve yaşam olması muhtemel bir gezegenin varlığını keşfetmekte gecikmediler.


Gliese 581 C’nin üçüncü gezegeni Tüvan’ın (Gliese 581 d) yörüngesi, tıpkı Güneş’in üçüncü gezegeni Dünya’nın yörüngesi gibi sisteminin yaşanabilir bir bölgesindeydi. Ve Dünya'dan yaklaşık olarak 20 ışık yılı uzaklıktaydı. 2007’deyken Dünyalıların kullanılabilir teknoloji imkanları oraya ulaşabilmeleri için henüz uygun değildi, ama gelecek yıllar pek çok şeye gebeydi…


.


Dünya’daki Global güçler kendi topraklarında ve sömürge topraklarında mevcut tüm yeraltı, yerüstü zenginliklerini tüketmişlerdi. Antiemperyalist ülkeler ise kaynaklarını bu emperyalist güçlerin faydalanmasına kapatmışlardı. Karşılıklı gerginlik had safhadaydı. ABD ve diğer emperyalist güçlerin bir araya gelerek oluşturdukları G.G.B.’nin (Global Güç Birliği) antiemperyalıst ülkelerdeki işbirlikçileri vasıtasıyla sebep oldukları karmaşalara müdahaleleri iyice yayıldığında 3. Dünya Savaşı patlak vermişti. Bu acımasız bir savaş olmuş, tüm antiemperyalist ülkeler nükleer silahlarla yerle bir edilmiş, sahip oldukları tüm canlılar ölmüştü. Dünya artık G.G.B. üyesi ülkelere kalmıştı. Nereye kadar? Dünya’nın egemenliğini ellerine geçirdikten sonra antiemperyalist ülkelerden kalan zenginliklerin tamamı G.G.B. ülkelerinin tüketimine iki nesilden daha fazla dayanamamıştı. Dünya, çoraklaştırılmıştı.


Bu süreçte Dünya’dan Gliese 581 C’ye ulaşılabilecek, ışık hızından daha hızlı uzay araçlarının yapımı da başarılmış, defalarca yollanarak Tüvan’a ait tüm veriler elde edilmişti. En önemli tespit ise, Tüvan’da yaşayan insan benzeri yaratıkların henüz teknolojiyle tanışmamış olmalarıydı. Dünya’daki orta çağ dönemine benzeyen bir hayat sürdürüyorlardı. Gezegenin altından, üstünden, her yanından sömürülebilecek zengin kaynaklar fışkırıyordu. İş bir tek özel kuvvetleri gönderip gezegenin işgal edilmesine kalmıştı.


Tüvan’daki ülkelerin içinden önce Kırmızı Cüce krallığı hedef  seçildi. Ülkenin her karış toprağı çok değerli madenlerden oluşuyordu. Ülkenin üç milyona yakın nüfusu vardı ve sarayında şatafatlı bir hayat süren bir kral tarafından yönetiliyordu. Halkın çoğunluğu da bu şatafata ayak uydurmuştu, içki ve zina had safhadaydı.


G.G.B.‘ne ait özel kuvvetler önce Kırmızı Cüce’nin başkentine girerek şişko kralı ve önemli komutanlarını ele geçirdi. Ülke halkı işgalcilerin 9-10 bin kişiden oluşan ordusuna karşı koyarak krallarını ve komutanlarını kurtarmaya teşebbüs etmişse de, G.G.B. güçleri sahip oldukları ileri teknoloji silahlarıyla bu kalkışmaları kolayca bastırdı. Riyakar kral ve adamlarının can korkusuyla halkı biat etmeye çağırmaları üzerine halk sakinleşti. Halkın tamamına boyun eğdirilerek Dünya’ya taşınacak madenlerin çıkartılmasında çalışmaları sağlandı.


Tüvan’ın atmosfer yapısı Dünya’dakinden tamamen farklıydı. Ne havada, ne suda oksijen bulunmuyordu, o nedenle tüm yerel canlıların uyumlu olduğu bu yapıda Dünyalıların yaşamlarını sürdürmeleri mümkün olmuyordu. Dünyalılar oksijen üreten özel donanımlarına bürünmüşlerdi. Kırmızı Cüce’nin altında hızla dış atmosferden tecrit edilmiş, oksijenle beslenen özel barınaklar kurarak buralara yerleştiler.


Kırmızı Cüce’liler, gök yüzünden gelip yer altına inmiş olan bu işgalcilere “Çelik Adamlar” diyorlardı. Onların kendilerininki gibi etten kemikten ibaret bedenlerini hiç görmediklerinden üstlerindeki metalik zırhların bedenleri olduğunu sanıyorlardı.


Kırmızı Cüce’nin uzaylılar tarafından işgal edilmesi tüm Tüvan’da infiale neden oldu. Tüvan’ı bu işgalcilere karşı savunacak ordular alarma geçirildi. Her ülkenin en güçlü orduları uzaylıları Tüvan’dan kovmak için harekete geçti. Ne var ki, başlattıkları seferberlik sadece birkaç gün sürdü. Öncü kuvvetlerin üzerine atılan bir iki biyolojik bomba tüm orduların darma dağın olmasına yetti.


Uğradıkları mağlubiyetten sonra kendi sınırları içine çekildiler. Çelik Adamların, büyük ruh Manitu tarafından içki içen, zina yapan Kırmızı Cüce’nin zıvanadan çıkmış halkını cezalandırmaları için yollandıklarını söylemeye başladılar. Kendileri dindar oldukları için cezadan kurtulmuşlardı…


Her gün binlerce uzay aracı Tüvan’dan Dünya’ya gidip geliyordu.  Gidenler çıkartılan madenleri götürürken, gelenler gıda ve içilecek su yanında yeni iş makinaları ve nakliye araçları getiriyordu. Ülke yerel halkın akıl sır erdiremediği dev makinelerin sürekli hareket halinde olduğu bir şantiyeye dönüşmüştü…


*


Orman Adamları, tıpkı insanlarınki gibi bir bedenden ve beş duyudan ibaret yaratıklardı.


Rambo, havaya kaldırdığı kılıcı, bütün gücünü kollarına yönlendirerek rakibine doğru büyük bir hızla savurdu. Bu ani darbeye gafil avlanan adamın elindeki kılıç orta yerinden kırıldı.


Elindeki kılıcı adamın boynuna uzatan Rambo, “Artık pes etmen gerekiyor!” diyerek kahkahayla güldü.


Adam, onun kılıcını boynunun yanından elinin tersiyle uzaklaştırdı. “Çek şunu boynumdan! İştahını Çelik Adamların boynuna sakla!”


Rambo, yerdeki kırık kılıç parçasını eğilip aldı, onun eline tutuşturdu. “Sana sağlam bir kılıç borçlandım.”


Adam, sessizce uzaklaşıp gözden yitti.


Rambo, sabahın erken saatlerinden beri adamlarına kılıçla talim yaptırmıştı. Bunca yorgunluktan sonra yapılabilecek en güzel şey talimlere ara verip soğutulmuş bir şarapla içini ferahlatmaktı. Az ilerdeki masaya doğru yürüdü. Terden sırılsıklam olmuş gömleğini soyunup kuruması için bir çalı öbeğinin üstüne serdikten sonra masanın kenarındaki bir kütüğün üstüne oturdu. Masa üstündeki küçük şarap testilerinden birini alıp başından dikerek içmeye başladı. Ağzından taşan kırmızı şarap boynundan akıyordu. İçip testiyi yerine bıraktıktan sonra ellerinin tersiyle ağzını sildi.


İlk işgalin başladığında Çelik Adamlar’a direnen Kırmızı Cüce askerlerinin komutanı olan babası adamlarıyla birlikte üzerlerine atılan bir biyolojik bombayla öldürüldüğünden beri, ülkesini savunma görevi ona kalmıştı. Otuz yaşındaki genç adam diğer kardeşlerine nispetle babalarına daha çok benzeyendi. O da tıpkı babası gibi, uzun boylu, iriyarı, güçlü kuvvetliydi.


Kendisinden daha küçük olan iki kardeşi daha vardı. Kılıcı kaldırıp havada sallamayı becerebildiği yaştan beri kılıç kullanan Rambo,  çocukluğunda babasının etrafında dolaşmaktan, onun kılıç kullanma becerisini izleyip öğrenmekten çok büyük haz duyardı. Babasının askeri karargahına yakın olan evlerinden yola çıkıp tüm vaktini askerlerin arasında geçirirdi. Yine evden ayrılıp askeri karargaha doğru giderken, bir gün, karşısına iri yarı bir köpek çıkmıştı. Kırmızı Cüce’li bir çocuk olarak, ilerde ülkesinin başına gelecek çok korkunç felaketlerden bihaber olarak köpekler o yaşlardayken onun en büyük kâbusuydu. Vahşi köpek onu bir ağaca ulaşıp tırmanmak üzereyken yakalamış, sivri dişleriyle kolunu kaparak yere düşürmüştü. Tam üzerine çullanmak üzereyken, ondan bir yaş küçük kardeşi Namro imdadına yetişerek köpekle onun arasına girmişti. Ondan çok daha sıska bir çocuk olan kardeşi, köpeğe öyle bir kesinlikte, “Defol!” diye bağırmıştı ki biraz önce onu parçalayacak bir canavar gibi görünen köpek, kuyruğunu bacaklarının arasına sıkıştırarak kaçmaya başlamıştı. Köpek ilerideki ağaçların arasından gözden yittiğinde kardeşi, “Köpek seni feci sıkıştırmıştı. Az kaldı, popondan koca bir et kopartacaktı,” diyerek dalga geçmişti. Rambo, o gün kendisinin gücüne karşın kardeşinin manda gibi koca bir yüreğe sahip olduğuna karar vermişti.


Namro’nun, hiçbir zaman asker olmaya meyli olmamıştı. Babası onun cesur ve becerikli karekterine karşın askerliği değil, ticareti sevdiğini gördükten sonra o yönde yetişmesini istemişti. Onu değişik ülkelerden getirdiği malları başkentteki pazarlarda satan Tüccar İgor’un yanına vermişti. Tüccar Igor, sık sık seyahate çıktığında Namro da serbest kalıyordu. Yaşıtlarından daha güçlü olan Rambo, köpekten kurtardığından beri sürekli kardeşiyle dolaşmaya, diğer çocuklarlarla ilişkilerinde onu koruyup kollamaya başlamıştı. Zayıf, ama dik kafalı olan, kendinden iki kat iri çocukların bile üzerine korkusuzca yürüyen Namro’yu dövmeye kalkışan diğer çocuklar karşılarında her zaman Rambo’yu buluyorlardı. Genelde başbaşa vakit geçiren iki kardeşten Namro, patronundan öğrendiği dış ülkelere dair olmadık şeyleri anlatmaktan büyük keyif alıyordu; pek konuşkan olmayan Rambo ise kardeşinin anlattığı her şeyi ağzı açık olarak dinliyor, ona merak ettiği her şeyle ilgili sorular yöneltiyordu.


Bir gün Namro, Rambo’yu patronu Tüccar Igor’un yüksek duvarlarla çevrili malikanesinin önüne götürdü.


“Şu duvarları aşıp Igor’un elmalarından toplayalım mı?” diye sordu.


Rambo için hırsızlık yapmak asker ruhuyla çelişen bir şeydi. Kardeşine,  “Olmaz!” diyerek karşı çıktı. “Canın meyve istemişse annemizden isteyebilirsin, evde çok var.”


“Meyve için değil… Eğleneceğiz.”


 “Neden?”


“Can sıkıntısından.”


Can sıkıntısını giderecek ufak bir maceranın hiçbir zararı olmazdı. “Tamam. Gidelim.”


 Duvarı aşmaları çok kolay oldu. Kendilerini yemyeşil ağaçların altında buldular. Gözlerine kestirdikleri ilk ağaca ulaştıklarında, ağaç birden dile gelerek, “Gidin buradan!” diye seslendi. İkisi de şaşkınlıkla oldukları yerde kalakaldılar.


Ağacın yaprakları arasında bir dalın üstündeki çocuğu gördüklerinde aynı anda, “Şarlo !“ diye çığlık attılar.


Şarlo, kardeşleriydi. İki abisine hırsızlık yaparken yakalandığını sanarak, çevik hareketlerle ağaçtan aşağı indi.


Rambo onu, “Burada ne işin var? Canına mı susadın sen?” diye azarladı.


“Asıl sizin ne işiniz var? Beni mi takip ettiniz yoksa?”


Namro, hazır cevap, “evet!” dedi; “senin bu bahçeye daldığını görünce yakalamak için peşinden geldik. Şimdi de babamıza götürüp yaptığın bu hırsızlığı anlatacağız.”


Babalarının karşısına böyle bir suçlamayla çıkarılması, sağlam bir dayak yemesi demekti. “Bana bu kötülüğü yapamazsınız!” diye inledi. Tam o anda ortaya çıkan asık suratlı bir adam elindeki sopayı sallayarak onlara doğru geldiğini gördü. Hemen kaçarak dik duvarın üstüne sıçradı. Aşağıda kalan abilerine, “kaçın çabuk!” diye seslendi.


Rambo ve Namro, bir anda yakınlarına kadar gelmiş olan adamı fark ettiler. Şarlo aşağı sarkıp onları yukarı çekmemiş olsaydı, neredeyse yakalanacaklardı. Yakalansaydılar, büyük bir ihtimalle hayatları boyunca unutamayacakları bir dayak yiyecelerdi. Hiç konuşmadan birlikte yürüyüp iyice uzaklaştıktan sonra yere oturup sırtlarını taş bir binanın duvarına yasladılar.


Bu maceradan sonra aralarına Şarlo’nun da katılmasıyla üç kardeş, tüm vakitlerini birlikte geçirmeye başlamışlardı. Rambo’nun kabadayılığıyla pek çok kavgadan galip çıkmışlar, Namro’nun kural tanımaz, hiçbir şeyi dikkate almaz farklılı, cesareti ve zekasıyla pek çok zor duruma kolayca çözüm üretmişler, Şarlo’nun çevikliğiyle aşamadıkları bir duvar olmamış, istedikleri her yere girip çıkmışlardı. Başkentin en çok eğlenen çocukları olarak yaşamışlar, öyle büyümüşlerdi.


Namro, patronu iyice yaşlanıp da seyahate çıkamaz hale geldikten sonra onun adına iş seyahatlerine kendisi çıkmaya başlamıştı. Onun bu uzun seyahatlerinde Rambo ve Şarlo başbaşa kalıyordu. Uzaylılar gelip de bütün ülkeyi istila ettiklerinde de Namro dış ülkelerde seyahattaydi ve işgalden sonra bir daha dönmemişti. Onun akibeti hakkında hiçbir haber alamıyorlar, her geçen gün endişeleri artıyordu.


Kırmızı Cüce’de halkın hemen hemen tamamı uzaylı Çelik Adamlar’ın esiriydi. Kaçmayı başarabilmiş olanlar da büyük yağmur ormanlarında saklanıyorlardı.


Çelik Adamlarla savaşmayı, onları ülkesinden kovmayı çok istiyordu, fakat bunu denemek intihar etmekten farksız olurdu. Çok iyi bildiği şey, düşmanlarını bir meydan savaşıyla alt etmelerinin olanaksız olduğuydu. Karşılarındakiler, koca bir ordudaki tüm askerleri bir anda öldürebilen sihirlerle savaşıyorlardı. -Biyolojik silahların sessizce öldüren mikrobik etkisinin bir sihirden olduğunu sanıyorlardı.- Uygulayabilecekleri tek yöntem vur-kaç taktiğiyle yapabilecekleri gerilla savaşlarıydı. Rambo çevresine toplayabildiği herkesi uzaylı işgalcilere karşı gerilla savaşı için hazırlıyordu. Bunun için hayatları boyunca ellerine kılıç almamış  orman adanmlarını kılıç tutmayı ve dövüşmeyi öğretmeye, hepsini olası bir gerilla savaşı için hazırlamaya çalışıyordu.


Orman kadınlarından ikisi pişirdikleri hamurları getirip önüne servis yaptı.


“Herkes doyuruyor mu karnını?” diye sordu kadınlara.


“Evet, reis!” diye cevap verdi kadınlar.


Hamur yiyecekleri kenarından kopartarak iştahla yemeye başladı. Arada şarap testisini başından dikiyordu.


*


DEVAM EDECEK….


( Kırmızı Cüce...1. başlıklı yazı AliKemal tarafından 9.10.2016 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.