‘’Cahil dostun olacağına akıllı düşmanın olsun’’

Atasözü

 

Yıl iki bin üç, yaz aylarındayız. Anadolu’nun bir kasabasında bir yıl öncesi sattığım evde eşyalarım duruyordu. Evi alan kişilerle anlaşmamızda eşyalar bir yıl sattığımız evde kalacaktı. Aradan on ay geçince eşyalarımızı sattığımız evden alarak Ege’nin şirin bir ilçesinde yeni aldığımız eve nakletmek üzere, eşimle beraber gece saatlerinde İstanbul’dan otobüs yolculuğu yaparak, bir yıl önce ayrıldığımız ilçeye doğru yola çıktık. İstanbul’dan ayrılmadan önce Samsun’u aradım ve nakliye firmalarından İzmir’e gidecek bir araç olup olmadığını sordum, ‘’Var’’ dediler. Sabah adı geçen ilçede buluşmak üzere bir kamyoncu ile anlaşmaya vardık.

Sürekli olarak yapılacak işleri düşünmekten kendimi alamadığım için bir türlü uykuya dalamamıştım. BU nedenle de oldukça rahatsız bir yolculuk yapıyordum. Kolay değildi yaklaşık yedi yüz kilometre gidecek, sabahında eşyalar yüklenecek ve aynı gün bin kilometre daha yol yapacaktık. Zaman zaman sıkıntılar basıyor, dinç kalabilmek için uyumam gerektiğini biliyordum, ama nafile. Eşim çok rahat bir insan olduğu için o kısa süre içinde uykuya dalmış kocasının yanında emniyetli şekilde yolculuğunu yapıyordu.

Sabah saatlerinde ilçeye vardığımız an önce karnımızı doyurup ardından on beş dakikalık bir yürüyüşle sattığımız eve vardık. Büyük emekler vererek yaptığımız kocaman bahçeli, güzelim villamızın yanına geldiğimizde burasının bize ait olmadığını bilsem de duygulanmıştım. ‘’Olsun’’ diyordum içimden, alan kişi hakkını verip aldı, helali hoş olsun. Ancak yinede insandım ve içten içe hüzünlendiğini inkâr edemem.

Kamyoncuyu aradım, ‘’Yoldayım’’ dedi. Aradan belli süre geçti, telefon ettim, ilçeye çok yakın bir petrolde olduğunu,  mazotunun bittiğini, parasının olmadığını söyleyince şaşırmakla beraber ,’’Hadi hayırlısı, var bu işte bir aksilik’’ diye içimden geçirdim. Kendi arabam beş aydır buradaydı, onu çalıştırıp şoförün bahsettiği yere giderek yardımcı oldum, şehre götürerek karnını doyurduktan sonra birkaç hamal bulup eve geldik. Eşyalar bir yıl önceden sarılıp bağlanmıştı, bu nedenle oyalanmadan yüklemeye geçildi. Bu arada aynı arabam, yani yirmi beş yıllık dostum hala benimle.

Kamyon eğimli yolda durduğunda dikkat ettim adamcağız kamyonun altına taş koydu, iyi dedim adam ne olur ne olmaz diye tedbir alıyor. Kamyon yaşına göre oldukça eski olmasına rağmen arkası branda ile kapatılmıştı. Bu nedenle eşyaları örtme ihtiyacı yoktu. O yıllarda evden eve nakliye işleri çok gelişmemişti veya küçük yerlerde henüz yoktu.

Birkaç saat içinde kamyon yüklenmiş, ikindi vaktine doğru yola çıkmaya hazırdı. Kamyoncuya bir miktar para vererek yolcu ederken aracın, tekerleğin altına konan taşa bastığını gördüm. ‘’Bu taşı bilerek mi koydun’’ dedim, ‘’Evet’’ dedi, ‘’El freni bazen boşalıyor, şimdi yine boşalmış, koymasaydım yürüyüp aşağılara giderdi.’’ Şoför oldukça garip bir adamdı. Yaşça büyük olmasına rağmen mahcup tavırlı ve yoksul olduğu her halinden belliydi. Ne yalan söyleyeyim, adama içim acımıştı, ‘’lakin İzmir’e bir varabilseydi bari’’ diye düşündüm. Eşimle beraber bir iki dostu ziyaret ettikten sonra bizde kendi arabamızla ilçeye veda etmeye hazırdık. Eşim çok aceleci bir insan olduğu için dinlenmeme bile fırsat vermeden bir an önce yola çıkmamı istemiş, henüz karnımızı doyurmaya bile zamanımız olmamıştı. Yolda bir şeyler yersin deyip beni de yola çıkmaya ikna etmeyi başarmıştı. Akşama doğru bin kilometrelik yolculuğumuz başlıyordu, fakat ben hem uykusuz hem de yorgundum.

Bursa’ya gelene kadar her şey güzel gitti. Henüz yorgunluk ve bir önceki gecenin uykusuzluğu etkisini göstermediği için bu halde dinlenmeden İzmir’e giderim diyordum. Ama hiçte öyle olmadı. Balıkesir’e doğru bir müddet yol aldığımda gecenin ilerlemesiyle, yorgunluk ve uykusuzluğun had safhaya çıktığı anlar başlamıştı. Ben ‘’Biraz dinlenelim, çok uykum var’’ dedikçe eşim ‘’Devam edelim ne var ki’’ deyip duruyordu. O, henüz yola çıktığımızda uyumaya başlamış, en az üç dört saat uyumuştu.

Ben öylesine dalgın, uykusuz yola devam ederken bir aracı solladığım zaman yerde biriken yağmur suyunu fark edememiş, içine düştüğüm anda aracı zor toparlamış, sanki derin bir uykudan uyanmıştım. Biraz daha ilerledikten sonra Hidayet tesislerinin levhasını görünce eşime ‘’Sen ne dersen de ben burada biraz dinleneceğim, aksi halde kaza yaparız’’ desem de, kadında korku yok san ki, hala ‘’Gidelim’’ deyip duruyordu. Fakat bu sefer onu dinlemedim ve tesislerde durdum, ‘’Sen ne yaparsan yap ben biraz uyuyacağım’’derken, aracın kontağını kapatıp başımı yan cama dayadığımı zor hatırlayacak şekilde kendimden geçmişim. Hayatım boyunca böyle bir uykuya dalışımın olduğunu hatırlamıyorum.

‘’Hadi kalk, yeter uyuduğun’’ sesiyle kendime geldiğimde saate baktım henüz iki saat olmamış, kadın aceleci ya! İki saatlik uykuyu bile bana çok gördüğü için dayanamayıp uyandırmıştı. ‘’Niye kaldırmakta acele ettin’’ dediğimde, ‘’Canım sıkıldı, ne yapayım, sende epey uyudun zaten’’ diye cevap vermişti. ‘’Olsun’’ dedim, ‘’İki saat bile bana yeter, nede olsa biraz kendime geldim’’ diyerek tekrar yola çıkmıştık. Bu yaşadığım an aslında üzerinde düşünülmesi gereken önemli anlardı. Eşim, düşünen, akıllı bir kadın olsaydı beni uyumaya kendisi zorlardı ki, nihayetinde arabada o da vardı. Ancak O, olabilecek bir kazayı aklına bile getirmediği gibi, benim uyuma ve dinlenme ihtiyacımın olabileceğini düşünmekten yoksundu. Canı sıkılmış hanımın, nasılsa kendi uyudu, karşısındakini düşünen kim? Hayata farklı gözlerle bakmak bu olmalıydı, olabilecek olumsuzluğu düşünmemek, ya da aşırı bencil olmak veya hayata sadece kendi gözüyle bakmak. Allah onu öyle yaratmış ne diyebilirdim ki.

Sabah saatlerinde yeni ilçemize geldikten sonra, bir şeyler yiyerek açlığımızı giderip bir yıl önce aldığımız eve vardık. Daha önce İstanbul’dan buraya fazlalık olan bir miktar eşyamızı getirme fırsatımız olmuştu. İstanbul’daki ev hem küçük, hem de evde gereksiz eşyalar vardı. Onları küçük bir araçla buraya getirmiştim. Zaten gelecek yıl emekli olacak ve temelli olarak buraya yerleşecektik.

Kamyoncuyu aradım, gece Kocaeli’nde kalmış, zaten memleketiydi. Araçta bir arıza belirdiği için sabah onu yaptıracağını söyleyince, ‘’Olsun’’ dedim, ‘’İşini bitir öyle gel.’’ Sağlıkla gelsin de biraz geç olsun diyordum, ama gel eşime anlat. Küplere biniyor, ‘’Niye gelmedi’’ diye söylenip duruyordu. ‘’Nereden buldun eski kamyonu, zaten adam bir şeye benzemiyor’’ vs. ‘’Ben Samsun’dan telefonla kamyoncu aradım, nasipte bu araba varmış, sanki kurbanlık koyun gibi seçip getirmedim’’ desem de dinleyen kimdi? Ben susmakla yetiniyor, lakin içten içe eşime kızıyordum. Gün boyu söylenip durdu, başımın etini yedi. ‘’Kadın’’ dedim, ‘’Allah kaza bela vermesin bir gün sonra olsun, yolculuk bu sus artık’’ dedikçe bana çıkışıyor, ‘’Ne umursamaz adamsın’’ deyip duruyordu.

Tutturdu, ‘’Akşam nerede yatacağım?’’ ‘’Bir otele, pansiyona gideriz canını sıkma’’ diyorum, ‘’Yok gitmem’’ diyor, ‘’Burada kalırız’’ diyorum, ‘’Nerede yatacağım’’ diyor. Düşünün ki gün boyu bu anlamsız tartışma ve gerilimle geçip giderken ne bana dinlenme fırsatı verdi, ne kendi bir yerde oturdu. O zaten yolda gelirken uykusunu almıştı, onun için uyku sorunu yoktu, ama ya benim durumum?

Nihayetinde öğlen sonu kamyoncu; ‘’Yola çıktım, geliyorum’’ diye telefon etmişti, ama neye yarar? Bu gece eşyalar inemezdi. Gün boyu yaşadığım o çekilmez anların henüz sona ermediğini ilerleyen saatlerde anlayacaktım. Kamyon gece on ikiye doğru gelince, evin yanına park etti. Şoför gariban bir adamdı, yoksuldu, sıkıntılıydı. Araçtan inince, ‘’Aç mısın?’’ diye sordum, ‘’Açım’’ dedi. ‘’O halde gel sana yemek yedireyim’’ deyip bir gece lokantasına vardık. Burası sahil kasabası olduğu için yaz aylarında çok yer açıktı. Adamcağız karnını bir güzel doyurdu, birer de çay içtikten sonra arabasının yanına getirdim. ‘’Ben araçta yatarım’’ dedi ve araca bindi, bende eve vardım. Eşim nereye gittiğimi sordu;’’ Adamcağız açmış, karnını doyurdum’’ deyince küplere bindi, hem bana, hem şoföre ağzına gelmedik laflar etti(Küfür yok). Neymiş efendim zaten geç kalmış, birde onun karnını doyurmuşum, ona kızmamışım vs. Gece yarısı çene bir düştü ya! Uzun zaman söylendi durdu. ‘’Hanım’’ dedim; ‘’Allah bir kaza bela vermeden çok uzaklardan buraya sağ salim geldik, hele bir şükür et ve sakin ol’’ dedikçe neredeyse kudurdu. Hani kadın dövülmez derler ya, aslında böylesi bir kadını evire çevire, ağlata ağlata dövmek farz da, ben o yapıda bir insan değilim. Karşımda bir erkek olsa, ya Allah ona, ya bana diye elimden geleni yaparım amma karşımda aciz fakat aksi bir kadın vardı.

Tutturdu yine ‘’Ben nerede yatacağım? ‘’Bir şeyler ayarlarım sana’’ dedim. İstanbul’dan gelen eşyaların içinde koli, sandık, battaniye ve buna benzer eşyalar vardı, onları çıkardım yan yana koyup üstlerine battaniye serdim,  ‘’Mevsim yaz bunların üzerinde yat, bak bu gecede böyle olsun.’’ Ama ne fayda! Ne yapsam beğendiremiyorum. Ne otel, ne pansiyon istemiyor hayırsız. Uzun süre söylendi durdu, sonunda hazırladığım yere uzanıp yattı. Ben de masanın kenarındaki bir sandalyeye oturup emin olun sabaha kadar gözümü kırpmadım. Bir gün sonrada eşyaları indirdik ve ardından akşama kadar kabaca yerleştirdik. Bir kez bana uykusuz musun? Diye sormak eminim aklına gelmemişti.

O gece elimden bir kaza çıkmasına fırsat vermediği için Allah’a çokça şükürler ettim, yaşadığım sıkıntılı anların verdiği ıstırap ile birkaç yıl ihtiyarladığımı biliyorum. Çok şeyler yapabilirdim, ancak ne sırası ne yeriydi, sadece sustum ve sabrettim. Lakin çektiğim bu sıkıntının acısı bir gün çıkar diye bekledim ve fazlasıyla çıktı.

İnsan her daim sabırlı ve tahammül eden biri olmalı. Hayat her daim güzelliklerin, rahatın, sağlığın olduğu bir yaşam değil ki. Nice çileler, zorluklar, acılar biz insanlar için vardır. Önemli olan akıllı olmak, böylesi olumsuzlukları göğüslemek, hoş görülü, merhametli, sevgi dolu olmaktır.

 

‘’Bir kadın adamı vezirde yapar rezil de’’

Atalar ne güzel söylemişler.

 

Mehmet Macit

Dikili/İzmir

18.07.2016

 

( Ömür Süzgecinde Kalan Tortular, başlıklı yazı mucit55macit tarafından 28.10.2016 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.