1 Ayın 14. Günü…

        Ayın 14. gününün henüz başladığı dakikalar 2004 yılının Aralık ayından herhangi bir gece yarısı değildi.


Amy Sem’in evi Amsterdam’ın merkezindeki çok katlı bir apartmanın altında, yarısı sokağı kaplamış yoğun kar tabakasına gömülmüş gibi duran, kirden kararmış PVC plastik pencereleri sıkı sıkıya kapalı bir bodrum katıydı.


Evin yatak odasını ayakta zar zor duran derme çatma bir gardırop ve oldukça geniş bir karyola işgal etmişti. Karyolanın başucundaki duvarda asılı, Rönesans döneminden kalma yağlıboya resimlerini çağrıştıran pirinç rengi oymalı, büyük bir tabloda çıplak erkek figürleri göze çarpıyordu. Oda kapısının hemen yanındaki duvarda da gardırobun kenarından arta kalan dar boşlukta yarım boy bir ayna asılıydı. Karyolayla pencere arasında köşeye sıkıştırılmış bir etajerin üzerinde dış camı çatlak bir abajur duruyordu.  Odayı kızgın kalorifer peteklerinden yayılan kuru sıcaklık kaplamıştı ve ortam nefes almayı güçleştirecek kadar havasızdı. Alınan her nefeste burun deliklerine terlemiş iki çıplak bedenin tiksindirici kokusu doluyordu. Bu oksijeni kıt boşluğu  dışarıdaki kar beyazlığının yansıttığı şehir ışıklarının loşluğu aydınlatıyordu.


Amy Sem, giysilerini giyinirken yatakta çırılçıplak yatmakta olan Peker’e bakıyordu. Adam iyice kirlenmiş yıpranık nevresimi üzerinden atmış, anadan doğma, çırılçıplaktı. Onun terden sırılsıklam görünen gür göğüs ve kasık kıllarının bir gorili andırdığını düşünüyordu. Olsun! Son üç yılda, tamı tamına bin yüz gündür evli olduğu erkeğiydi o ve evlilikleri süresince hiçbir günü boş geçirmemiş yatak arkadaşıydı.


1 Nisan 2001'de Hollanda parlemantosundan eşcinsel evliliğini serbest bırakan yasanın çıkışından sekiz ay sonra bu Türk ile evlenmişlerdi. İlk eşcinsel evliliği yapan çift olarak Dünya tarihine adlarını yazdırabilmek için yasa kesinleşir kesinleşmez müracaat etmişlerdi. Ne var ki, bu tür evliliği Dünyada ilk kez serbest bırakmış sevgili, özgürlükçü ülkelerine tüm Dünyadan eşcinsel akını olmuş, onlar müracaat etmek istediklerinde upuzun bir kuyruk oluşmuştu bile…Bu nedenle ilk yüz arasına bile girememişlerdi, ama Dünya tarihi bir başka nedenle onların, daha doğrusu Amy Sem’in bir “ilk” olduğunu yazacaktı: ‘Evlilik yapan en genç eşcinsel…’  


Amy Sem bir sır olarak yaşadığı eşcinliğini ailesine duyurduğunda henüz on altı yaşındaydı. Bunu kraliyet ordusunda üst düzey bir subay olan babasının ısrarlarıyla askeri eğitim almaya yönlendirilmek istendiğinde, babasının ısrarlarından kurtulabilmek için itiraf etmişti. Tek cümlelik bir itiraf:


“Ben eşcinselim, erkeklerden hoşlanıyorum.”


Bu itirafıyla ailesinin yaşadığı travma ise çok sarsıcı olmuştı. “Neden? Nasıl?” sorularını açık yüreklilikle yanıtlamaya çalışmıştı.  


“Ben küçüklüğümden beri böyle hissediyorum, anaokulunda da böyleydim. Ben kendi cinsime ilgi duyuyorum.”


Tüm cevapları bir tokat gibi çarpmıştı yüzlerine. İki ablası ve annesi günlerce göz yaşları dökmüşlerdi. Onun bu itirafından sonra hergün ne yapabileceklerini konuşmuşlardı. Günler, geceler geçmek bilmemişti. On altı yıldır tanıdıkları oğullarını birdenbire kaybetmişlerdi sanki. Kaybetme acısı!


"Hemen bir şeyler yapmalıyız. Doktor, tedavi, bunun bir çaresi olmalı.”


Konu hakkında hiçbir bilgileri yoktu. Cinsel tacizler, tecavüzler sonucu çocukların bu tarafa bir yönelimi olabileceğini duymuştular sadece.


Sonra ailece bir psikiyatriste gitmişlerdi. Önce onlarla teker teker konuşan doktor, sonra Amy Sem ile yalnız konuşmuştu. En sonunda da doktorun onlara söylediği son cümle:


“Bu gerçeği kabullenmeniz gerekmekte.”


Zor şeydi kabullenebilmek. Kulakların kabul etmediği bir şeyi içinize kabul ettirmek o kadar zordu ki! Hayatlarındaki tüm değerler birer birer yıkılmıştı.


Terapileri yaklaşık bir sene sürmüştü. Terapiler sürdükçe konuşa konuşa durumu biraz kabullenmeye alışmışlardı. Bu rahatlamayla birlikte Amy Sem de kendini bulmaya başlamıştı.


Bir yılın sonunda terapist, “oğlunuzun sevgilisiyle tanışmanız gerekiyor,” dediğinde yeni bir sarsıntıyla karşı karşıya kalmışlardı.


Tanışma günü kimse nasıl davranacağını bilemiyordu. Herkes çok heyecanlıydı ve bir olumsuzluk meydana gelmemesi için birbirlerine telkinler yapıyorlardı.


Misafir elinde çiçeklerle çalmıştı kapılarını. Adı Peker’di. Hollanda da doğmuş büyümüş bir Türk’tü. Otuz yaşındaydı. Konuşkan biriydi.  Amy Sem ile arkadaşlıklarının nasıl başladığından, gelecekte neler yaşamak istediklerine kadar her şeyden konuşmuşlardı. Hollanda parlamentosundan çıkmak üzere olan, eşcinsellerin evlenebilmelerine izin veren yasayı da ondan duymuşlardı ilk kez. “Yasa çıkar çıkmaz evleneceğiz,” demişti Türk. Aile bu haberle de bir şok yaşamıştı. İki erkeğin birbiriyle resmen evlenmesi akıllarının alabildiği bir durum değildi.


“Öyle yaşayın işte! Düğün yapıp durumunuzu duyurmak niye?”


Bu düğünün beraberliklerini güçlendireceğine inançlarını kıramamışlardı bir türlü.


Daha sonraları Peker’in aileyi ziyaretleri sıklaşmıştı. Zamanla aileden biri gibi olmuştu o da.


Günü geldiğinde mümkün olduğunca duyulmamasını sağlamaya çalışarak kilisede ıssız bir törenle evlenmişler, yeni evliler ailenin Amy Sem için dayayıp döşediği dairelerine yerleşmişlerdi.


Amy Sem giyinmeyi bitirdiğinde Peker gözlerini açtı, baktı.


“Gene yıkanmadan mı giyindin?” diye sordu.


Amy Sem cevap vermedi. Sesteki sertlikten ürktü, tartışmak istemiyordu.


Peker cevap alamamış olmayı pek umursamadı; sırtını dönerek dizlerini karnına çekip nevresimi üstüne çekti.


Amy Sem uzandı, adamın omuzlarında parmaklarının ucunu gezdirerek masaj yapmaya başladı. Bu kıllı adamın her şeyini seviyordu. Siyah saçlarının kıvırcıklarını, her yerinden kıl fışkırmış koyu cildini, omuz kaslarının kabarıklığını, güçlü uzun kollarını. Peker’in defalarca fotoğrafını çekmişti, hep çıplak olarak.


Konuşmuyorlardı, konuşulacak bir şeyleri yoktu. Yok, hayır! Doğru değil! Konuşulması, hatta çığlıklar atılması gerekiyordu. Sadece içlerindeki fırtına dışarı taşmamıştı henüz.


Peker, kafasının içindeki söylenmelerinden en son cümleyi seslendiriyormuş gibi, “bir çocuğum olmayacaksa geleceğe taşınacak bir soyum da olmayacak,” diye mırıldandı.


 Amy Sem, en başından beri kocasının bir gün onu terk edeceğinden korkuyordu. Bu korkusu nedensiz değildi ve işte şimdi o an gelmişti.


Peker onu terk edeceğini söylemişti. Ailesi, yani annesi, babası, kardeşleri Türkiye’ye dönmüşlerdi. O da Türkiye’ye dönecekti artık ve onsuz yapacaktı bunu. Çünkü orada böyle bir evliliği hoş karşılayabilecek bir toplum yapısı yoktu henüz.


Bunu uzun uzadıya tartışmışlardı. Artık tartışmıyorlardı. Susmaktan başka bir şey üretmeye güçleri kalmamıştı.


Amy Sem masaj yapmayı bıraktı, karyolanın kenarına oturdu, sessizce ağlamaya başladı. Birden, aklına yeni gelmiş gibi, “bir kadınla evliliği yürütemezsin,” dedi, “o kadını da anal sekse düşkünlüğünle ziyan edersin.”


Peker, “sen nereden bileceksin ki neler olacağını,” diyerek doğrulup oturdu. “Ailem çocuk istiyor, soylarını yürütecek benden başka erkek yok.”


Amy Sem, ani bir refleksle başını Peker’in kucağına uzatıp ona sarıldı, yanağını karnına yapıştırdı ve gitmemesi için yalvarmaya başladı.Yaşaması ya da ölmesi, çoktandır tartışılıp alınmış olan ayrılık kararının iptal edilmesine bağlıymış gibi. “ölürüm, beni terk edersen!” dedi. Onu ikna edebilmek için çaresizlik içinde söylenen son sözdü bu.


Peker onun başını tutup kucağından ayırmak istedi, sonra vaz geçti: “Şimdi de ölüsün,” dedi sadece. Kastı fiziksel bir ölüm değildi tabii ki. Kastettiği gerilim içinde sürdürülen mutsuz ilişkileriydi. Az önce sessizce yatarken de bunu düşünmüştü. Geleceğinin bu çarpık ilişkide olmadığına hükmetmişti. Otuz üç yaşındaydı. Artık bu ülkeden ayrılmak istiyordu. Türkiye’de baba ocağına dönecek ve kalan hayatını orada sürdürecekti.


Yataktan kalkarak banyoya gitti. Duşun altında hızlı hareketlerle gusül abdesti aldı, kurulanarak çıktı. Yeniden yatak odasına döndü, gardırobun kapağını açtı, giysilerini çıkartıp yatağın üstrüne bıraktı. Oradan alıp giyinmeye başladı.


“Uçağım saat beşte kalkacak. Yavaş yavaş çıkmalıyım artık.”


“Telefon edip bir taksi çağırayım.”


“Yok, hayır, ana caddeye kadar yürüyüp oradan binerim.”


Yolculuk için sadece küçük bir çanta hazırlamıştı. Diğer eşyalarını kargoyla yollamıştı. Giyinmeyi tamamladı. Cebinden evin anahtarlarını çıkartıp yatağın üstüne bıraktı.


Amy Sem ayaklandı, abartıya kaçmamaya çalışarak sarıldı ona. Birkaç saniye sürdü bu, ayrılığın bir an önce başlamasını istiyorlarmışcasına çabucak ayrıldılar.


“Seni özleyeceğim,” diye mırıldandı Peker.


Amy Sem karşılık vermedi; hiç konuşmadı.


Kapı açıldı.


“Boşanma işlemleri için avukat her şeyi halledecek.”


Kapı kapandı.


Amy Sem, Peker’siz başlayan hayatına ilk adımlarını mutfağa attı. Işığı yaktı, buzdolabını açıp küçük bir su şişesi alarak çıktı mutfaktan, yatak odasına döndü. Yatak odasında etajer üzerindeki abajuru yaktı, etajerin en alttaki çekmecesinden bir ilaç kutusu çıkarttı. Kurudaki hapların tamamını yuvalarından çıkarttı, avucuna aldı. Birkaç hapı ağzına atıp su şişesini başına dikerek yuttu. Sonra aynı şekilde sürdürdü bunu, ağzına yenilerini attıkça sudan birkaç yudum içip onları da yutuyordu. Hapların tamamı bittiğinde uzandı, abajurun ışığını kapattı. Mutfağın ışığını yanık unutmuştu. Artık oraya gidemezdi, “o da yanık kalıversin!” diye söylendi.


Peker cebinden çıkarttığı sigara paketinden alıp dudaklarının arasına sokuşturduğu sigarayı yakmak için dururken gözlerini eve çevirdi. Mutfağın ışığı hala yanıyordu. Amy Sem’ın mutfakta oturduğunu ve ağladığını düşündü.


( Ayın 14. Günü… başlıklı yazı AliKemal tarafından 14.11.2016 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.