-Liderlerin, sanatçıların hepsi delidir, ama sıkıysa bu gerçeği yüzlerine söyle! Deli gibi(!) sana saldırırlar...

-Bilinenin aksine deli, aklını kaçırdığı için değil; aklını kaçırmayı başaramadığı için delidir.

-İnsanların kendi olarak kalabileceği tek bir yer var bu dünyada: Tımarhane.

**

O gün polis, hiçbir harekette bulunmadı. Olduğu yerde bekledi, durdu. Gece de aynı. Fark sadece araçların sabaha kadar yanan farlarıydı.

Durum İmparator'a ayrıntılarıyla anlatılınca beklenenin aksine hiç sinirlenmemiş, saldırı olursa karşılık verilmesini ama şimdiden de birtakım savunma tedbirleri alınmasını emretmiş.

Devrimin otuzuncu günü.

Savaş ilan edildi. Çünkü polis zırhlı araç ile demir kapıya saldırdı.

Saldırdı da ne oldu? Hiçbir şey. Defalarca zırhlı araç demir kapıya vurdu, ama kapı bana mısın bile demedi! Tonlarca ağırlığı olan bu demir kapıyı kolay kolay kıramazlar. Sonunda bu gerçeği onlar da anlamış olmalılar ki zırhlı aracı geri çektiler.

Bu saldırı içerideki çalışmaları hızlandırdı. Eli kazma-kürek tutan herkes görevlendirildi. Hendekler açılıyor, siperler hazırlanıyordu. Kölelerin ve yurttaşların hemen hemen hiç biri bu durumdan memnun olmamasına rağmen istenileni yapmak zorunda kalıyordu. Kazılan hendeklerin, hazırlanan siperlerin neredeyse tamamı sarayın etrafındaydı. Öyle ya 3D eşittir saray demekti.

Marşlar ve kahramanlık türküleri çalınmaya başlandı. Böylece yurttaşların şevke gelecekleri umuluyorsa da, hiç kimsenin bu çalanlara aldırış ettiği yoktu. Ortalık kararınca yarım saatlik bir yemek molası verilip sonra iki saat daha çalışmaya devam edildi. Bu arada ben bedenen çalışanlar arasında değildim. İmparator'un emri gereği bundan sonra savaş bitinceye kadar sarayda görevliydim. Her türlü yazışma işleri ile ve bakanların verecekleri görevlerle ilgilenecektim.

Devletimiz kuşatma altında olduğu için yiyecek-içecek ve diğer ihtiyaç maddeleri de gelmiyordu. Elde olanlarla idare edecektik. Elde ne vardı ki? Olanlar çok kısa sürede tükenecekti.

Olay basın mensupları tarafından da duyulmuş. O nedenle bugün, dışarıdaki polislerin yanında çok sayıda gazeteci ve televizyon ekipleri görülüyor. Fotoğraf makineleri ve kameralar sürekli çekim yapıyor.

Kuşatmanın ilk günü, kahvaltı ve yemek eskisi gibiydi, ama ekmekler dünden kalma olduğu için bayattı. Bir muhalif gazetenin manşeti: Memleket yolgeçen hanına dönmüş: Topraklarımızda deliler bile devlet kurmuş.

Kuşatmanın ikinci günü, yemek ve kahvaltı verildi ama ekmek verilmedi. Fırının ekmek arabasını polis engellemiş. İçerde ekmek yapacak kadar ne un ne de araç gereç var. Bugün televizyoncu ve gazetecilerin yanında çok sayıda vatandaş da görülüyor. Bunların çoğu hastanede yakınları bulunanlar, diğerleri ise meraklı seyirciler. İktidar yanlısı bir gazete manşeti: Deli aklı işte, ne olacak! 3D ülkemize savaş ilan etmiş.

Kuşatmanın üçüncü günü, kahvaltı ve yemek miktarı yarıya indi. Ekmek gene yok. Bir otobüs dolusu polis daha geldi. Televizyon kanalları canlı yayına geçti. Oradaki vatandaşlarla röportaj yapıyorlar. Tüm gazetelerin manşetinde 3D haberleri yer alıyor.

Kuşatmanın dördüncü günü, kahvaltı yok, yemek bir önceki gün kadar. Bazı ilaçlar da tükendi. Zırhlı araç sayısı iki oldu. Gelen vatandaş sayısı arttı. Bunların bir kısmı hastaneye doğru yürümek istiyor, polis engelliyor.

Kuşatmanın beşinci günü, sadece patates yemeği verildi. İhtiyaç duyulan ilaç çeşidi sayısı arttı. Üç tane cankurtaran diğer araçların yanına park etti. Polis vatandaşları bariyer kurarak engellemeye çalışıyor. Birkaç saat yağmur yağdı. Yağmur yağarken polisler, gazeteciler, televizyoncular ve vatandaşların bir kısmı araçlara sığındılar. Buna rağmen açılmış çok sayıda şemsiye görünüyor.

Kuşatmanın altıncı günü yemekte nohut vardı. Tam yedi cenaze kaldırıldı. Ayrıca yayaların geçtiği kapıdan kaçmaya kalkan üç kişi vurularak öldürüldü. Tabii öldürülenlerin vatan haini oldukları da ilan edildi. Kuşatma devam ediyor. Polis barikatını aşıp nasıl geldiği bilinmeyen bir televizyon ekibi başkanımızla röportaj yapmak ve bunu canlı olarak yayımlamak istediğini kuledeki nöbetçiye söylüyor.

Teklif İmparator'a ulaştırılıyor. O da bakanları toplayıp teklifi görüşüyor. Bir saatlik müzakereden sonra bunun 3D için iyi bir reklam olacağı, bütün dünyanın böylece sesimizi duyacağı sonucuna varılıp teklif kabul ediliyor. Ancak, güvenlik nedeniyle içeriye canlı yayın aracı alınamayacağı, çekimin banda kaydedilip o gün ilgili kanalda yayımlanması 3D isteği olarak bildiriliyor.

Röportaj öncesi hazırlıklara ben de yardım ettim. Daha doğrusu gelen çekim ekibini karşılama görevi bana verildi. Gelenler beş kişiydi. Girer girmez hepsi tepeden tırnağa arandı. Hiçbir şey çıkmadı. Sigara içen birinden çıkan çakmağa daha sonra iade edilmek üzere el kondu. Çekim ekibini Başkanın odasına götürdüm. Başkan ekibi ayakta karşıladı.

Röportaj sırasında Başkan, sorulan sorulara cevap vermede hiç zorlanmadı, çok güzel konuştu. 3D'nin insan hak ve özgürlüklerine saygılı, hukuka dayalı, evrensel değerleri benimsemiş demokratik bir devlet olduğunu; bu devlette her kararın yurttaşların özgür iradeleriyle verdikleri oylara göre alındığını, devlet sınırları içinde paranın geçmediğini yurttaşlara her türlü hizmetin ücretsiz olarak verildiğini, dünyaya örnek teşkil edebilecek bir demokrasi anlayışının benimsendiğini anlattı. Aslında söylediklerinin hemen hemen tamamı İmparator'un kendine değil Toprak Baba'ya aitti; ama dinleyenler bunun böyle olduğunu nereden bileceklerdi.

Başkana 3D'de birçok insanın öldürüldüğü yolunda iddialar bulunduğu, bu konuda ne düşündüğü soruldu. O da bu gibi yalan iddiaların hepsini reddettiğini, bunların bazı çıkar çevreleri tarafından ülkemizi işgal etmek için uydurulan bahaneler olduğunu söyledi. Başkan konuşmasını “Özgür dünyayı 3D'ye karşı yapılan saldırıyı kınamaya davet ediyorum. Küresel emperyal güçler, kendilerine yeni bir sömürge yaratmak amacıyla günlerdir devletimizi baskı altında tutmaktadırlar. Hatta egemenlik haklarımızı ihlal eden saldırılarda bulunmaktadırlar. Ancak 3D bu sömürgeci kapitalist güçlere bütün imkanları ile karşı koyacaktır ve çıkacak olan bir savaşta tüm yurttaşlarımız damarlarındaki kanlarının son damlasını dökünceye kadar savaşacaktır. Özgür dünya şunu görmelidir: Dış güçler bir senaryo yazdılar ve şimdi de buna uygun bir film çevirmeye çalışıyorlar. Ama biz bu oyunu bozacağız!” Diyerek sonlandırdı.

Televizyon ekibindeki üç kişi, bandı stüdyoya götürmek ve yayımlamak üzere ayrıldı. Diğer iki görevli band yayımlanıncaya kadar misafir edilmek üzere alıkonuldu. Tabi bu kişiler sözüm ona misafirimizdi, aslında rehin alınmışlardı. Çünkü İmparator banttaki tüm kaydın aynen yayımlanmasını istiyordu. Elimizde rehin tuttuğumuz bu kişiler varken İmparator'un isteğini mecburen yerine getireceklerdi.

Birkaç saat sonra yayımcı kuruluşun konu ile ilgili iddialı reklam sloganlarının ardından band yayımlandı. Biz de televizyondan izledik. Tamamının, tek kelime bile çıkarmadan yayımlandığı anlaşılınca iki misafiri(!) de yolcu ettik.

Kuşatmanın yedinci günü, yemekte kuru fasulye var. Aç bir grup çitleri yıkarak meyve-sebze bahçesini talan etmeye kalkıştı. Açılan ateş sonucu gruptakilerin tamamı yani dokuz kişi öldürüldü. Bazı insanların açlıktan ve hastalıklardan ölme tehlikesi var. Yurttaşların işi gerçekten çok zor. İlaç yokluğu nedeniyle kriz geçirenlerin sayısı çok arttı. Bazı gazetelerin manşetleri: Gergin bekleyiş sürüyor. Güvenlik güçlerimiz müdahale etmeye hazır. Deliler direniyor!

Yurttaşlar yokluk içindeyken sarayda hiçbir sıkıntı yaşanmıyor, eksikliği hissedilen bir şey yok. Her türlü yiyecek hatta ekmek bile var. Çünkü sarayda tepsi ekmeği pişiriliyor. Saray ekmeği o nedenle hep taze ve sıcak. Tabii bu imkanlardan -artık bir saray mensubu olduğum için- ben de yararlanıyorum. Günlerdir yattığım odaya, büroya gitmedim; sadece arada sırada bahçeye çıkıp dışarıdaki kuşatmayı nöbetçi kulesinden izledim.

Bir ara sarayda dedikodu timi amiri Dedikoducu ile karşılaştık. Hayret! Bu sefer benimle konuştu... Havası kalmamış gibiydi. Onun anlattıkları doğrusu beni korkuttu. Çünkü yurttaşların toplu halde ayaklanmaları an meselesiymiş. Bir yandan açlık ve hastalıklar, diğer yandan ağır çalışma koşulları herkesi canından bezdirmiş. Birçok yurttaştan “Yetti, artık canımıza yetti! Ölümden öte yol mu var?” şeklinde konuşmalar duyduğunu söyledi. Bu konudaki endişelerini İmparator'a da anlatmış, İmparator duydukları karşısında oldukça sinirlenmiş. Çünkü yurttaşlarla ilgili gerçek haberler ondan saklanıyormuş. Dedikoducu ayrıca, bugün İmparator'un bir toplantı yapacağını da söyledi.

Dedikoducu'nun dediği doğru çıktı. İmparator, toplantı için bakanları ve beni çağırdı. Toplantı tutanağını yazma görevi bana aitti. İmparator toplantıdakileri doğru söylemeleri konusunda uyarınca herkes bu konudaki tespitlerini saklamadan olduğu gibi anlattı ve böylece durumun ne kadar vahim olduğu görüldü. Öncelikle yurttaşların yiyecek ve ilaç sorununu çözmek gerekiyordu. Bunun için de polis kuşatması kalkmalıydı ki dışarıdan bu ihtiyaç maddeleri temin edilebilsin. Kuşatmayı kaldırtmanın bir yolunu, çaresini aradılar. Sonunda İmparator bunun çaresini buldu: Polislere kuşatmayı kaldırmaları için yarın öğlene kadar kadar süre tanınacak, eğer kuşatma kaldırılmazsa her gün bir köle herkesin gözü önünde öldürülüp cesedi kuleden aşağı atılacaktı. İlk sırada öldürülecek olan köle de Başhekimdi.

(Delilerin masalı bitiyormuş diye üzülüyormuş? Deli misin sen? Hiç üzülme! Baksana, zaten etrafın onlarla dolu!)

( Demokratik Deliler Devleti-33 başlıklı yazı Ömer Faruk tarafından 18.11.2016 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.