I.4. Kitabın konusu: Bakan bilince göre şekillenen vahiy

 

                            Bu geniş özetlerden itibaren, kitabımızın asıl konusuna gelebiliriz. Kur'an'da insanın ve/veya Adem’in yaratılışıyla, cennet ve cehennemi kapsayan ahiret hayatıyla ilgili bir çok ayet, vahyin zaman ve mekan ötesi niteliğinden dolayı, mecazi, sembolik bir dildedir.

                            Bu, şer’i ayetlerde dâhil vahyin niteliğinden dolayı, tüm ayetler için geçerli bir özelliktir. Ancak, yaradılış ve ahiretle ilgili ayetlerde daha da çok göze çarpar. Bunun bir nedeni de, insan anlayışının sürekli olarak kuşaktan kuşağa değişmesi ve vahyin her idrake seslenebilme kapasitesi göstermesidir. Mecazi bir metin, her zaman tarihsel ve kültürel formlarla ya da dönemin bilimsel formlarıyla sınırlandırılmaktan kurtularak, her an ve mekânda, her ayrı zihinde hatta aynı zihnin değişik hallerinde, metne bakan idrake göre şekillnen, evrensel bir nitelik kazanır.

                          Bu kısa açıklamaya dayanarak ve Elmamlılı M. Hamdi Yazır’ın (öl.1942) görüşlerinden de faydalanarak deriz ki; çoğu tefsircilerin dediği gibi Kur’an’ın hem zahiri hem de batini anlamları vardır. Fakat :

Eğer Kur’an Allah’tan başkası tarafından olsaydı, elbette içinde birçok çelişkiler bulurlardı.” (4/82)

ayetinde de denildiği gibi, geniş bir idrakle algılandığında, gerçekte farklılık ve çelişkilerden uzak son derece açık bir kitap olduğu, zahir ve batınının birbirini tamamladığı görülür.

 “İki denizi salıvermiştir, birbirleriyle neredeyse kavuşacaklar. Aralarında engel vardır, bir an birbirlerine tecavüz etmezler” (55/19–20)

ayetinin olabilecek bir batıni yorumuyla bakarsak, zahir ve batın denizlerinin karışmalarıyla birlikte, zahiri yorumun batini yorumları ya da batini yorumun zahiri yorumları aşmayacak bir tarzda yapılması gerekir. Bu sınırlarla sınırlı bir haddi aşmamak üzere, Kur’an’dan alınacak ilhamların da bir sınırı yoktur. Zira ;

“De ki eğer Rabb’imin kelimeleri için deniz mürekkep olsa idi, kesinlikle Rabb’imin kelimeleri tükenmeden denizler tükenirdi. Bir o kadar daha yardımcı getirsek bile.” (18/109)

                          Yine bu manalardan dolayı, bu kâinat kitabı, entelektüel ya da sıradan bir zihnin düşünsel, duygusal, bilimsel ya da sanatsal aktivitelerine ayna olabilecektir. Kısacası her idrak seviyesine kendi algılayış dünyasından seslenebilecek enginliğe sahiptir. Bu nedenle haddin aşılmaması koşuluyla, Kur’an, her türlü yoruma da açıktır. O’nun asıl zenginliği, Allah’ın bitmez tükenmez ve Kemal olan İlim zenginliğinin bir tezahürü olmasındandır. Sufi* yorumların çeşitliliği de bu anlayışa dayanır.

                           Ancak haddi aşmamaktan dolayı, manası açık olan ayetleri farklı ve Kur’an ruhuna uygun olmayan anlamlarla yorumlamak,

Kalplerinde eğrilik bulunanlar, sırf fitne aramak ve kendi arzularına göre onun teviline yeltenmek için onun müteşabih olanına tabi olurlar.” (3/7)

ayetinden de anlaşılacağı üzere, bu engin kitabın, kitabın ruhundan bağımsız olarak ele alınan bölümlerinin, Kitab’ın genel ruhuna aykırı idraklere bile açık olmasından kaynaklanır. Ancak elbette, lokal olan ve global bütünlüğe uymayan bu tür yorumlar, doğru değil ama lokal bilinç düzeylerinde gerçekleştirilebilir yorumlardır. Zira insanoğlunun düşünebileceği her türlü idrak ediş, Âlim* olan Allah’ın ilminden dayanağını alır. Allah’ı inkâra gidebilen ateist* bilgi ya da fikir yürütmeler bile bundan hariç değildir. Fakat bunlarla birlikte, ayetlerin zahiri ve açık mana hükümlerini tesbit ettikten sonra, onlara zıt olmayacak şekilde bir takım işaret ve tevillerden bahseden âlimlerin kalplerine doğan fikirlerden istifade etmemek de nasibi tepmek olur. Zira Kur’an’da:

 “Kuşkusuz bunda inan bir toplum için ayetler vardır.” (16/79),

“...bilen bir toplum için...” (7/31),

“...düşünen bir toplum için...” (13/3),

“...zikreden bir kavim için...” (16/13),

“...bilen bir kavim için...” (6/98),

“...iyice bilen bir toplum için...” (45/20),

“...sakınan bir kavim için...” (10/6),

“...akıl sahipleri için deliller vardır.” (3/195)

gibi nice ayetlerde, muhataplarının nitelik ve özel kabiliyetlerine göre türlü manaların çıkarılabileceğine yönelik ayetler vardır. Bu durumda tefsirlerin bu tarz zihni ve ahlaki irfan mertebelerine yönelik olarak yapılmaması, Kur’an’ın herkezi aydınlatmaya yönelik (çok yüksek idrak seviyeleri de dâhil) yapısına ve manalarının sınırsızlığına bir sınır biçmek olur. Doğru yorumlar,

Adalet ve orta yolu ayakta tutan ilim sahipleri” (3/18)

ile nitelendirilen, batini ve zahiri anlamda ifrat ve tefritten* sıyrılmış yorumcu idraklerin yorumlarıdır. Bu yorumlar da bir tane değil, kâinat kitabının sonsuz sınırsız ölümsüz ruhundan dolayı, sayısızdır.(3)

                         İslam âlimleri, bu nedenlerle, Kur’an’da anlatılan bütün kıssalar için, Birer külli kanunun ucudurlar” der (4). Yani ayetlerin zihne açılmış, Kur’an ve İslam ruhuna uygun mümkün tüm anlamları düşünülerek, ayetlere değişik idrak düzeylerinden değişik yorumlar yapabilir. Bu yorumların biri doğru diğerlerinin yanlış olması gerekmez.

                         İşte bizde, bu kitabımızda incelediğimiz konuyu Kur’an’ın genel ruhuna ters düşmeyecek, geçmiş İslam ve hatta genel anlamıyla din âlimlerinin bazı yorumlarına da paralel olabilecek şekilde ele alacağız. Belki yeni şeylerin de söylendiği, şu anki bilimsel verilerle ve gelmiş geçmiş bir kısım sufi ekollerle örtüşen bazı yorumlarla açmaya çalışacağız.

 

 

                                        

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

                              

 

 

 

                                     **** KAŞIK   AKLI ****

 

Kaşık çatala dedi ki: “Şu insanları hiç anlamıyorum doğrusu. Az önce içine dalıp dalıp çıktığım çorbanın çok lezzetli bir şey olduğunu söyleyip duruyorlar.” Çatal karşılık verdi: “Ben de öyle dostum. Beni batırıp ağızlarına götürdükleri et çok güzelmiş. Ama ben hiç bir tat alamadım.” Ve bıçak da onlara katıldı: “Evet beni de o eti kesmekte kullandılar. Doğrusu ya ne üzüldüm ete ne de bir zevk aldım bundan.” Tüm bu konuşmalara tabaklar ve bardaklar da katıldı ve servis halkı masadan kaldırılıp götürülürlerken şu karara varmışlardı: “İnsanlar ya yalancılar ya da zevksiz.”

Hisse: Ortak dünya paydasında varolmuş tüm kesirler ayrı dünyalarda yaşar: Kendi idraklerinin dünyası…

( Ya Hu Ve Adem-- 2.bölüm Adem Ve Evrim -5 - başlıklı yazı KENAN KOÇ tarafından 31.01.2017 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu