II.3. İnsanın genel yaradılışı ile ilgili ayetler

 

                         Prof. Dr. Süleyman Ateş insanın genel yaradılış ayetlerini şu şekilde özetler: “(38/71)’de Allah, kokuşmuş çamurdan bir insan yaratacağını söyler. “Onu tesviye ettiğim..” (38/75) ve “Yarattı ve tesviye etti.” (87/2) ayetlerinden anlaşıldığı üzere de, tesviye, yaratmadan sonra olur. Demek ki insan maddesi çamurdan yaratıldıktan sonra, bir de insan suretini alması, insanlık seviyesine gelmesi için bir müddet de tesviye edilmiş, bedeninin parçaları, kıvama gelmesi için düzeltilmiştir (evrimin bir süreci). Bu nedenle çeşitli ayetlerde, çeşitli yaratılış kademelerine işaret edilmiştir. (3/59) da topraktan, (23/12) de çamur hülasasından, (15/28) de kuru bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan, yaratıldığı söylenmiştir.”

                       İnsanın genel yaradılışını açıklayan tüm bu ayetlerin yanında, Enbiya suresinde, insanın aceleden yaratıldığı söylenir. Ancak arapçanın deyimsel özellikleri dikkate alındığında bu ayet, “(İnsanın tabiatinde acelecilik vardır. Öye acelecidir ki, sanki) İnsan aceleden yaratılmıştır. (Durun,) Size ayetlerimi göstereceğim, benden acele istemeyin.” (21/37) şeklinde meallendirilir. Zira “İnsan, hayra du'a eder gibi, şerre du'a etmekte (hayrı ister gibi şerri istemekte)dir. İnsan pek acelecidir.”(17/11), “Kim bu aceleciyi (dünyayı) isterse, orada ona, (evet) istediğimiz kimseye hemen çabucak dilediğimiz kadar veririz; ama sonra yerini cehennem yaparız! Kınanmış ve kovulmuş olarak oraya girer.” (17/18)

 gibi ayetlerde de bu vurgu vardır. (17/18) ayetinde, acelecilik, dünyanın bir vasfı olarak zikredilir ki bu da, dünyasal ya da maddi alemle bağlantılı bir zihin yapısının, efal alemi zamanın hükmünde olan bir alem olduğundan, acelecilikten sıyrılamayacağının göstergesidir. Burda (17/11) ayetinin üzerinde özel olarak kısaca duralım. Zira bu ayetin anlamı, insanın kendisi için hayır ya da şer olacak şeyleri, mutlak anlamda ve son tahlilde bilememesinden dolayı, aceleci davranarak, hayrına olduğunu sandığı ama aslında şer olan oluşumların gerçekleşmesi için de dua edebilme ihtimalini verir ki, bu ihtimalden dolayı, hayırlısı olsun, hayırlıysa olsun, olmadı demek ki hayırlı değilmiş denir. Elbette Allah, kul için gerçekten de hayırlı olan her şeyi, kulun istemesiyle, duasıyla oluşturmak zorunda değildir ancak, bu gerçek, kulun bilmeden, geniş ölçekli bir idrakle bakıldığında şerrine olacak bir şeyi isteme olasılığını ve Allah’ın kulu aslında bu şerden korumak amacıyla kulun isteğini yerine getirmemiş olabileceğini de yadsıtmamalıdır.

“Andolsun biz insanı pişmemiş çamurdan, değişmiş cıvık balçıktan (kuru bir çamurdan, yoluna girmiş, şekillendirilmiş bir balçıktan) yarattık.” (15/26)

 “Ve le kad halaknel insane min salsalim min hameim mesnun.”,  “İnsanı kiremit gibi pişmiş çamurdan (vurulduğunda testi gibi ses çıkaran kuru bir balçıktan) yarattı.” (55/14)

“Halekal'insane min salsalin kelfahhari.”

 1. ayetde geçen salsal, vurulunca ses veren, çınlayan, pişmeden kurumuş çamurdur; pişince fahhar adını alır. 2. Ayette geçen fahhar, iyi pişkin kiremit, saksı gibi çin çin ses verecek kadar kurumuş, hayat vasfından tamamen uzak kupkuru topraktır. Bu tabirler, sanki insanın bir nevi çıkış noktası olan dünyanın, içinde insanlığın oluşumunu barındıran hallerine atıfta bulunur. Yani, yerin bir ateş topu olduğu hali, sonra kupkuru hayatsız ilk evrelerini ve suyun oluşumuyla hayatsız, kuru toprağın çamura dönüşmesini ve insan olma macerasında hız kazanmasını.. Kur’an’da bu maceraya dahil olan tüm madde, yani Adem’in maddesi, ayrı ayrı yerlerde, değişik özelliklerdeki toprak maddeleri ile temsil edilir. Razi, bu temsillerin, Adem’in yaradılış aşamalarına işaret olduğunu söyler. Bu ayetlerde ve bir çok ayette gördüğümüz toprak, çamur, kokuşmuş çamur v.b. tabirlerle anlatılan, bu aşamaların temsilinden başka bir şey değildir.

 

                        Yine verdiğimiz 1. ayette geçen mesnun kelimesi, bozulmuş, kötü kokan demektir. Sürtülmüş, kazınmış veya bilenmiş anlamı da verir. Bir şekil veya örnek üzere resmedilmiş anlamına da gelir. Herhangi bir şeyin sünneti deyimi de buradan gelir ki, üzerine konmuş olan örneği demektir. Hameim mesnun ise, kokuşmuş, vasfı değişmiş kara çamur demektir. Demek ki insanın aslı topraktır ama toprak birden bire değil, çeşitli aşamalardan geçirilerek insan yapılmıştır. Önce toprağın su ile karışmasıyla çamur,

 (“...Ben muhakkak çamurdan bir beşer yaratacağım”(38/71)

sonra üzerinden uzun zamanlar geçtikçe kokuşan, vasfı değişen hame, ve bundan süzülüp alınan şeyler (tek hücreli yaratıklar) (“...Biz insanı çamurdan bir sülaleden (süzmeden) yarattık.”(23/12)),

sonra hücrelerin bölünerek çoğalma, yani eşinin kendisinden yaratılması aşaması (“Sizi bir tek candan yarattı, ondan eşini yarattı.” (4/1)),

daha sonra da eşeyli üreme aşaması (“O ikisinden birçok erkekler ve kadınlar yaratıp yeryüzüne yaydı.” (4/1))..

. Bu konuda diğer bazı ayetler şunlardır: “Oysa O sizi aşama aşama (türlü merhalelerden geçirerek) yarattı.” (71/14)),

“Sizi bir çamurdan yaratan...” (6/2),

“Ve Onun ayetlerindendir ki, sizi topraktan yaratmıştır, sonra siz şimdi insansınız. (Yeryüzüne) yayılmaktasınız.” (30/20).

 Görüldüğü gibi ayetler, özellikle insanın oluşumunda, gökten inme ani bir yaratmayı değil yeryüzünde vesilelere bağlı olarak gerçekleştirilen aşama aşama bir yaratmayı vurgular. Hamdi Yazır ve Prof.Dr. Süleyman Ateş’in de üzerinde durdukları gibi, insan kendi kendine var olmuş ve olgunlaşmış, başlangıcı olmayan bir varlık olmadığı gibi, bir anda yaratılıvermiş basit bir yaratık da değil, zamanın başlangıcından bu yana devir devir, aşama aşama yaratıla gelmiş adı sanı geçmeyen şeylerden süzülüp birbirlerine katıla katıla birleştirilmiş ve terbiye edile edile bir takım nitelik ve özellikler ilave olunarak yetiştirilmiş, bir yaratıktır. Bu, verdiğimiz (71/14) ayetinde bahsedilen yaratmadır. “Sonra onu bambaşka bir yaratılışla inşa ettik” (23/14) ifadesince de, bambaşka bir ruhani yaratdılış kazanmış, hatta ölümden sonra da bir hayata aday ve yolcu yapılmıştır.

“Andolsun ki biz insanı çamurdan bir sülaleden (süzmeden) yarattık.” (23/12) Sülale, bir şeyden incelik ve yumuşaklıkla sıyrılıp çıkarılan sonuç şey ve/veya şeyler anlamını verir. Ayet, insanın evrelerden geçen yaradılışı içre, çamurdan sıyrılıp çıkarılmış bir sülaleden bahseder. Ayetin açık manası, bu sülalenin Adem’den önce olmasıdır. Hamdi Yazır, bahsettiğimiz  bu görüşlere, şunları ekler: “Allah, çamurdan madenleri, bitkileri ve hayvanları sıyırıp çıkardıktan sonra, bunların hülasasından da insanı hiç yokken yaratmış ve insan bunların sonucu olmuştur. Kuru toprağın ilk insan hücresi haline gelinceye kadar geçirmiş olduğu yaradılış ve seçilme evrelerinin anlaşılabilmesi için, İslam alimlerince, maden, bitki ve hayvanların tasniflerine çok önem verilmiştir.”

“Allah sizi yerden bir nebat tarzıyla bitirdi.” (71/17) ayetinde geçen nebat, isim olarak, yerde biten yani yerden çıkıp yetişen her şeye denir. Bu durumda insanın kökeni toprak olduğundan, ilk canlılar olan ilkel tek hücreli canlılar, hatta onların da hücre bütünlüğü haline gelmeden önceki halleri, toprak ve su ortamında, güneşten gelen enerjiyle oluştuğundan, bunların, yerden biten bitki (toprak-su-güneş etkisiyle) ya da genel anlamıyla nebat tarzında olduklarını söylemek, ne kadar da dikkat çekici ve doğru bir görüştür. Öyle ki ayette bitki ya da nebat değil, nebat tarzında deniyor. Bu da can alıcı bir noktadır. Bu ayet, bir manada insan dahil tüm canlıların evrimsel birliğinin göstergesi olarak yorumlanabilir. Bu oluşum, sonra hayvani ve daha sonra insani hayat formlarına bürünmüş olabilir. Bu bürünüş, her adımında yavaş yavaş olmamış da olabilir. Yani anlık sıçramaların (olumlu mutasyonlar) ve uzun zamansal devirlerde biriken evrimleşmenin bir neticesi olabilir. Ancak burada kesin olan, Adem’in ilk yaradılışı ve kökeni ne olursa olsun, onun yaradılışta tam manasıyla insan değilken, Ol emri gereği belki de ani bir bilinçsel sıçrayışla insan olduğu ve bu oluştan önceki safhalarda bitkisel ve sonra hayvani bir tarzda olsa da, bir şekilde kökenlerinin çok derin zamansal geçmişlere uzanıyor olduğudur. Bu manada muhtelif ayetlerde insanın kökenine dair açıklamalara baktığımızda, bu oluşumun topraktan yaratma, sonra kün (ol), son aşamada da feyekün (hemen oluverme) şeklinde gerçekleştiği görülür. Buradan da Adem’deki bilinç sıçrayışının ani olduğunu çıkarabiliriz. Bu söylediklerimiz, Hamdi Yazır’ın tefsirinde de geçer. Hamdi Yazır bunlara ilaveten şöyle der: “Şu halde insan bir hayvan tohumundan olmuştur veya bir bitki tohumundan olmuştur diye şüphe etmek de meseleyi değiştirmez. İlk insan yine bizzat yaratılmıştır. Farzedelim ki Adem bir hayvandan doğmuş olsun, bir hayvan veya bir bitki insan oluversin. Bu da bir kün (ol) emrinden başka bir şey midir? Faraza bir insan nesnastan (yarısı insan efsanevi bir goril cinsi) doğmuş demek, ilk insan insan tohumuna muhtaç olmamıştır, insan için insan tohumu zorunlu değildir demek olmaz mı? O halde bu oluşta da yaratma ve Ol emrinden başka ilmi bir izah yapma ihtimali yoktur. Daha sona, Adem’in bir değil, bir çok farz edilmesi de meseleyi değiştirmez. Tersine misalleri çoğaltır.”

İnsanın üzerinden, daha kendisi anılmaya değer bir şey değilken uzun zamandan (dehr) bir süre (hin) gelip geçmedi mi?” (“İnsanoğlu, var edilip bahse değer bir şey olana kadar, şüphesiz, uzun bir zaman geçmemiş midir?”) (76/1)

 Dehr, bir vakitle sınırlanmamış olan zaman demektir. (45/24)’de de geçtiği gibi, büyük tefsir ve dil alimi Ragıb el İfsehani’nin (öl.1108) açıklamasına göre, asıl manası, alemin varoluşunun başlangıcından son bulmasına kadar bütün süre, yani zamanın tamamı demektir. Bu nedenle Dehryeciler, bu bütüncül zamana yaradan vasfı verir ve Kur’an ayetlerinde eleştirilirler. Yani dehr, tek olan, bütün zamandır. Hin ise sınırlı her hangi bir zaman, bir süre demektir. Yani dehr içre hin’ler sonsuzdur. İşte bu tüm zaman (dehr) içre, insanın olduğu, ama daha anılır bir şey olmadığı bir zaman aralığı (hin) vardır. Bu anılır bir şey olmama hali, ilk ilkel canlı formlardan, homo spaiensin ortaya çıkışına kadar ki tüm canlılar zincirini kapsar. Adnan Fırat, bu ayetin açıklamasında şöyle der: “Evet "daha kendisi anılmaya değer bir şey değilken, uzun zamanlardan (dehr) bir süre (hin) gelip-geçti” ifadesi, çok açık bir şekilde insanın insanlaşmasına değin, yaratılışının, "uzun zamanlardan bir süre içinde gerçekleştiğini açıklamaktadır. Bu ayet çok açık bir şekilde yaratma surecinde, başlarda insanın “anılmaya değer bir şey” olmadığını vurgular ve bu dönemin uzun geçtiğini açıklar. İnsanın anılmaya değer bir şey olmaması daha insanalaşamamış olmasıdır.”

“Sizi tek bir candan (bir nefisten) yarattı, sonra ondan eşini meydana getirdi…” (39/6),

“Halekaküm min nefsiv vahıdetin sümme ceale minha zevceha ...”, “Ey insanlar, sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan eşini yaratıp ikisinden bir çok erkekler ve kadınlar üreten Rabbinizden korkun…”(4/1)

“Ya eyyühen nasütteku rabbekümüllezı halekaküm min nefsiv vahıdetiv ve haleka minha zevcelna ve besse minhüma ricalen kesırav ve nisa  vettekullahellezı tesaelune bihı vel ehram  innellahe kane aleyküm rakıyba.”

 Ayetlerde geçen minha, o nefisten demektir. Nefis, canlı anlamına gelir ve nefes de, canlılık belirtisi olan soluk alıp vermeye denir. Ancak ayetlerde, sanıldığı gibi, Hz. Adem ve eşinden değil, nefsin yada canlılığın ilk yaradılışından bahsedilir ki, bilindiği gibi tek hücreli olan ve çoğu canlıda hala süre gelen bu dönemde, canlı, kendisinden üretilmektedir. Bu ayetin, Hz. Adem’in kaburga kemiğinden yaratılmış bir Havva’yı anlattığını düşünmek, kadının eğri kaburga kemiğinden yaratıldığını söyleyen hadislere dayanarak ileri sürülmüştür. Aslında bu tür hadisler, Arapça bir deyim olarak, kadının hassas ruhi yapısına ve onu kırmamak gerektiğine, hoş tutulması gerektiğine işaret eder. Zira kaburga kemiği eğridir ve az bir baskıyla çabucak kırılır. Bu tür bazı hadislerde Hz. Adem ve Hz. Havva’dan değil de, genel olarak kadının yaradılış fıtratından bahsediliyor olması, görüşümüzü doğrular. Havva’nın, Adem’in kaburga kemiğinden yaratılması, İslami bir inanç değil, Tevrat’ta geçen bir ifadedir: “Ve Rab Allah, adamın üzerine derin bir uyku getirdi. Ve Adam’dan aldığı kaburga kemiğinden bir kadın yaptı.” (Tekvin: 2/21-22). Ancak bu Tevradi düşünce, bizim tefsircilerimizi hatta bir ölçüde hadisçilerimizi de etkilemiş olabilir.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

HİÇ

 

Adam adama dedi ki: “Varın nedeni Yok.”

 

Adam da adama dedi ki: “Varın nedeni olmaz mı hiç? Varsa bir nedeni olmalı.”

 

Ve adam, tekrar adama dedi ki: “Elbette olmalı. Onu söylüyorum. Varın nedeni olamaz mı Hiç?”

( Ya Hu Ve Adem- 2. Bölüm Ademj Ve Evrim - 15 - başlıklı yazı KENAN KOÇ tarafından 4.02.2017 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.