Biz bu birçok nedenli bağıntıyı bilemiyoruz. Çoklu bağıntıyı bilmez olduğumuz için nedenli bağıntıların yeri bize boşluk devinmesi oluşla görünüyordular. Bizler bu boşluk devinmesinin içini niçin ile olan anlamayla doldurup; içini doldurduğumuz olayın boşluk devinmesini sahte bir maymuncuk hareketinin anlamıyla, süreci anlama ediyorduk!


Nedenler yağan yağmurun içinde sentezi durumlarıyla vardırlar. Yağan yağmur içinde bizim bilmez olduğumuz nedenli boşluk devinmesi içindeki olup bitenlerden, sadece bir tanesi; “damlanın yerçekiminden ötürü yere düşüyor olması nedenledir”. Siz yağan yağmurdaki yerçekimi nedenini bilmediğiniz için bu yer çekimli neden sel boşluk devinmesinin içine siz kafanıza göre “her bir damlayı, bir melek yere indiriyor” demenin anlamını yüklüyordunuz.


Yağmurun yağmasına dek sentez olan birçok neden sel bağıntıları vardır. Isı, su, su buharı, toz zerreleri, süblimleşme, ısı düşmesi, sürtünme elektriklenme, manyetik alanların oluşması, yer çekimi gibi bir yığın ayrı ayrı olayların boşluk devinme senteziyle birlikte ancak bir yağmurun yağma gerçekleşmesi olayı vardır.


Nedenli bağıntıların her biri ayrı ayrı bir nedendi. Bununla beraber siz bileşkeyi değil, sadece yağan yağmurun yağma sonucunu görüyordunuz.  Bu yüzden sizler nedenini bilemediğiniz için yağan yağmura; “niçin oluşları”, izafe ediyordunuz.


Oysa kurtuluşun felsefesi din iman anlamalı söylemiyle size, iradenizi bir yere teslim etmenizi söylemiyordu. Kurtuluşun felsefesi toplumsa dili, yani nesnel olan neden selliği öyle anlayanı için, karşı mücadele içinde karşı mücadeleye rağmen; kendi mücadelesinin anlaşılır olmasını; kişilerin zihninde olan bu sembol kalıplarına göre de izah ediyordu. Kadro kurtuluş savaşının; sosyal elli olan bu sembol kalıplı anlamalar ve anlayışların içinde de, iç sinilmesini istiyordu.


Yani yurdun savunulması direnci, sosyal anlayışlı dilin; din, iman, cami gibi kalıplarıyla zihinler içinde var olan sembol kalıplar üzerine tercüme ediliyordu. Bu gayret yurt savunmasına katkı verecek olan kitlelerin de bu süreci anlamaları içindi.


Kurtuluşun felsefesi; sosyo toplumsa işleyişin merkezi olan yönetim ile sosyo toplumsa merkezin çevresi olan alan arasında; yani yönetimle çevresi, çevresi ile yönetim arasında; karşılıklı yükümlenmelerden kaynaklı iradeler olduğunu söylüyordu.  Bu iradeler “üreten emek gücü” damgalıydı. “Emeğin sahibi olan iradenin de sahibiydi”. Emeği kaptıran iradeyi kaptırıyordu


Yönetim; ya da merkezle, çevresi neden vardı? İlkin kişilerin doğada iş birliği içinde güvenle sağlama yapmaları nedenle vardı. Totem meslekli yaşama geçişten sonra da, totem meslekli üreten grup gücünün; gruplar arası üreten ilişkilerin takasla sağlatma yapması nedenle, vardı.


Kurtuluşlu felsefe; üreten ilişkilerin karşılıklı yükümlülük koymalarından ötürü oluşan hak ve görevlenmeleri nedeniyle de kişilerin bir yurttaşlık hakları ve yurttaşlık iradeleri; var diyordu. Yurttaşların kendilerinde olan bu iradelerini ve irade birliğini söylüyordu. Oysa o güne kadar din, iman, cami söylemli sembolizmler içinde iradenin, reaya denen güruhta olmadığını hep söyldi. Bu kalıplar iradenin ulül emir olan padişahta; iradeyi seniye, olduğunu söylüyordular.


Siz; din, iman, cami eksenli sembolik söylemlerin nesnel boşluk devinmeli, neden sel alanın içine, konuşlandıklarını bilmiyorsunuz. Neden sel alan içinin, alan yön akışı; niçin ile olmadığı halde, siz onu; niçin ile devinir izafi anlamıyla doldurulduğunu da, bilmiyorsunuz demektir.


Nesnel alan içine doldurulan din, iman, cami gibi söylemlerin bu sembolik anlamları bugüne kadar bize, iradeyi bir yere teslim etmeyi fısıldadılar. Sembolik kalıpların teslimiyeti fısıldayan etki olması karşısında kadro; irade, üreten emek sahipliğinindir diyordu kurtuluşun felsefesi.  


Siz de üreten emeğinizle; üretim yaptığınız her alanın sahibisiniz diyordu kurtuluşun felsefesi. O günler için üretim daha çok %80 tarım ağırlıklıydı.  Kolektif irade sahipliği vurgusu da elbet te tarım üzerine olacaktı. Kolektif irade sahipliğinin; özel efendi irade sahipliğine ve saltanatçı irade sahipliğine, karşı koyması için;” köylü milletin efendisidir (irade sahibidir)” diyordu.


Yani Kurtuluşlu felsefe size; ”irade sizindir diyordu. Siz yurttaşsınız ve sizin olan irade üretim alanınız olan yerlerle belirlenir” diyordu. Bu üretim alanlı yerler, yaşama alanınız olmakla; yurdunuzdur diyordu. Yurdu savunmanız; yurdu korumanız demek yurt, ayakta kalmanız için gereken yerdir diyordu. Yurdunuz da iradenizin gerçekleştiği alandır; diyordu. Yurdunuz yoksa üretim yaptığınız yer de yok demekle; emeğe sahip olduğunuz iradeniz de, yoktur diyordu.


Kurtuluşlu felsefenin savaşımı sonrasında; Kurtuluşlu felsefe iradenin sizde olduğunu söyledi. Sizlerin hak ve görevleri olan yükümlenme içinde yurttaşlar olduğunuzu söyledi.  Siz üreten emekler çevresinde özgür iradenizle olup biten gerçekleşmedeki iradeyi bir yerlere teslim etme olan teslimiyetten ayıramıyorsanız, siz; iradeyi teslim etmeyi buyuran içi boş olan bir anlayışı, alttaki paragraf gibi bilmiş bilmiş ağzı olmakla konuşursunuz!


“Cumhuriyet kuruluncaya kadar, camilerde hutbe verişle, Allah'ı ve Allah’ın dinini; toplumun Müslüman kimliğini kullanan, Kuvayı milliye taraflıları, Cumhuriyet döneminden sonra sanki tavır değiştirmişler, sanki geçmişte bunlar, hiç olmamış gibi anlayışça düşünmeler karşısında insan olarak, düşünen olarak tepki gösteriyorum” diyorsanız, berhavasınız. İrade teslimiyetçi sembolizmin, farkında bile değilsiniz demektir.


Kişi olarak siz iradenizi teslim etmek isteyebilirsiniz. Ama sizin dışınızda, sizden bağımsız bir kolektif bilinçle, kolektif bir irade vardır. Ki bu irade iş birliği ve iş bölüşümü olan üreten emek sahipliğinin bilinci olan iradedir. Bunu birine cennet karşılığında sattınız mı (teslim ettiniz mi) arkası kölelik oluşla ve sömürü oluşla gelmektedir. İşte bu bilinç size tarih boyunca irade teslim edilmez demeyi öğretme mücadelesi içinde gelişti. İrade teslim edilmez. Ama değişken bir ortak iradeli kararlarla ve yetki ile ortak kullanılıyordu. İşte sembolizmin demediği buydu.


Üretme alanlı bir coğrafya üzerinde karşılıklı iradeler birliği ile iş birliğiniz ve iş bölüşümünüz vardır. Üreten ilişkiler tabanlı sözleşmeyle sizler; zaman zaman değişken hareketli üreten ilişkilerin ekseninde paylaşımınızı ortaya koyarsınız. Burası da bu anlamla kutsal yurdunuzdur.


Sizler de yurdunuz da, üreten ilişkiler tabanı üzerine ittifaktınız (sözleşmeydiniz). Kendi irade katılımınız olan emeğiniz nedeniyle eşit bir siyasi, sosyal hakları olan yaşam birliğinin içinde irade sahibi yurttaşlarsınızdır. İradi yurttaşlık hakkınız nedeniyle ve iradeyi işgalcilere teslim etmemek adına, işgal altında durumu kurtarmak için siz nesnel ve öznel araçları, kullanırsınız.


Bu direnici tavrın içinde cami eksenli ve niçin ile söylediğiniz seslenişler de olsa, bu davranış yararlıdır. Bu aldatma değildir. Ama zıtların varlığı ve birliği yasası gereği yarar olan zarara da dönüşür. Bu nedenle sizin umduğunuz sembolik yarar içindeki iradeyi teslim etme düşüncesi gerçekleşmemiş olmakla bu durum; sizin kişisi düşüncenize karşı zorunlu ve doğal oluşla size bir aldatma gibi bir yansır. Toplumlar kişisi istem ve beklentiler üzerine kurulmaz. Toplum uzlaşılan ortalama değerler bileşkesidir. Sürecin bu kabil yansımayı vermesi aldatma değildir. Sadece bu yönelimin toplumsal iradeli bileşke olan o yansımayı vermesidir.


( Kurtuluşun Felsefesi 008 başlıklı yazı Bayram KAYA tarafından 26.02.2017 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.