Kartalların uçmaya geçtiğinde, iki kanatlarını kocaman açması gibi, iki
elini yanlara açarak bir adam üstüme üstüme gelmektedir.
- Ooooo ağabeyciğim, kısmet burada karşılaşmakmış, nassın iyi misin?
Dedikten sonra: Adam beni anamın babamın bağrına bastığı gibi, sıkı sıkı
göğsüne bastırır bir kaç kere...
Şaşırırım haliyle, siz şaşırmaz mısınız? On metre öteden, daha önce
görmediğiniz, hiç tanımadığınız bir adam, O'ları da bir hayli uzatarak üstünüze
üstünüze gelecek, belalı mı, alkolik mi, canlı bomba mı bilemeyeceksiniz.
Eliniz, ayağınız, her bir yeriniz birbirine dolanır hem vallahi hem de
billahi...
- Kısmet kısmet, tanışıyor muyuz?
- Vallahi gıyaben tanışıyoruz ağabeyim. Ben sizin hem yazılarınızı, hem de
şiirlerinizi büyük zevk ile okuyorum, diyeyim yani...
İlk defa böyle bir şey geliyor başıma. Benim yazılarımı kim okur ki diye de
düşünürken. Öhööö öhö yani, biraz havalara gireyim. İnternet sitelerinde yazsak
da demek ki okuyanlarda varmış be benim öykü ve şiirlerimi... Şimdi sıradan bir
manavın önünden geçsek, dört beş tane karpuzu koltuklarımın altına alırım da
bana mısın demem vallahi...
- Ne güzel, ne güzel bir hayranım ile karşılaşmak.
Her şey güzel de adam bir tip, duruyor duruyor elimi sıkıyor, omzuma kuvvetlice
vuruyor. Onun ile kalsa iyi bir de sarılıyor sıkı sıkı adeta kemiklerimi
kırmacasına...
- Hayran ne kelime ağabeyim, benim ki size süper hayranlık. Tutku oldu ağabeyim
artık seni okumak, tutku resmen. Hanım, çocuklar ki ellerinden öper üç tane
aslan gibi erkek evlat, her gün seni okuyoruz.
Yalan yok, bedensel iletişimi, ele omuza vurmayı, saç okşamayı bilhassa
arkadaşlarım ve yakınlarım ile ben de severim sık sık da yaparım.
- Eyvallah birader. Hangi yazılarımı, şiirlerimi okumuştun bakayım?
Yine adam elini omzuma sıkıca vurup, beni göğsüne bastırdıktan sonra...
- Hangi birini sayayım ağabeyciğim hangi birini? Hepsi birbirinden güzel hepsi
birbirinden harika, sen çok yaşa hemi...
Of ki of!Bende de bir kasılmalar bir kasılmalar. Gören de Nobel'e adayım filan
zanneder.
- Söyle bakayım aklında olan bir iki tanesini.
Adam yine omzuma dokunur kuvvetlice...
- Ağabeyciğim şimdi birini söylesem, şu şiirin, bu öykün güzel diye hem vallahi
hem de billahi işin içinden çıkamam, öbürleri darılır bana, ayırım yapmam
ağabey, onlar senin evlatların... Sen de ayırım yapmazsın ben de yapmam.
Ne güzel konuşuyor adam ağzından adeta bal damlıyor.
- Yani ben de pek ayırmam öykülerimi, şiirlerimi senin de buyurduğun gibi
onların hepsi benim evlatlarım.
- Faceden de arkadaşız ya ağabey. Bir kaç kere faceden beni dürtmüştünüz
hatırladın mı? Sonra da ben size karşılık vermiş ben de sizi dürtmüştüm.
Ulan arkadaş isek faceden tanımam lazım ya hiç de çıkartamadım aslında. Belki
de fotoğrafını eklememiştir. Face de ki arkadaşlarımın hepsinin ismini nereden
aklımda tutayım.
- Yani dürtmüşümdür herhalde. Çok hızlı dürttü isem kusura bakma birader. Bir
daha olmaz kesinlikle...
Adam kahkahayı basar. Omzuma da sertçe vurmayı ve bana sıkı sıkı sarılıp göğsüne
bastırmayı da ihmal etmez. Pestilimin çıkmasına ramak kalmıştır.
- Yok ağabey yok, iyi ki sen dürtmüşsün. Senden hep feyiz alırız biz sayın
ağabeyim. O kadar çok sahte isim, dolandırıcı var ki facede ağabeyim sen
bilirsin bunları. Adam, kendini kadın yapıyor. Kadın, bazen kendini adam
yapıyor. Kime inanıp da kime güveneceğiz.
Adımı hiç söylemedi kereste. Bir sorsam benim adım ne diye. Yok, yok
sormayayım. Şiirlerimi, öykülerimi bildiğine göre, adımı da bilir mutlaka.
Şimdi sorarsam ayıp olur adama...
- Eyvallah birader. Ne mutlu bana ki kitabım bile yok, kitapsızın birisi iken,
yazılarımı okuyan biri ile karşılaşıyorum. Müthiş bir olay benim için.
Adam omzuma vurma ve yirmi üçüncü defa sarılmak için tekrar bana doğru hamle
yapar. Eee ben de eşek değilim, onu bağrıma basarım, onun beni bastığı gibi...
Bir kere daha vay be! Daha kitap bile bastırmadan gördüğüm ilgi ve alakaya bak
arkadaş...
- Ağabeyciğim mutlaka görüşelim, mutlaka ama. Bana bir kartını takdim edersen,
iş yerinde ziyaretine de gelir, naçizane bir çayını içerim.
Vermem mi kartımı, vermem mi... Hatta beş on tane versem de arkadaşlarına filan
dağıtsa. Cüzdanımdan çıkartır uzatırım kartı.
- Al birader, ismin neydi? Her ne kadar faceden arkadaş isek de, birbirimizi
bir şekilde dürtmüş isek de, dürt kardeşi olsak da, ismini telefonunu yaz,
kartın varsa sen de bana ver.
Cebinden bir kart çıkartır ve bana uzatır. Adres, telefon. Hmmm! Bak sen genel
koordinatörmüş hem de çalıştığı şirkette... Hiç de duymamıştım ya bu şirketi,
olsun canım... Koca Anonim Şirket, adını duymasam da...
- Buyur ağabeyim kartımı. Bendeniz Himmet Saklıcennet... Adresim, telefonum her
bir şeyim de orada açık ve net yazıyor. Şirkete de beklerim bir gün mutlaka...
Evet, değişik bir ismi ve soy ismi var.
- Mutlaka arayacağım seni Himmet mutlaka kendine iyi bak.
Baş parmağı ile işaret yapar bana. O arada geçmekte olan taksiye de el eder ve
biner. Himmet Saklıcennet. kardeşim. Giderken gözleri dolmuştur. Bilmem artık
beni tanıdığı için sevinç göz yaşlarımı ne yoksa? El sallar taksiden, ben de
ona el sallarım...
Araba hızla uzaklaşır.
- Eve dönmem lazım benimde. Markete girip de bir ekmek ile gazete alayım bari.
İhtiyaçlarımı alıp da kasaya yöneldiğimde, o da ne! Ceketimin iç cebinde
cüzdanım yok.
- Şimdi babalara geldik işte!
Cüzdanımın içinde bin lira para, ehliyet, kredi kartları, maaş kartım, hanımın
maaş kartı... Of ki of!
- Harbiden kötü dürttü bu Himmet Saklıcennet beni kötü dürttü. Polisi arasam
bari. Oy oy oy ki oy cep telefonumda gitmiş. Ne ara aldın oğlum bunların
hepsini cebimden. İnsan bari cep telefonunu bırakırdı. Bu sarılmalar marılmalar
boşa değilmiş, vay anam vay mahvoldum bittim bittim! Ulan Himmet ben seni bir
yerde bulurum ya, adın da her seferinde değişiyordur zaten, vay adi vay...