Çok eski bir tarihte küçük bir ülke vardı,
Bu ülkenin başında adil bir kral vardı.
 
Kral bekârdı ama var idi bir sevdası,
Evlen artık diyordu onu seven annesi.
 
“Evlen ki bir veliaht olsun sana” diyordu,
Her geçen gün kralın kafasını yiyordu.
 
“Zaman geçiyor oğul, yaşın kemale erdi.”
Her gün bir güzel kızın adresini söylerdi.
 
Kral: “Hele dur! Ana, daha erken” diyordu.
Krallığın işleri ne etse bitmiyordu…
 
“Daha halkım için, çok çalışmam lazımdır,
Tüm yurttaşlarımım huzuru tek arzumdur,
 
Ülkemde hiç bir fakir fukara kalmamalı,
Memleketin her ferdi mutlu mesut olmalı.”
 
Adil kralın halkı çok çalışkan çok mertti,
Bu mutluluk huzurla günler günleri ekti.
 
Bir gün anası geldi dedi: “Hakanım! Beyim!
Bir gelin getir bana, mürüvvetini göreyim.
 
Artık bende yaşlandım yazık değil mi bana,
Bir gelin getir bana, kurban olayım sana.
 
Bir torun cuk görmezsem gözü açık giderim,
Senden olan bir canı, canım gibi severim.
 
Vezirlerden birinin çok güzel bir kızı var,
Hem akıllı hem güzel, odur sana layık yar
 
İzin ver vezirinle bir görüşme yapayım,
Kız da razı gelirse onu sana alayım.”
 
Kralda güzel kızı için, için severdi,
“İşte krallığıma kraliçe bu” derdi.
 
Kral gülerek baktı anasının yüzüne,
Dedi: “Güzel anacım bakacağım sözüne,
 
Senin de yüzün gülsün mutlu ol sen ana can,
Belki bir torun verir cümlemizi yaradan.”
 
Çağırdı vezirini anası makamına,
Açtı döktü içini veziriazamına.
 
Vezir biraz düşündü razı geldi sonunda,
Anası sevinerek gitti kızın yanına.
 
Kıza dedi sırrını: “Bana gelin ol” dedi,
Kız boynunu bükerek ses etmeden bekledi…
 
“Neden? ”dedi anası, “Kötü bir şey mi duydun?”
“Haşa” dedi güzel kız, “Kötü bir şey duymadım.
 
Kralda olsa oğlun var mıdır, bir mesleği?
Yarın krallık gider kalmaz ise ekmeği,
 
Biz o vakit ne eder nasıl ekmek buluruz?
Aç açık per perişan sonra sefil oluruz…
 
Çoluk çocuk olurda ağlarsa ekmek diye,
Ben başımı o zaman vuracağım nereye?
 
Düşmez kalkmaz bir Allah ya bizde düşer isek,
Benim yavrularıma kimler ekmek verecek?
 
Var git krala söyle bir meslekcik edinsin,
Sonra gelsin canımı feda edeyim bilsin.”
 
Anası geldi dedi,” Oğul durum böyledir”,
Dedi: “Gelin arzumu kralıma da bildir,
 
Ne eylerse eylesin bir meslekcik edinsin,
Sonra gelsin canımı feda edeyim bilsin.”
 
Kral, bir an düşündü Onu çok haklı gördü,
İçten” işte bu hatun gerçek hatundur “dedi.
 
Dedi: “Tez toplansınlar vezirlerim beylerim,
Bir meslek edinmeli bana yardım eyleyin.”
 
Beyler vezirler gelip huzura dizildiler,
Kralın arzusuna bir çare düşündüler.
 
Düşündüler krala hangi meslek layıktır?
Biri dedi: “Hünkârım halıcılık layıktır.
 
Hem temiz ve naiftir halıcılık mesleği,
Hem de güzel halının biçilemez değeri.”
 
Kralda razı geldi dedi: “Tamam beylerim,
Bizlerde halıcılık mesleği öğrenelim.
 
Dokuma ustaları derhal huzura gelsin,
Ustaların ustası bana elini versin.”
 
Ustaların ustası oldu, krala hoca,
Kralın yüzü güldü halıyı dokuyunca…
 
Bir halı dokumanın gördü kral zorunu,
Dedi insan döküyor gözlerinin nurunu…
 
Gece gündüz çalıştı dokumayı öğrendi,
Ustaların ustası kralı çok beğendi.
 
Usta dedi: “Hünkârım artık bir usta oldun,
İpekten halıların ruhunu sende buldun.
 
Bu incecik dokunan halı senin eserin,
Bu ipek halıcığı en güzel yere serin.”
 
Kral çok mutlu oldu ustasının sözüne,
Ustasının sözüyle güven geldi özüne.
 
Gitti anacığına: “Bak usta oldum ana,
Bu ipek halıcıkta hediyem olsun ona…
 
Çalsın artık davullar yapalım bizde düğün,
Halkıma kraliçe olsun artık sevdiğim.”
 
 
Anası halıcığı götürdü kıza verdi.
“Bu kralından sana bir hediyedir” dedi.
 
Kız halıya dokundu gözleri doldu bir an,
Dedi: “Ana hünkâra bu sefil canım kurban.
 
Hediyesi baş üste aldım kabul eyledim,
Gönlümü kralıma canı gönülden verdim.”
 
Kırk gün kırk gece düğün; alayları kuruldu,
İnsanların cümlesi mesut bahtiyar oldu.
 
Kral’la kraliçe dünya evine girdi,
Yaradan çok güzel bir evlat, onlara verdi.
 
Mutluluk ve huzurla günler günleri kardı,
Krallığın işleri kralı çok yorardı.
 
Halkı için her zaman gönülden çalışırdı,
Komşu ülke kralları buna çok şaşırırdı.
 
Hatta bazı zamanlar veziriyle birlikte,
Halk içine çıkardı tebdili kıyafetle.
 
Hele derdi “Halkımı bir yakından göreyim,
Bir sıkıntı bir durum varsa bende bileyim.”
 
Yine öyle bir zaman halk içinde gezerken,
Karınları acıktı çünkü olmuştu öğlen.
 
Dediler “Temiz güzel bir aş evi bulalım,
Acıkan mideleri bir güzel doyuralım.”
 
Buldular bir aş evi girdiler içeriye,
Hancı buyur eyledi dedi “Gelin beriye.
 
Burası gayet dolu arkada yerimiz var,
Orası geniş ferah ön taraf sıkı ve dar”
 
“Olsun” dediler, “Bizde ferah yere geçelim,
Hele getir ne varsa bizde yeyip içelim.”
  
Sofra düzüldü vezir krala buyur etti,
Ne güzel bir sofra bu görünüşü lezzetli.
 
Hem kral hem de vezir hem yedi hem de içti,
İkisi de nedense kendilerinden geçti.
 
Meğerki yemeklerde sinsi bir ilaç varmış,
Her kim yerse bunları deliksiz uyurlarmış.
 
Kral gözünü açtı baktı bir odadadır,
Ne aş evi, ne masa, nede veziri vardır.
 
Eli kolu bağlıdır tahta bir iskemleye,
Şaşkın şaşkın bir halde başladı beklemeye.
 
Çok kasvetli bir oda yerde kemikler vardı,
Öyle pis kokuyordu insan her an kusardı…
 
Küçücük bir pencere ışıkta girmiyordu,
Kral kendi kendine: “ Bu ne iştir? ” diyordu.
 
Neden sonra açıldı boş odanın kapısı,
İçeriye girmişti iri yarı birisi.
 
Kral, dedi: “Bu nedir ne yapmaktır niyetin,
Birlikte geldiğimiz arkadaşı ne ettin?”
 
Adam sırıttı, dedi: “Sen bize esir oldun
Yoldaşının altında şimdi yanıyor odun
 
Biz burda insanlara insan eti sunarız,
Sıran geldiği zaman senide sunacağız…
 
Bizimde işimiz bu; kaderin bu neylersin,
Pek semiz ve güzelsin iyi para edersin.”
 
Kral hiç anlamadı adamın sözlerinden,
İki damla yaş geldi masmavi gözlerinden.
 
Hani krallığımda her kes mutlu diyordu,
Bu nasıl bir durumdur hala anlamıyordu…
  
Başına bu kötü iş gelmişti acep niçin?
Söylenip durur idi ağlardı için için.
 
Peki, bu zor durumdan nasıl kurtulacaktı?
Sevgili yavrusuna nasıl kavuşacaktı.
 
                            +++
 
Kraliçe bekledi gelmedi kral geri,
Gönderdi aramaya en iyi askerleri.
 
Kapıldı bir telaşa gözleri dolu dolu,
Hıçkırarak ağladı kucakladı oğlunu.
 
Askerler geri geldi iyi haber gelmedi,
Kraliçe şaşırdı ne ettiğin bilmedi.
 
Gitti anacığına yalvardı ana deyi,
“Bilmem ki nerelerde şimdi evimin beyi.”
 
Günler günleri kardı haber yoktu kraldan,
Bir ümit verir belki cümlemizi yaradan.
 
Kral yine zindanda üzüntüden ağlarken,
Yine açtı kapıyı o zalim katil adam.
 
Elinde bir bıçakla: “Sıran geldi hemşerim,
Yukarıda pirzola bekler yeni müşterim.
 
Senin nazik etinden çok güzel cızbız olur,
Mekânımın şöhreti tüm ülkede duyulur.”
 
Kral aman istedi cellada dedi “az dur!
“Benim naçiz canımın söyle bedeli nedir?”
 
“Kesip satsanız beni ne olacak kârınız?
Yalnız bir kez doyacak acıkınca karnınız.
 
Büyük bir hünerim var ederi benden çoktur
Ben bir halı dokurum saraylara layıktır…
 
Kurun bana bir tezgâh getirin ipekten ip,
Size halı yapayım rengârenk çeşit çeşit.
 
Götürseniz saraya ihya ederler sizi,
İnci mercan ya yakut verirler dizi dizi.”
 
Adam biraz düşündü aklına yattı; durdu,
Temiz bir odacığa birde tezgâh kurdurdu.
 
Getirdi iplikleri saf ipekten rengârenk,
Tezgâha dizildiler iplikler ahenk ahenk…
 
Çok özlemişti kral hatunu ve yavruyu,
Gözyaşıyla suladı dokudukça halıyı…
 
Aradan geçti günler halı tamama erdi,
Kral biten halıyı zalim başına verdi.
 
“Bu ipekten halıyı derhal saraya götür,
Kraliçeye ver ki zümrüt ve yakut getir”
 
Adam halıyı aldı düştü saray yoluna,
Dünya serveti onu düşürmüştü oyuna.
 
Sonra vardı saraya halı ile birlikte,
Biraz burda dur deyip beklettiler eşikte.
 
Dediler: “Nedir arzun ne etmektir muradın,”
Dedi: “Kraliçemi görmek benim muradım.        
 
Vardır özel bir halım layık kraliçeme,
Kraliçemden gayrı gösteremem kimseye.”
 
Dediler: “ Kraliçem bir halı satan gelmiş,
Kraliçemden başka kimseyi görmem dermiş.”
 
Halı lafı gelince gönlüne umut doldu,
Kraliçe sevindi bir anda mutlu oldu.
 
Dedi: “Tez getirsinler huzura halıcıyı,
Bir an önce göreyim bu çok özel halıyı.”
 
Kraliçe halıya baktı hemen anladı,
Gözleri şaştı kaldı çokta heyecanlandı.
 
Bir haber gelmiş idi evinin direğinden,
Bir mutluluk akmıştı tertemiz yüreğinden.
 
Döndü adama dedi: “Arzunuz nedir deyin?
Dile ağırlığınca sana altın vereyim.
 
Böyle müstesna halı hayatımda görmedim,
Bu halıdan bir tane daha getir isterim.”
 
“Emrim başım üstüne” dedi adam, çekildi,
Ağırlığınca altın hazineden verildi.
 
Adam altını aldı yola düşüp giderken,
Kraliçenin gözü parlıyordu sevinçten.
 
Vezirlerde şaşırdı biri dedi: “Sultanım,
Vallahi ben bu işten hiç bir şey anlamadım.
 
Gözleriniz parlıyor sevinç ve mutlulukla
Nasıl bir marifet var bu ipek halıcıkta?”
 
Kraliçe gülerek vezirlerine baktı,
Sonra büyük hışımla hızla ayağa kalktı.
 
Dedi “bu halı mutlak beyimin halısıdır
Benim için yaptığı halının aynısıdır.
 
Halıcının peşinden bir bölük hazırlansın,
Nereye gider ise dört bir yanı sarılsın.”
 
Kendisi de atıldı bölüğün en önüne,
Bir mutluluk bir huzur dolmuştu yüreğine.
 
Çok geçmeden aş evi asker ile sarıldı,
Kral soğuk zindandan çar çabuk kurtarıldı.
 
Kral bir meslek çiğin önemini anladı,
Hatununu görünce sevincinden ağladı.
 
Zalimlere verdiler en ağır cezaları,
Yaradan kavuşturdu şükür sevdalıları…
 
Nizamettin UCA

( Masal-1 başlıklı yazı Nizamettin tarafından 9.05.2017 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.