Habil, Kabil hem totem sahipli totem kardeşliği; hem de ilah sahipliği üzerinde ilahi (ilanen) kardeşliği olan melezlerdi. Totem sahipli ve totem kardeşlik; sürü yaşamdan kopup inşa olan bir parça oluştu. İlahi sahiplik ve ilahi kardeşlik te totem sentezli birleşen ittifakı yapıların, ilah adı altında tekel (tevhit) olmalarıdır.


İlahi tekillik, totem aitliklerden oluşuyordu. İttifak içindeki her bir totem aitlik, ilah aitliği oluşla kümelendi. Totem aitlikler (sahiplikler) neden ilahi sahiplikler olmuştu? Çünkü totemi sahiplik dışa kapalıydı. Totem dış teması ve ittifakları öngörmezdi. Bu nedenle dış teması ve ittifakları ön gören bir iradi karar alan yapı; totem yasaya aykırı oluşla; ilahi yapıya dönüşmüştü. İlahi süreç bu tarihi izi taşır.

İlk mal edinme girişmesi de El süreçleriyle ortaya konmuştu. Ortaklığın olan üretilen mal mülke kimse burası benim demeyi aklına getiremiyordu. Gün geldi kamuya ait olan süreç yansımaları kişiye ait olan süreç yansımalarına dönüştü. Yani tekel olan genellik, parça olan özel süreçlere dönüştü. Yani tevhidi olgunlaşmasını tamamlayan tekelci ilahi olan genel yapı, parçalanma süreçlerine girip, özel yapı oldu.

Doğaldır ki parçalanma süreci içine giren tekelci ilahi yapının mana diliyle anlatımı da El düşüncesiydi. Yani El düşüncesi ilk özel mülk sahipliğiydi. Pekiyi de bu nasıl olacaktı? “Burası El’in demekle” süreç başlatılmıştı. Bir kısım kamu malı, El’in olmuştu. El’in olan kamu malı üzerindeki kişisi çalışma da El’in olmuştu. El özel mülkü, bu ilk aşamada tapınak üzerine intikal ettirildi. Tapınak kolektif oluşun yanı sıra El sahipliği gibi özel mülk oluş hüviyetini de barındırmağa başladı. Kolektif buna saygı duydu.

Ben “El İlahınız” olanım diyordu bu ayrıcalığıyla. El’in kendisini, ilah olmakla sunu yapan anlaşılması, ilah hükmünde olmasıydı. El olması da ilaha karşı kendi mal mülk sahipliğini olmasıydı. Ve bile kendi iradesinin, kendi tasarrufunun olmasıydı. El’in kendi sahipliği giderek uygulanan yaşam tarzı içinde açık açık ortaya çıkacaktı. Bu ortaya çıkış sırasında kendisine bu kez de “Ben El Baal’nizim” diyecekti.

Baal; El gibi efendi (sahipliği olan) demekti. Bunun yanı sıra koca, eş demekti. Demek ki baal’in koca olma; eş olma sahiplikle tasarrufu olması; kadınlar üzerine de ikinci bir köleci vurguydu. Bu vurgu köleci zihniyeti derece derece kılıp, süreci içinde çıkılmaz bir tartışma yapmaktı. Köleci mantığa da çok uygundu. Süreç böylece aşama aşama uygulanması gibi zihnen de karmaşıklaştı. Kişiler anlayışı her bir tartışma içinde yitip gitmekle, süreç anlaşılmaz tutumla kaostan kaçınmanın, El’e sığınması oluyordu.

Bu propagandacı mantık, köleci ideolojiyi anlaşılamaz oluşa götürüyordu. Kadın üzerinde egemenlik El marifetli anlam geçişiyle “Bali’nize” (eşiniz, koca sahibinize) dönüşüyordu. Sahiplik köle sahipliğini de içeren bir anlamdı. O halde Baal sahipliği ikinci bir adımla kadın (cariye) köleliğini içeriyordu. İmanlı bir kadında bu sese uyuyordu.

Bunun altında yatan öğreti pek açıktı. Kölecilik anlatısı içinde kaleyi içten fetih etmekti. Kadın sosyal rol model gereği günün çok büyük bölümünü çocuk yetiştirmekle geçiriyordu. Köleci ruhlu bir kadın; köleci ruhlu nesiller yetiştirirdi. Kadın üzerinde oynanan bu baskıcı ruh taktiği kadını kapatmakla uç verdi. Baskı ve basınca tevekkül içinde olan kadın da türban özgürlüğü; yok efendim hicap ve örtünme inancı gibi basınç transferleri üzerinde deşarjlarla görmezi olduğunu, hicap özgürlüğü içinde gördüler!

Bu tarz inanç öğelerinin inanç içinde olup olmamasını söylemek, yapıla gelenleri hiç temize çıkarmaz. Böylesi söylemler kafaları bulandırma gayretinden başka bir şey değildir. Egemen çevreler ve onların lümpen uzantılı öğreti savaşçıları, süreci; “bilinsin” istemiyorlardı. Daima sürecin bilinmezine oynuyor; daima sürecin bilinemez olanından yandan koşuyorlardı.

Deşifre oldukları yerde hemen derler; “bu aslında böyle değil; ya da bunun inanç şeriatında hiç yeri yoktur”.  Türünden direnççi anlatımların söylem absürtlüklerine kadar işi vardırırlar. Oysa kölecilik öğretisine hizmet eden her yol (sömürü olan her yol) köleci anlayışın içinde hem vardır; hem de sakıncasızdırlar.  Sömüren ve sömürten aracı lümpenler için yolsuzluklar bile hırsızlık sayılmazdı.

Örneğin kullar arası eşitlik kutsamalı köleci inançlar gibi günümüzde; herkesin yasalar karşısında siyasi bir eşitliği vardır. Devlet kolektif emeğin otaya koyduğu tüzeli durumdur. Siyaset bu tüzeli durumun emekler arası değiş tokuşla girişip gelişen türlü hükmünü yöneten düşünce uygulamalarıdır. Hukukilik ise her biri farklı kullanım değeri üreten emekler arası bağıntıyı gözeten zorunlulukların bilinci oluş ta, süreci giriştiren emekler arası bağıntı koşulları da hukuki oluşudur.

Devlet denen kolektif güç te (emekler ortaklığı da), tıpkı El’in kulları arasında ayrım yapmaması gibi daha çok ortaya çıkışına aykırı olukla çalışır. Devlet te kendi vatandaşları arasında sözde ayrımlar yapmazdı! Görünürdeki işin özü budur.  Başlangıçtaki El süreçli görünür özde de durum aynen buydu.  “El kulları arasında ayrım yapmazdı”. Zaten ayrıma vurgu, ayrım olacağını yansımanın ürünüydü.

El ile kolektif emek sahipliği ve kolektif gücün tüzelini oluşu El mana anlayışının eline geçti. Böylece El bu transkripsiyonla tüzel oluktan çok kişileşti. Tüzel oluğu sahiplenip kişi olukla iyice büyüdü. Siyaseti de gerçeği ters yüz etmek oldu. Üreten gruplar arası emek eksenli üreten süreci, El kendi sahipliği yaptı. Sahipliğinde olan emek ürünü olan mala mülke de rızk, nasip dedi. Gerçek olan, gerçek olmayan mana ilişkileri üzerinde bağıntı kılındı. Maddi olan mana; somut olan soyut; gerçek olan sanal oldu.

Yani inşanın merkezinde üreten grupların çalışması bağıntısı vardı. Bu yine “çalışma emek olukla korundu. Ama görmezden gelindi. Bu görmezden gelinen yerine kişinin mal mülk sahipliği kondu. Mal mülk sahibi oluş gelişen süreç içinde gidilmesi gereken yol süreçlerinden biriydi. Doğruydu. Ama mal, mülk sahipliğini üreten emek gibi bir illüzyona tabi kılınması da sürecin yamultulmasıydı.

Siyaset te bu ortaklaşa emek ürünü olmayan biriken kamu (o günkü ittifakı) zenginlik kaynakları El hüneri ile keyfi dağıtıldı. Bir kişinin malı mülkü yapıldı. Herkesin malı mülkü olukla ortak üretim yapan ve ortak tüketim olan kamu malı ve kamu gücü olan mülk; kişisi sahiplik oldu. Kamunun birikmiş emek gücü olanlar, vaat eden kimi (El) kişilere iktisap edildi. Bu yeni tarz iktisapla olan siyasi ve hükmi anlayış, bu tür ilk mülk edindirme süreç adımını kutsadı. Kolektif sahip lige temel olan adaleti; keyfine göre dağıtmakla kamu mülkünü rızk diye bir kişiye vermenin iktisap adaletini kişisi mülke temeli yaptı.

Hukuk ta emekler eksenli bağıntı olmanın düzenlemesi doğrultusunda çıktı, kişi mülkünün korunup sürdürülür hale getirilmesini düzenleyen yasaların hukuku oldu. Yani hukuk; mal, mülk sahipleriyle; maldan mülkten yoksun olanların; hükmi yönetimli düzenlenme bağıntısı oldu.  Sürecin merkezinde olan; sürece işlerlik veren gerçeklerin üzeri; bu tamahı gerçekleyen hukukla örtüldü. Tamah eseri olan egoca olan El hukuku, gerçek olanın illüzyonuydu (sanal olan göz bağıydı).  
( Köleci Yasa 3 başlıklı yazı Bayram KAYA tarafından 15.08.2017 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.