Yeni oligarşin süreçle oluşturulan milleti lafızla olan hafızalar
totemi olan etnik hafızaya ya da totem yasalara aykırı oluşlardı. Üstelik te
oligarşi sentezli milletin içindeki söylem lafızları da; totemi yasalarla,
ilahi yasaların içinde hiç bilinmeyen sözlerdi. Örneğin; “çalmayacaksın, zina
etmeyeceksin, yalan söylemeyeceksin, tapmayacaksın vs.” gibi çalmak, tapmak,
zina gibi ahlaki kurallar totemi dönemle ilahi dönem içinde bilinmiyordu.
Böylesi ifadeyle söylenen totemi ve ilahi yasa, yoktur.
Oligarşin milletler ve oligarşinle taleplerle oluşan dini
yasalar bazen ilahi dönemde kullanılan sözcüklerle de hitap etseler lafızlar
anlamca birbirine aykırıydı. Örneğin dini terminolojiler de, İlah sözcüğünü
söylerler. İlah izole yapıları ittifak haline gelmesi için karar alan totem
grubun tüzeli olan üreten grup gücü iradesiydi. Kolektif oluşun uzlaşı senteziydi.
Oysa dini terminolojilerde geçen ilah ortaklığa karşı olup ortakları
olmayandır. Grup iradesi değildi. Neden göstermeden keyfi olan kişisel irade
kullanandır. Kronolojik sıralamaya göre ittifaklar ilah sözünü, daha esamileri
bile olmayan dinlerden çok önce kullanmışlardır. İlah sözcüğünün patenti
dinlerden önce ittifaklardaydı.
Kişisi sahipliğin kuralları, El’in kendisinden önce yerleşik
bir gelenek halinde bilinen bir şey değildi. Oligarşi içinde süreçlerin
yaşanmasıyla “dini gelenekler kutsamalı” kurallar inşa edilecekti. Bu kurallar On
Emirde de belirttiği gibi “Çalmayacaksın, Zina etmeyeceksin. Yalan
söylemeyeceksin. El İlahınızın yanında başka ilahların adını ağzına almayacaksın…”
diyen yaşanmışlara göre söylemler olacaktı. Çağlar boyu günümüze kadar da devam
edecek olan oligarşin milletler, El süreçleri içinde ahlak anlayışı olan bu
kuralları biçimleyecektiler.
Süreç köleci tınılı; El tipi üretim hareketini ve sömürü
alanlarının entegre gelişmeli inşa olmasıydı. Ama sürecin anlama ve anlatma
dili sosyal mantaliteydi. Sosyal mantık totem dönemden beri ilk geri bağlanım
yapan süreçti. Musa “Yalan söylemeyeceksin” dese de buna rağmen hicret
esnasında Musa; “eliniz boş çıkmayın, Mısırlıları soyun” diyecekti. Bunun
gerekçesi de hazırdı.
Amon–Aton oligarşini içinde köle olukla bulunan muhacir
kaçaklar, kendilerine Amon Aton olmayan bir başka El tasımlamışlardı. Bu tasım Yehwe’ydi. Sadece muhacir kaçakların
iyiliğini ve yararını gözetiyordu. Muhacir Kaçaklar salt Yehwe’nin kendilerine
vaat ettiği malı mülkü vereceğini umarak yola çıkmışlardı. Vaat, vaat olarak
değil de ancak kan ile 400 yıl içinde gerçekleşecekti. Mısırlılar Musa’nın milleti
olacak oligarşin anlayışın Yehwe’sine inan toplum değildi. Mısırlıların Yehwe
anlayışı içinde olmaması nedeniyle; Musa Milletinin Mısırlılardan yapacakları
hırsızlıklar da meşru sayılacaktı!
Dedik ya Yehwe’nin gözettiği yarar Musa Milletinin
yararıydı. Musa’nın bu mantalitesi her dinlerin “ganimet” anlayışının da
meşruiyet temeliydi! Siz karşı kişileri önce bahane nedenle kendi oligarşi
anlayışınıza davet edecektiniz. Ki
olasılıkla kişi bunu tabii ki kabul etmeyecektir.
İşte size fırsat. As, kes, öldür. “Zekrimizde su damlıyordu”
diye tecavüz et. Malını da gasp et. İşte meşruiyet! Neden? Kişiler sizin
oligarşin mana anlayışınızın içinde değiller diye! Günümüzde devleti kâfir
devlet sayıp; hazineyi ganimet kabilinden yağmalamayı bu meşruiyetle talan
ederler.
Hatta ganimet talanlarının azaldığı dönemlerde bile fetih
toprakları üzerindeki başka oligarşi anlayışlı olan insanlardan cizye almak bu
ganimet kültürünün başka bir versiyonudur. Cizye vermekle baş edemeyen kişilerde
ama cizye vermekten kurtulmaları için ama sizin inancınızı (!) hak düşünce
görüp te sizin oligarşinizi tanımalarına rağmen siz; cizye vergisi (kelle
kesilmeme vergisi) verenlerin sayısı azalıyor diye bu talebi kabul etmiyordunuz.
Da taleplileri bir güzel benzetiyordunuz.
Aynı temel nedene dayalı bir başka aldatmada şudur. Ganimetle
olan talancı tarihin yalanlardan birisi de şudur. Temel inanca göre yeryüzü
zaten Allah’ındı. Ama nasıl oluyorsa yine de “Biz Allah’ın dinini, yani dini İslam’ı
veya dini Hristiyanlığı veya mülkü İslam yahut ta mülkü Hristiyanlığı yayacağız
diye, her yeri “Mülkü Allah” yapmak için kilise çanlarına ve köslere vura vura selâ
ile sefere çıkılmaz mı?
Bu savaşların çoğu savunma olmaktan öte olduğu için bahanesi
“Allah’ın mülkü” yapmaktır. Bu hileye başvurulur. İşgal İle o yer “Allah’ın
mülkü” olmuştur. Süreç orada bitmesi gerekir. Ama böyle olmaz. Ya ne olur?
Talan olur, ganimet elde edilir. Yeter mi? Hayır yetmez? Neden? Yağmadan sonra
ne yapacaksınız gelirden yoksun mu kalacaktınız? Öyleyse ganimeti sürekli
kılmak gerekir. Nasıl? Cizye alarak.
İşgal yerlerindeki
mağlupların “cizye (haraç) vermeleri kaydıyla kendi dinlerinde kalmaları
istenir. Allah’ın dininden yapılmak istenenler yine kendi dinlerinde kalırlar. Yani
amaç ile sonuç çelişir. Üstelik bunu da gizlemek için sözüm ona “çok hoşgörülü”
oluyorlardı! Haraç vermemek için din değişenleri falakaya yatırıyorlardı.
Görüyorsunuz Allah’ın mülkü yapma ve Allah’ın dininden kılma ülküsü diye yola
çıkma savı iki sahte neden ardına gizlenir. Biri cizye alma, diğeri de güya
kendi dinide kalmalarıyla onlara hoşgörü gösterilmiş olmasıdır! Madem insanlar
hoşgörü ile dinlerinde kalacaklardı, hoşgörüyü önce gösterip te hiç savaşmasan da
yine insanlar kendi dinlerinde kalsalar olmaz mı?
Az aşağıda söyleyeceğim gibi “Allah’ın Mülkü” yapma nedeniyle
sefere çıkmanız gibi “Allah’ın hükmü (dini) yapmakla Emir olunmak” ta bu
bağlamla aldanıştır. Zaten kendisi, kendisini tanıtırken “Malik El Mülkül” olanım
diyor. Yani “Mülkün sahibi olanım” demekle
tasarrufa başlıyor. Bu sahiplik karşısında insanın yapacağı her şey bitmiştir. “Malik
El Mülkül Kadim” olan gücün insanın sahipliğini ve insanın iradesini hiçe saymışla
insana meydan okumadır. Yüce Allah’ın insan dan hiçbir beklentisi yoktur. Yine
insanla, işbirliği paylaşımlı ortaklığın içinde olmamasıydı bu. Eğer siz
“yeryüzünü Allah’ın dini yapmaya” soyunursanız bu demektir ki; Allah yeryüzünü
Yüce Allah’ın dini kılabilmesi için Allah’ın insanla işbirliği yapmaya ve
insanın “ortaklığına (şirke)” ihtiyacı var demektir. Bu da şu anlama gelir ki “ortak
tanımayanın” Yüce Allah’ın “ortak tanıması” olur.
Burada iki büyük çelişki vardır. Hristiyan ve Müslüman
dünyası Allah’ın dinini yeryüzüne hakim olacak diye savaşı meşru ederler. Eh
diyelim ki güzel. Ama fetihten, talandan sonra; talan gelirlerinin sürmesi için
mağluplara “cizye verdirerek onların dinlerinde (batılda) kalmaları” söylenir. Baç
kaybı olmasın diye onların dinlerinde kalmaları için onlara baskı yapılır. Baç;
cizye-haraç-ekstra kelle vergisidir.
Cizye almak için mağlupların kendi dinlerinde tutulmaları
işi açıkta hoşgörü, büyüklük deklarasyonları olukla haykırılır. Emrindekilerle
de mağlupların kendi dinlerinde kalmaları baskıya tabii olur. Bu Yüce Allah’ın
dinini hakim kılmayla (!) ile bağdaşır mı? Mağlupların eski dinlerinde
kalmaları, “Hakkın gelip, batılın zail olmasıyla bağdaşır mı? Demek ki bunlar göstermelik nedenmişler? İşin
rengi başkaymış.
Bu öyle bir yaman çelişki ki bir din kurulurken bir tane
putperest (müşrik) bir tane Yahudi kalmasın diye mücadele vermenin içinde
olacaksın; sonrada büyüyen yapıya; saltanat savurganlığını karşılamak için
cizye de olsa gelir sağlayacağım diye putpereste gayri Müslimlere o statüde
kalmaları için baskı yapacaksın. Ondan sonra da ben “tebaamın, Müslümanını
camide, Hristiyan’ını kilisede, Yahudi’sini havrada görmek isterim” diyecekle
hoşgörünün göbeğine oturacaksın!
Bu hoş görüyü, ikinci bir vergi olan cizyeyi almayarak ta
yapabilirsiniz. Ya da mağluplardan İslam ya da Frenk uyruklu olanlardan
aldığınız gibi vergi vermelerini istemekle de gösterebilirsiniz değil mi? Bu
sözün bir tek faydası var o da kendini bilmez kimi kişilerin gayri Müslüm tebaaya
(boyun eğenlere) vaki tasallutları karşısında, gayri Müslim tebaanın kolluk
kuvvetlerinde yardım istemelerinin bir karinesi olabilmesidir. Bu sözdeki asıl
amaç karine olmak değil, haraç sağlamaktır.
Zaten mülkün sahibi olan; mülkü dilediğine dilediği gibi
veren güç Malik El Mülkü Kadimdir (önceden beri mülkün sahibi olan El’dir). Yeryüzü
“Mülkü Allah’tır” (Allah mülküdür). Durum bu olunca yeryüzü Mülkü Allah olacak
diyen deklarasyonla Mülkü Allah kimsenin olmayan mülkünü kimden, kime karşı savaşarak
geri alır ki? Bir Yehwe inanıcısı olmayanların soyulmalarının meşruiyet olması
bizi nerelere getirdi.
Bu Evamiri Aşare de denen On Emirli düsturlardan biri de
şuydu; “ Rabbinin adını boş boşuna söylemeyeceksin”. Bu söz her sözüne inandırıcı olmak için
yeminle başlayanlar, fıtrat gibi söylemlerle başlayıp “Rabbini” çağrıştıran
sözlerin söylemiyle söze başlayanlara söylenmiş gibiyse de bu söz hiç de gereksiz
yere rab adını ağzına alanlara değildir. Tanınmak isteyip te daha insanlara
tanınma olmamış Yehwe kendinin söylenmesinde niye şikâyetçi olsun ki. Tanınmak
isteyen Yehwe başka tanınmışların adının anılmasından rahatsız.
Çünkü kutsal kitaplarda Yehwe; “zamana, incire, zeytine,
bastıran karanlığa, Rabbine ant olsun ki” vs. diye başlayan onlarca kutsal
söylemleri yemin edip, sözüne yeminle başlayan da kendisidir. Onun için söze yeminle başlayıp her işe
rabbini karıştıranlara yönelik söz değildir. Üstelik daha Yehwe fikri oturmuş
yayılmış bile değildir. Yehwe var olma kendisine alan açma mücadelesi içinde.
(
El 2 başlıklı yazı
Bayram KAYA tarafından
5.09.2017 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.