Ne var ki El mana anlayışı içindeki tasarruflarla ortaklığa
karşı, kişi sahipliği ortaya konmuştu. Böylece kişi sahipliği ortaya çıkmakla ve
devamı olan süreçlerle, kâr olgusu ortaya kondu. Böylece kâr için olan kazanmak
için olan üretim hareketi ortaya kondu.
Böylece ilk üretim hareketi içinde veya toplumun yasası
içinde olmayan veya başlangıç referansına göre olmayan hesapsız kitapsız
süreçler başladı. Böylece kâr hırsı nedenle ürettiğini satma nedenle kâr
mantığı on bin kişi yerine 15 bin kişilik kundura; yirmi bin kişilik buğday
üretti. Yaşamak için karşılığı olanı üretmek yerine; ihtiyacı üretmek yerine;
yaşamı üretmek yerine “tüketim için üretime” kâr yapmak için üretme; kazanmak
için üretime geçildi. Kâr yapmak; kazanmak; yaşamın üretim hareketinin kendisi
değil sömürünün kendisiydi. Zorunluluğun yerine kazanma kondu. Kâr kondu. Para
kondu. Zorunluluk günümüzde kazanma, kâr, ticaret, para gibi çarpık şekilde
yansıtılmaktadır.
Tüketimin talepleriyle; tüketim putları oluşturuldu.
Kazanmak için üretmek; üretmek için satmak; satmak için de emek gücü içinde
olmayanları emek gücü içine salıp kişiyi enek gücüne yabancı kıldılar. Bunu da psikolojik
değerlerle, nedretler kuramıyla; arzın talepli olup olmamasından hareketle köprü
geçiş garantisine kadar tasarruf ve tedbirlerle talep oluşturmanın türlü ali
cengiz oyunlarıyla yaptılar.
Köprü geçmeniz için yapılmıyordu. Köprü yapımında eğer rant
varsa; köprü çevresinde emlak ve rant oluşuyorsa; gerekli mi? değil mi?
Gerekliyse ne, ne kadar gerekli? Ne, ne kadar gereksiz? Aciliyet ne? Gibi önceleyişiler;
ranttan, kazançtan, kârdan, teşebbüsçü iradesinden sonra geliyordu. Hak, hukuk,
bilimsel fizibilite dinlemeden beş yerine on beş köprü yapılıyordu. Fazla mal
(kâr) göz çıkarmazdı. 50 kişinin oturacağı yerde beş yüz kişilik fazla mal hiç
bir işe yaramaz. Ama boşu boşuna heba olup gitse de devlette alınan teşvik
(fazla mal-kâr) işe yarardı.
Böyle olunca bir anda tüm hür teşebbüscülük (!) köprü
yapımına ve depremde toplanma alanlarının rant yağmasına, kentsel dönüşüme;
toki’ye; hes’lere; şehir hastanesi yapım imarına açmakla; süreç bunların sömürü
taşeronluğuna kayıyordu. Köprü yapılması; gereklilik bile olsa; kârsızlık
yüzünde inşa talebi oluşturulamayanın; “garanti talebi” oluşturuluyordu.
Devlet, devlet olma gibi değil; devlet olma görüntüsü
altında birilerinin rızkını El olukla ihale ediyordu. Yol nasıl olsa devlet olmanın vasfıydı. 3
liralık yol 13 liradan ihale ediliyordu. Kurt geyiği yıkıyor; kuş da yiyordu.
Günlük şu kadar hastayı garanti etmek. O kadar hasta yoksa hazinden o kadar
hastanın her yıl parasını vermek piyasa ekonomisiydi! Günlük şu kadar taşıt
geçişi gibi taahhütler, dudak uçuklatan astronomik ücretler içinde gözbebeğimiz
(!) olan hür teşebbüse garanti yapılıyordu.
Çay derenindi, balık derenindi. Kuş derenindi. Balığı tutan
zıpkın deredeki ağaçtan; kuşu vuran taş dereden; üreten, vuran, tutan kişiler
derenin ama ortaya konan sonuç kâr; hür teşebbüsündü.
Kimse atalarımıza “sen şuraya buğday ek”. “Tufan ve kötü
hava şartları nedeniyle üretim (kâr-kazanç, rant-kira vs.) yapamazsan ben sana
üreteceğin buğdayın üç katını vereceğim” diyen bir garanti ya da güvence diyen
de yoktu. Yani ilk üretim hareketi güvence ile baş başa da değildi. Zaten
olamazdı da. Toplum kendi üretiyordu ve de toplum kendisine üretiyordu. Sürecin
dışında bir iradeyle teşvik, kâr gibi bir garanti verilmiyordu. Garantisi emek
gücüydü ve de kendisiydi, toplumun gücüydü. Toplum sürecin dışı değil, sürecin
içiyle oluşandı.
Teşebbüsçülük; temel üretim hareketinin inşacısı da teşebbüslüsü
de değildi. Teşebbüscülük yapay yollardan üretim hareketi gerekliliği gibi oluşur.
Üretim hareketi için gereksiz; safra olduğu halde de kâr, kazanç yapma
gerekliliğiyle yık-yap adı altında yıkılan yere kâr, kazanç diye iş makinesi ve
mütahit sokma talepli psikoloji oluşan kârın,
rantın, kazancın, sömürü oluşturmanın teşebbüscülüğüydü.
Hastane yapmak için teşebbüsçüye de gerek yoktu. Hastane
teşebbüscünüz olduğu için yapılmıyordu. Ya da hastane teşebbüscünüz olmadığı
için de yapılmıyor değildi. Bu süreç bu kadar vahşi ve acımasız oluyordu. Öyle
olmasa sefalet ve sefiller neden vardı? 8 liraya alınan fındık neden 70 liraya tüketilirdi?
Zorunlu üretim hareketine göre teşebbüsçü değil; talep te
değil; hastane bir ihtiyaçtı. Üreten toplum gücü sektörler zaten o işin otomatikman
girişimcisiydi. Hastaneyi toplum yapardı. Çünkü hiçbir üretim hareketi kolektif
güç oluşun dışında, teşebüscü kişilerle de başlatılamamıştı. Böyle bir şey
yoktur da.
Bu nedenle kâr ve kazanç mantıklı tüketim ekonomisi
kendisine meşru ve özne nesnel bir başlangıcı olan referans noktasını bulup;
geri bağlanım da yapamaz. Bu nedenle üretim için üretim; yani kâr için kâr
yapar. Kazanç için üretim yapar. Bu nedenle köleci ve tüketim ekonomisi (!) El
mana anlayışını ve dinleri kendisine “ahlaki meşru başlanış referans noktası
yaparak El mana anlayışını her şeyin başına koyarlar”.
Üretim hareketinin içinde ve başlangıcında önce kâr, kazanç,
rant ve teşebbüsçü yoktu. Teşebbüsçü hiçbir şeyin bulucusu da değildi. Teşebbüsçülük;
toplumsal güçle bulunanı, El marifetiyle ele geçirip bunu ranta (sömürüye),
kazanca (sömürüye) kâra (sömürüye) çevirmenin Ali cengiz oyunuydu. Çünkü
değiştirilebilir bir emek ortaya koymadan; kâr yapmayı; kazancı; komisyonu;
kirayı; faizi vs.yi ortaya koymak; değiştirilebilir bir emek ya da temel bir
üretim hareketi değildir.
Kâr, kazanç hiç kuşkusuz ki yapay uydurma yollardan “temel
üretim hareketi üzerine ilinekti olmak zorundadır”. Pnömokokun tıpkı
akciğerleriniz üzerinde olması gibidir. Pnömokok akciğerleriniz için bir
gereklilik değildir. Aksine akciğeriniz pnömokok için bir gerekliliktir. Toplum
için de kâr, kazanç rant faiz gerekmiyor. Aksine kârın, kazancın, faizin,
rantın sömürünün olabilmesi için teşebbüscülere ve El’e bir toplum gerekiyordu.
Çünkü hiçbir temel üretim hareketi; ortam da olmayan kâr,
kazanç, El üzerine oluşmamıştır. Kârın, kazancın kendi sömürü referansları da,
temel üretim hareketi olan başlangıç koşulları içinde, yoktu.
Sömürü çarkı içinde köprü üzerinde geçilir olmanın;
toplumsal gereklilik olmanın ihtiyacından önce; kâr, kazanç talebi olukla
oluşturuluyordu. Kötü mü? siz de üzerinde geçiyordunuz! Kâr yapmayı öne alıp;
kâr hırsının davet usulü ihale olması, rantçının kâr yapması için geçiş garantili
ihalenin oluşması; fazici kazancın komisyonunun oluşturulması üzerinde köprüde
geçme sürecini esas alırsanız süreç bam başka işler. Üzerinde geçeceğiniz bir
şey için kâr yapılmasına, davete, garantiye gerek yoktur.
Hedef kamu yararı değildir. Teşebbüsçüde de kamu yararı
yoktur. Aksine kamu yararı üzerinde teşebbüscünün, rantçının yararı vardır.
İnsanlar; teşebbüscüler, kar, kazancını oluşsunlar diye üretim hareketini
ortaya koymamışlardı.
Üretim hareketi kolektiftir. Kolektif yarardır. Yani üretim
hareketinin kendisi de; karşılığı da; kolektif bir kullanım değeri olan her bir
kullanımları üretmek ve üretileni kişisi kullanımla da tüketmektir. Bu temel
üretim hareketi nedeniyle toplum sal inşacı süreçleri başlatmıştınız. Köprünün
kendisi de; üretimi de; üretilmesi de; yani karşılığı da kolektif bir kullanım
değeridir.
Köprü yaparken ne altında ne üstünde ne içinde ne dışında
kar kazanç geçiş garantisi yoktur. Köprü içinde, üzerinde geçilir olmanın kullanım
yararı ile zorunlu bir inşadır. Zorunlu kâr diye bir eylem başlangıcı
yoktur. Zorunlu inşa hareketi; kâr,
kazanç amacı güdülmeden zaten olması gereken kullanım değeridir. Siz süreci
böyle esas olarak ele olmakla üretiyorsanız süreç başka akar.
Teşebbüscünün kullandığı, sömürdüğü güç kolektifindir. Ama
teşebbüscünün karşılık koydum dediği güya kullanım değeri üreten emeği olan
kârı! kolektif değildir. Üstelik bu teşebbüscünün emek değerim dediği kârı;
salt kendi kullanım değeri olukla; yine kolektif kullanım değildir. Kar, rant
şu bu zorunlu değildir. Kâr, rant üretim hareketi de değildir. El marifetiyle (düşünce
ve eylem olukla çarpık yansıtmaların bir güç kullanışıyla) üretim içine sokulan
enfeksiyonlardır.
Üretim hareketi gibi zorunlu bir çevrimin içinde, karşılıklı
kullanım değeri üreten emeğin bir yanı; zorunlu üretim hareketi olmadığı halde
kâr yapıp semiriyorsa; diğer yanı zorunlu
üretip te kâr (!) yapamayıp ta; kâr yaptırmaya kaynak oluyorsa; burada üretim
hareketi dışında bambaşka şeyler dönüyordur.
Üretim için üretim (kâr için kâr). Kâr yapmak için üretim.
Kâr yapmak için arz (üretimi kısarak karaborsa kârını oluşturmak) ve kâr yapmak için kar için talebi oluşan
köprüde kimse geçmeyeceği için geçmeyen kimsenin parası, köprüye geçiş
garantisi olukla verilir. Bu tarz üretim hareketiyle yapılan kârın, kazancın içinde;
kârın kazancın olduğu yerde; insan yoktu. İnsanın sömürülmesi vardı.
Tüketim ekonomisi; israf ekonomisi; var yok üzerinde
ajitasyonlarıyla kışkırtmanın ekonomisidir. Toplum sal üretimli; zorunlu ekonomi
olmaz. Başlı başına teşebbüsçü, rantçı, faizci vs. kişiler eğilimlerinin
ekonomisi olur. Sömüren kâr ve kazanç ekonomisidir. Tüketilenden fazla kundura
üreten rantiyecimizin, tüketilemeyen fazla kundurası satılamamakla kundurası kolayca
takasa giremeyecekti.
Buna da takas zorluğu denecekti! Oysa zorunlu üretim
hareketinin başlangıç koşulu içinde yağ üretenin kundura ararken; kunduracı da
bal aradığı için kolay takas yapamadığı gibi bir takas zorluğu ortaya koyduğu
mantığı; tümden yalan ve sürece sonradan sokulan tüccar mantığıdır.
Zorunlu üretim mantığı ortaya konduğunda ortada tüccar da
yoktu. Tüccar mantığı olan süreçte yağ satan kazak arıyor. Kazak satan da bal
arıyor. Bal satan da kundura arıyorsa takasçıkmaza girer. Bu doğru. Ama bu
mantık köleci sistem içinde alım satım lı mantığa göre doğru. İttifaklar
oluşurken grup hareketinin takas edememesi diye bir süreç hiç yoktur. Gruplar malını alıp pazara çıkmamıştı. Böyle
bir başlangıç yok. Temas etmeyen yapılar yalnızlığı içinde olamazdı da.
Siz köleci sistem hareketlerini olduğu gibi başlangıca
koyarsanız, süreç anlaşılmaz. İçinde çıkılmaz olur. İlkin üretim hareketi kolektiftir.
Kişisel değil. Kişi üretim olmayınca kişisi sahiplikte hiç bilinmez. Gruplar
arası girişme kişiler arası girişme değildir. Grup ta ürününü eline alıp dıyar
dyar kendisiyle yağ değişecek grupları aramamıştır. Üretim hareketi tüccar
mantığı olan alım satım ya da tüccar mantığı olan takasla başlamamıştı.
Yani yağ üreten grubun karşısında yağa ihtiyacı olmakla
zaten kundura üreten, kazak üreten bir grup vardı. Uzun tapınak buluşmalı
kurban hediye sunumlarından sonra süreç karşılıklı hediyelerle yapılan
tekrarlar neden sonra takas olma anlamasına geldi. Yani gruplar karşılaştıkları
grupların üretim nesnelerini tanımakla ihtiyacını ortaya koydu.
Değilse bir grup yağı, yoğurdu, kazağı biliyor olup ta onu
aramaya çıkmamıştı. Başlangıçta böyle bir süreç ve böyle bir mantık yok. Yağ
üretenin kundurayla kazak değişiminin zorluğunu göze almak diye bir süreç hiç
yoktur. Bu süreç köleci sistemle birlikte; kâr için yapılan üretimle ortaya
konan süreçti.
Takas zorluğunu ortaya koyan süreç; kâr yapmak için, kazanç
ticareti yapmak için ortaya konmadı. Ve kazanç için üretilenlerden ihtiyaç
fazlası ürünü satamamaktan; kaynaklı kolay takaslar yapamama zorluğundan doğan sorunsaldı.
Para bu sorunsalın değiştirme aracı olukla ortaya konmuştu. Paranın değiştirme
değeri olması paranın kâr aracı olukla konmasını da yansımıştı.
Para kâr kasıtlıydı. Fazla ürünleri kokmadan, çürümeden;
üstelik yer darlığı ortaya koymadan depo edilme olanağıydı. Para, birikme
olanağı nedeniyle kazançtı. Paranın kâr yapmayı akıl almaz boyutlara götürmesi
ile para tam bir sömürü nesnesi oldu. Paranın bu depolama, birikme, kolay
taşınma, çürümeme gibi olan yüzü; paranın “değiştirme değerini” ortaya koyan
yüzünü değil gölgede bırakmak; bu tür kazanç, birikme gibi illüzyonlar, paranın
değiştirme değerinin üzerini örtmekle; paranın sömürü aracı olmasını da görünmez
etmişti.