1 Bir Hikâyenin Tarihi Nesnel Verileri 1

"Nemrut gün gelmiş kendisini Allah zannetmeye başlamış! Ve büyük tapınaklar yaptırıp içine de kendi heykellerini koydurmuş" Bu söylem Nemrutlardan en az 3000 yıl sonraki aklın, fikrin, sosyo toplumun, feodal bir El mantığı içinde ki gelişmişlik düzeyi ile söylenmektedir. Bu söyleyişle belirtilen bu tür anlatımlar tarihsel olandan kopan dilin, tarihsel olanı dini bir söylemle ifade etmeleriydi.


Ama dini anlatılan söylemler içinde belirtilenler de gerçeklikten hareketle oluşanlardır. Anlatılanlar içinde genellikle gerçek öz korunur. Gerçek öze güncel yorumlar ilave edilir. Geçmişin oligarşi sentezlerini bilmeyen, feodal inançlar geçmişin üç bin yıl sonrasının dini mantığı içinde geçmiş birlik ilah temsilcilerini ya Nemrut büyük tapınak yaptı içine birçok heykelini koydu, diye anlatacaktı.


Ya da "insanlar azıtıp sapıttı da Allah diye birçok puta taptı" diyeceklerdi. Bu put heykellerini tapınağa koydular diyecekti. Ve panteon içindeki birçok heykelciği iman gözüyle anlayıp anlatacaktılar. Bunlar tarihsel gerçekliğin üç bin yıl sonrasındaki köleci ve feodal bir toplumun inşa dili içinde ancak böyle ifade edilirdiler.


Çünkü sosyal mantığa göre halleri o gün içinde nasılsa; tüm göz önünde olup bitene rağmen insanlığın hali ilkten beri öyle yaratmıştı diye iman ediyorlardı. Bu El sahiplik ve kölelik mantığının itiraz edilmeden kabulünü ön gören söylemdi. Değiştirilemez lige kaynaklık eden bir fantomdur. El mantık illüzyonu budur. İnsanın El akait inançları böyleydi. İnanıcıları, her şeyi ilkten beri bu şekliyle verili, sandırdılar.


Bu nedenle şöyle düşünüyordu; "madem şimdi bir Allah inancı vardı; öyleyse geçmiş te şimdiki gibiydi. Geçmişte de bir Allah inancı vardı diye düşüneceklerdi. Geçmişte de bir Allah varsa ve geçmiş hafızayla aktarılanlarda ya da o anki panteon gerçekliği içinde tapınakta birçok put varsa bu mantığa göre bu durum olsa olsa azıtıp, sapıtma olurdu! 


"Zaten Nemrut bir kişilik olmaktan çok El mantaliteni mana anlayışının temsilcisi olan her bir mal-mülk sahibi kişiliklerden birisidir. Kişi bu putları geçmişin diliyle geçmişteki El mana düşüncesi değil de; 3000 yıl sonraki şimdinin Allah'ı sayınca; Nemrudu da "ve büyük tapınaklar yaptırıp içine de kendi heykellerini koydurmuştu" diye anlar ve anlatır olacaktır.


Nemrudun kendisini "Allah" sanması ise bir başka gerçeğin olup biten yansımasının iman diliyle ifade edilmesi olmakla gerçeğin çarpıtılmasıdır. Allah söylemi bu söylemlerden müstesnadır. Ama Yüce Tanrı söylemi insanlara köleci El mantığı ile koşut anlatılmakla; Yüce Tanrı anlayışı neredeyse kavranamaz belirsizliğe dönüşmüştür.


Gerçek şuydu. Temsilcilik, yetkilenmeydi. Bu yetki ve temsilcilik; bu yetki ve temsilciliği üzerine alan  kişiye; kişiden daha fazlası olan bir sinerji duygusuydu. Kişinin daha fazlası bir düşünüş ve eylemdi. Bu duyuşu veren sinerji kişiye; kişinin kendisinde güç vehmetme kuruntusuydu. Güç zehirlenmesiydi. Bu güç ile kolektifin sahipliğini kullanan kişilerin kolektif irade temsilcisi de olmaları nedenle yetki alan oligarşin kişisi kendisini El’ler ve ilahlar toplamında bir irade oluşla gördüler.


Daha açığı Nemrut’un vehmi, kendisine güç veren sentezin üretim gücünden gelmektedir.  Kolektif gücü kullanan oligarşi kişisi; sentez içindeki diğer her bir mal mülk sahiplerine karşı bir ego ve güç taslıyordu.  Bu oligarşin irade içinde, kişinin tek irade sahibi olma isteğidir. Siz bunu "kendisini Allah sandı" derseniz Yüce Tanrı kavramını oligarşi içine hapsedersiniz. Mal mülk ilişkisi dışında ve oligarşi dışında olmayan; oligarşi dışında anlaşılamayan bir Yüce Tanrı kavramı oluşur ki çok yanlıştır.


Oligarşi tek tek El monarşisine karşı olmakla ona karşıtlıkla inşa oluyordu. Monark olan El’ler birliği ortaklaşan bir yönetim ve irade birliğiydi. Oysa El ortaklaşmaya karşıydı. Oligarşin bir akait dilinin El’ler iradeli, iradeler içinde birinin sivrilmesiyle kazanılan bir güç zehirlenmesiydi. Bir El başka El’e ait iradeyi kullanamıyordu. Oligarşin güç kullanan kişisi de olan Nemrutluk; El’lere ait iradeleri ve yetkiyi de kullanıyordu. Bu kibri; sosyal mantıkla "kendisini Allah sandı"  diye söylemesi normaldi.


Feodalizm de oligarşi içinde oligarşiye; oligarşinin panteon sergiciliğine karşıt oluşla inşa oluyordu. Burada yanlış olan şuydu. Hiç bir varlığın değil "Yüce Tanrı" olup olmamasını söylemek, bunu iddiayı aklında bile geçirir olması absürtlük ve bilmezliktir.


“Nemrut’u Tanrı olmak istedi ” söylemi gerçekliğe göre olup biteni anlatan, söyleyen süreçleri  gerçeklikten saptırmışlardı. Nemrut’un "Yüce Tanrı" olup olmamasını yarıştıran söylemler gerçeğe göre olup biten süreçleri bu söylemin merkezine doğru kaydırdı. Böylece olu ve oluşlar Yüce Tanrıya benzer ya da benzemez olma yabancılaştırılmasıyla anlaşılır ve anlatılır oldu. Bu da sürecin gerçek  oluştan kopuşuydu. Neyi nerede arayacağınızı bilirseniz neyi bulacağınızı da bilirsiniz. Bu söylem neyi nerede arayacağınızın bilenemez olmasıdır. Ki sizlerin sorgulayıcı ve buluşçu olamamanızdı.


Ama Nemrudun oligarşi temsilcisi olmasından kaynaklı vehimden ötürü; gerçekten hareketle oluşan kuruntusunu; bağıntısı olmayan bambaşka alana transfer edip te "kendisini Allah sandı" derseniz aklı, gerçeği bulamazsınız.  Size ne buldurulmak isteniyorsa onu bulursunuz. Yani siz sorgulamayı; aklınızı işletmeyi  değil "imanı" bulursunuz.


Oysa "Yüce Tanrı" insan ve onun üretim ilişkisi olan toplumundan da; mal mülk ilişkisinden de dışta olan; bütün var oluşların; bilebildiğimiz sorgulanması ile olmakla, bilebildiğimiz kadarla anlaşılıyordu.


Oysa insanın alım, satım yapması; üretim, ticaret, kâr yapması, faiz alıp almaması vs. dışında bir biyolojisi ve biyoloji seyirli gelişi olan canlanma bir varlık olması vardır. Bu geliş içinde "ben kimim? Nereden geliyorum? Ben nasıl varım? Diyen bir ontolojik sorgulaması ile Yüce Tanrı anlayışlı mevhumu ortaya koyabilen varlıktır.


Böyle olunca süreç Nemrut’un, Tanrı olması ya da kendisini Tanrı yerine koyması değildir. Nemrut oligarşi içinde El’lere de buyuran irade olmuştu. Ama El olanlar da zaten Tanrı değildi ki. Bu gerçeği bilmezden gelmek gerçeği karartmak olur. Nemrut’un öyle demesi de  patolojik bir sanrı olur. 


Oligarşiyi oluşan El'ler, bu oligarşin tevhidin malını, mülkünü, çalışan kölelerini yönetenlerdi. Oligarşin iradeyi oluşturan El kişileri olan sahip efendiler arasında danışma (meşveret) ortaya kondu. Monarşi içinde bu yoktu.  Oligarşi El iradelerini birlikte ortaklaştıran bileşke güç birliği olmakla; Oligarşi içindeki El'lerin de El heykellerinin de ilk başta pek çok olması çok doğal bir durumdur.


Monarşi döneminde dikitler olan taş semboller o El'in irade sahipliğini belirtirdi. El mülkü üzerinde El’i temsilen; çeşitli yerlere konulurdu. Konulan yerde karşılaşılan El dikitleri mülkü koruyan; mülk sahiplik tescilini mühürlemenin saygı lanmasıydı.


El heykelinin El mülkü üzerindeki çeşitli yerde olmasının mantığı ile bir aslanın bölgesi sınırlarına idrar bırakarak diğer aslan sürüsüne karşı bölgesini koku ile belirlemesi ile aynı yöntemdi. İnsanlar da başka kişiye ait bölge olan sahiplikleri o kişiyi belirten taş dikitli sembolik anlatımlardan anlıyorlardı. Koşullu sosyal öğrenmeydi. Kimi yerde dikit taşa yağ dökme mesh etmeydi.


Zaten bu taşlar El mülkünü gösteren sınır taşı semboller olmakla; diğer bir El aitine yasak olmanın El aitlik sembolüydüler. Yani sembolizm denen, heykel denen temsili taşların görüldüğü yerde mülk tescilini, mülk sahipliğini; mülkün korunduğunu anlamamak olası değildi.  Dikitler buralarda geçerli olan iradeyi; yani borusu öten gücü onamaktı. Köleliği, ittifakı aitliği eylemi onamanın ritüeliydi. 


İbrahim gezdiği diyarlarda sürü otlattığı izinli alanlarda bir taş dikme işini sıklıkla yapıyordu. Göçer çoban olmakla malını mülkünü de çoğaltıyordu. Taş dikiyor burayı mezbaha kılıyordu. Bu mezbahada yakmalık sunu kurbanları veriyordu. Taşa zeytinyağı döküyordu. 


Nemrut neden büyük tapınaklar yapıyordu? Köleci ittifakın "kesim bölgesi olan alan yerleri" zaten köleci ittifaklı oligarşinin buluşma, görüşme takas ve ticaretin olduğu yerlerdi. Yani tapınaktı. Sahiplik sembolleri olan dikitler oligarşin bir tevhit birliği olmakla ve tevhidi yapıcıların sahipliği, koruması ve  saygı lamasıydı. Oligarşin El’i sınırlara konuyor, diğerleri de yavaş yavaş tapınaklara konacaktı. 


Bu eylem, oligarşinin tevhitçi panteon ruhunu gösterecekti. Bir araya gelen dikitler henüz kavgacı değildi. Birliği oluşan kaba taşlar yerine yontu şekiller bir El sahipliğini temsilen tapınağa konuyordu. Artık tapınak heykel sergiciliğini de oluşmuştu. 


Yontma işi panteon sergiciliği içinde El’leri temsil eden kaba kalıp taşların birbirine benzerliklerden kaçınıp, yontmanın biçim farklılığı ile o El'in algısını ve arma oluşunu diğer El'lerden ayırma çalıştılar. Herkes kendi efendisini farklı yontu şekliyle ayırt edecekti.


Böylece kült merkezinde ittifak eden El sayısı kadar sayı le yontu sayısı çoğaldı. Yontular diğer Nemrut (EL) aitlerini temsilendi. Panteondaydılar. Köleci ittifakın katılımcı sayısına göre panteonda 10-20-100 200 -1500 tane irade ve sahiplik temsilcisi El’in yontu heykel konuyordu.  Bu nedenle de tapınaklar  büyük ve ihtişamlıydı.


Panteon sergiciliği ritüeldi. El döneminden geliyordu. El monarşi döneminde kendi köle aitleri ile ahit şartlarını karşılıklı söyleyişle birbirine okurlardı. Mukabele ederlerdi. Bu nedenle El inanıcıları günlük , haftalık ya da aylık periyotlarla yapacakları ahit sözleşmeli mukabeleleri sayışırlardı. Bu sayışmalar El'i öven; El’in iradesini tanıyıcı söz ve eylemlerden oluşan kısa ritüellerdi.


Şimdi bu panteon alanı 5-7-10 tane grubun ritüel alanı olmuştu. Günlük ya da haftalık ibadetler günün vakitlerine göre ayarlandı. Her vakitte bir grubun El'i için okunan ilahilerle o grup, panteona çağrılırdı.


Panteondaki bir grup önce oligarşiyi temsil eden sembol yontuyu selamladıktan sonra kendi grup El’ini ve El ittifakını temsil eden kendi kölelik kültür kimliğini bu sentez içinde, ibadet yoluyla gösterir oluyordu. Bu tür tarihi nesnel oluş, iman mantıklı hikâyeye dönüşmekle kişisi anlayışın nesnellikle bağı kesildi.


Panteon sergiciliği olan 10-20 yontu bir arada lığı panteondaydı. Panteon ittifakın iç ticaret alanına sahne oluyordu. Panteon ürün depolanmasına yarıyordu. Hastalık tedavisine hizmet veriyordu. İbadet yeriydi. Panteon yönetim merkeziydi.  Tapınaklar bu ihtiyacı karşılamak için büyük olmak zorundaydı.


( Bir Hikâyenin Tarihi Nesnel Verileri 1 başlıklı yazı Bayram KAYA tarafından 10.04.2018 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.