İnsanlar karşı grup ilahların birleşmesi olan Kinguların veya Anunnakilerin canından ve kanından yoğrulacaktı. Bataklığın çamuru; göğün melezi olan Anunnaki diye bilinen melez ilahlardan birinin canı kanı ile yoğrulacaktı. Canı kanı veren melez anlatan gruba göre Kingular, İggiler vs. olacaktı.

Biyolojik tanım ve anlatımın bilinmediği bir dönemdeyiz. Sadece totemi mana aitliğinin aktarımı vardı. Gruplar birleşmeli melez aitlik, etnik totemi mana aitliğiyle açıklanamazdı. Ön ittifaklar tarihte ilk kes yapılan bir sentezi dile getiren bir yeni tanımın aitliği olmakla; gök, yer söylemiyle karşı karşıyaydınız. Etnik totem aitliğin yerine konacak olan bir yeni anlatımlı süreci siz; yeri ile yönü ile grubu ile mesleği ile ortaya karışık böyle söylenmek zorundaydınız.

Anunnakiler yukarı topraklarda ya da gök yerli olmakla, tatlı su civarında oturan çoban gruptu. Canını kanını ittifaka harç olarak veriyordu.  Anunnakilerin canı kanı bataklık çamuruna ya da kara balçığa katılıyordu. Anunnakilerin canı ve kanı kara balçıkla beden bulup, insan olan şekli alıyordu. İnsan bu hamurun yoğurulmasından oluşan bir mücessemasıydı (somut durumla kendisini göstermesiydi).

Anunakilerin canı, kanı, bataklığın çamurdan biçim aldı. Bu biçim burun ve ağzında bu suretin içine dolan soluk hava nedenle canlanacaktı. Bataklık çamurundan kıvam edilen suretin soluğunu da Ea ya da üfürükçü Enlil burnundan üfürecekti. İnsan biçimli suret canlanacaktı. İşte ön ittifak ve ittifakın melezleri böyle anlatılıyordu. Çamur biçimin (Sümer’in) yeni şekliyle ete kemiğe bürünmesi böyle olacaktı. Bu türden söylemler üretim yapan iki totem grubun üretimleri nedenle girişmeleri olmakla ilk kes yapılan ön ittifakı söyleyen tanımlar ve ön ittifakı ortaya koyan başlangıcın anlatımlarıydı.

Ön ittifaklarla olup biten ittifakı aktarımlar somut tarihle ve ilk kez kullanılan gök ve yer gibi ittifakı sözcüklerle söyleniyordu.  Yine ittifaklar o güne göre ilk kes anlamıyla belirtilen sözcükler olan iki kelimeyle yer-gök gibi sözcüklerle açıklandı. İttifak kavramı dahi bu sözcükler eşliğinde söyleniyordu. Bu söyleniş, ilk kez iki yer arasındaki görece durumla, gruplara göre soyut sosyal dil olmanın bir anlatımlarıydı. 

Henüz ileri düzeyde kategorize edilemeyip te ilk kez birçok anlamıyla birlikte söyletilen bu türden sözcüklerin, köleci sistemle birlikte anlamı ve anlatımları da tamamen değişecekti. Köleci sistemin kaza ve kader söylemi içindeki anlayış; ön ittifaklı söylemlere her bakımdan tam bir yabancılaşma olacaktı.  Çünkü köleci üreten ilişkiler, ön ittifaklı üreten ilişkiler paylaşımından çok farklıydı. Yani ön ittifaklı dil ve söylemlerin, köleci mana ilişkilerini açıklaması, hiç olası olmuyordu.

Söz gelimi köleci sistemde “gök” kavramı ön ittifaklardaki anlam gibi bir anlamı belirtmiyordu. Köleci sistemdeki Gök kavramı ön ittifaklardaki gibi yukarı yer toprağı olmaktan; oradaki grubu belirtmekten ve hem mesleği hem de tatlı su civarını anlam eder olmaktan çoktan çıkmıştı.

Gök sözcüğü köleci sistemle birlikte yüceliğin, yüksekliğin; başucu olan yıldızlı semanın; yağışlı güneşli hava olmasının tanımı olaraktan söyleniyordu. Kara balçık olan yer: bir yön, aşağı topraklar ve aşağı topraklardaki Sümerli gruplar olmaktan; tuzlu su civarı (çevresi) olmaktan çoktan çıkmıştı.

Kara balçık (bataklık) köleci sistemde aşağılık olmanın; değersiz olmanın; pis, kokmuş su karışımlı çamuru olup çıkmıştı.  Oysa bu dilin bu anlamlarıyla; hem ilahi yapılı anlatımlara; hem ön ittifaklı dile ve hem de ön ittifak içinde olup bitenleri anlatan söylemlerin izahı olmasına çoktan yabancılaşmıştı. Bu söylemlerle ister istemez tarihi süreç karartılmış oluyordu.

Ön ittifaklı söylemlere göre oluşan ilk anlatımların gerekli yerlerde söylenmesi yerini, köleci dil içinde gereksiz yer söylemlerine dönüşmüştü. Ön ittifaklı söylemler olan kelimelerin köleci sistem içindeki söylenmesi anlamsız yer söylemlerine dönüşmüştü. Anlamsız gibi olan bu sözcüklerin geriye doğru götürülen iz düşümlü gölge anlamlar arasında görünmez, bu anlamların ağırlık ve çekimlerinden oluşan kara delikler belirip kayboluyordu.

Örneğin ön ittifaklar içinde söylendiğinde oturulan bölgeyi-toprağı gösteren. Kuzey, Güney gibi yönü gösteren. Akad-Sümer gibi bir grubu gösteren. Tarımcı ve çoban gibi bir mesleği gösteren yer-gök sözcüğü bu süredurumları ayrıntısıyla kategorize etmemişti. Bu nedenle yer-gök kavramları ön ittifak içinde en az dört anlamı belirtirdi. Yine bu sözcükler üreten meslekler girişmeli ön ittifakları ve ön ittifaklı tarihin sancılı süreç olaylarını açık açık ve somut biçimde belirtiyordular.

Oysa köleci sistemle birlikte “yer” sözcüğü yeryüzüne doğru genişleyen alan olmakla; tatlı su, acı su civarı olmaktan çıkmıştı. Yine grubu ve grup mesleklerini belirtir olmaktan çıkmıştı. Gruplar girişmeli iradi ittifakları belirtmekten çıkmıştı. Yer ve yönü belirtir olmaktan çıkmıştı. Yer bu yeni hali ile verili bir temel düzlem olmaktan çıkmakla; tüm vasıflarını yitirdi. İstenirse öyle olur, istenirse olmaz türü El gibi bir muktedir gücün keyfiliği eline verilmişti. Yer-gök gibi bu sözcükler köleci anlatım içinde; yeni manalı yaratılışın anlatım dili olmuştu. Yer ve gök tanımı köleci söylemlere göre anlam olup, tarih olmaktan da çıkmıştı.

Gökler ön ittifak içindeki iradesi olan gruplar olmaktan çıkmakla, ittifak için gelenlerden yansımayla irade belirten; çarkı felek olan şans, talih, kader kısmeti belirtmenin takdirine dönmüştüler. Grupların oturduğu yer olmaktan çıkıp, bu yer kaderleri belirten El’in oturduğu arş olmuştu. Gök yer kaderlerin takdir yeri olunca gök yer, kararların gökten geldiği yüce makam olan (kült merkezi) El kürsüsüne dönüşmüştü. 

Böyle olunca ittifakın yüce ve yüksek yeri olan göğe doğru yükselen ziggurat yapılı kült merkezleri arş olmuştu. Arş olan yapı ittifakın en yüksek ve en yüce yeriydi. Böyle olunca yüce kürsüde oturan El de kaderleri yaratan El’di.  Yer aşağılık olandı. Takdir yetkisi ve iradesi olmayandı (sahipliği olmayandı). Aciz, güçsüz, değersiz, aşağılık ve köle olmayı bilmekle yaratılan yerdi.  Gök yaratan yer yaratılan olmakla gök ve yer “yaratılış öykülerine” dönmüştü.

Yer ve gök yaratma eylemine dönüşmeden öce, henüz yeryüzü üzerinde sadece iki bölgeydi. Gök ve yer İki bölgenin belirtilmesiydi. İttifak noktalı buluşma yerinin çevresindeki ittifaka konu olan iki bölgenin adı ve anlatımıydı. Henüz yeryüzü ismiyle belirtilir olmayan görünen bağıntılı ufkun içindeki bir bölge ufkuna göre, diğer bölge ufkunun söylenmesiydi. Aslında geleceğe doğru baktığımızda yeryüzü bilinmeyen böyle böyle on binlerce parçadan oluşacak bir yeryüzüydü. Yeryüzünün yer-gök ittifakına göre iki parçalı edilmişti. Yer, olay ufkunun sadece bir parçası olan bu yerle, Sinear bölgesini oluşmuştu. Bu ittifaka göre yeryüzünün ikinci parçası da gök denen, sonraki adıyla Kalde’ydi.

Yer ve gök sözcükleri ittifaka göre olan görece anlamlardı. “Yeri gökten ayırma”  olarak söylenen Sümer ilahisindeki durum şuydu. Sümer’e göre Sümer bölgesi olmakla anlam bulan Sümer’in kendi iç bölgesi; şimdi bölge dışı olmasıyla Kalde denmekle yine yeryüzü olan olay ufkunu, ittifaka göre bilme, tanıma, ayırt etme ve isimle eşletme oluşun bilinciydi.

Totem döneme göre iç bölge dışındaki dış bölgenin pek pek ilişkin girişilen bir süreç olmamasıyla, hiç bir hafıza anlamı yoktu. Şimdi olan şuydu. İç bölgeye göre (Sinear’a göre), dış bölge olan Kalde’nin üreten ilişkiler nedenle kaale alınıp; kaale alınanla ittifakı olup yeryüzü tümlüğü içinde bu iki yer  bilinip anlaşılır alaka olmakla bir birbirine tevafukla (uygun gelmeyle) birbirine bağıntıların olmasıydı.

Ancak yaratma kavramı içindeki süreçte bilinen bilinmeyen alan; bölge (ben) eksenli olmaktan çıktı.  “yeryüzü”, âlem, dünya, cihan olan yer ile yıldızlı sema olan “gökyüzü olan “gök” söylemi bir birinden ayrılır olarak söylenmektedir.  Bu yeni yaratma söylemiyle Tevrat “ben yeri, göğü altı günde yarattım” der.

Burada önemli olan köleci sistemin erken döneme ait olan bu tarih bilincini; eski dille ama yeni dile göre anlatmış olmasıydı. Buna göre ön ittifak “yeri” (Sinear bölgesini), üreten ilişki girişmesi kadar bir alakayla yeri gökten (Kalde’den); ayırmıştı. Ona kendisini eksen almakla, çoban olmayanlar anlamına; tarımcı olmalarına izafeten Sümer’e “yer” diye isim vermişti. Ve bu isimlendirme üreten ilişkiler girişmesi nedenle böyle oluyordu. El’ e göre ise köle ve çalışma yeri olan yer ile kararların verildiği yer olan göğü ne yer ne gök olmamakla “yeri gökten ayırma” işi, kaderleri yaratmaya göreydi.

Kaderlere göre yaratma olarak söylenen bu yabancılaşma bir kez kabul edildiği zaman; artık sonu gelmez biçimde her söyleme temel bir postüla olacaktı.  Üreten ilişkilere göre anlam ve isimlendirme girişmeli söylem edilen yukarı yer Kalde (gök) ile aşağı yer Sinear’ın Tarih sel söylemli anlatımı; bire bir El’ e göre transfer edildi. Böyle bir söylem olmakla, söylem kaderleri belirleyen El’e göre söylem oldu.

Farklı, farklı iki anlatım kırılmalarından oluşan bu kavramlar içinde oluşan her bir kara delikler vardı. Ön ittifaklı söyleme göre olan sözcüklerin köleci sisteme göre farklı anlamları vardı. Bu nedenle bu sözcükler köleci söylemler içinde bilinmeyen, anlaşılmayan bir anlam olmaktadır. Ön ittifaklı sözcüğün köleci sisteme göre olmayan bir tarihi olayı aktarıyorlardı. Bu nedenle ön ittifaklı işleyişe göre kurulan cümleler köleci sistem içinde garip açıklamalı ve zorlama yorumlara dönüşecekti. İşte biz bu süreçleri anlamadan Eksen çağını; Eksen çağ söylemlerini ve dinleri hiç anlayamayız.

Ön ittifaklar içinde oluşan çok anlamlı sözcükler henüz ayrıntılı sözcüklerle ifade edilmemişti. Ön ittifaklı dil kategorize bir dil olmamıştı. Bu nedenle ön ittifaklı anlatım ve aktarımlar içindeki YER sözcüğü söylemi somuta en yakın hayal gücü ile sosyal mana anlamasıyla ortaya konacaktı. Henüz El manalı çarpıtma ve kurnazlık ortada yoktu. Bu nedenle unutmayın ki bataklık ve çamur kâfir ya da tarımcı Sümer grubunun tanımıydı.

Yine aynı şekilde Sümer Anlatımına göre (yerin anlatımına göre) gök bölgesi; gök denen topraklarla tatlı su çevresinin killi toprağını da belirtmenin grup tanımıydı.  Nasıl gök yerli anlatıma göre Sümeri olanlar “kara balçık ile söylenp; Anunnakilerin canı kanı ile yoğrulmuştular.  Bu söylem hem ittifakı; hem de ittifakın biyolojik girişmesiyle doğan melezi ilah çocuklarından oluşan doğumları anlatılıyordu.

Aynı mantıkla, yerin (Sümer’in) anlatımına göre; tatlı su kıyısının killi topraklarında da oturan grubu (gök olan Akad grubu) kili sözcüğü ile söylenmektedir. Bu kez de kil, çocuk paylaşımı yoluyla Sümeri grup aiti olmuş Kinguların canı ve kanı ile yoğrulacaktı. Böylece kil ile vücut bulan kingu can ve kanı olan surete üflenen nefesle canlanan insanlar; yeni bir ilahi surete bürünecektiler.  

Sentez ürünü melezler; An ve Ki ilahlarına bağıntıyla ANKİ veya ENKİ ittifakı içinde doğmuşlardı. Melez olan anlam ittifakı belirten bu bileşik sözcükle de söyleniyordu. Şimdi de ayrıntılayan, teferruata göre söylenmekle kategorize edilen yeni anlamı içinde olan melezler Kinguydular ve Anunnakiydiler. İlah olan An ve Ki söylemi; an ve ki birleşmesi içinde Ki ve An’ı yani yeri gökten ayran grup adıydı. Grup ta eril ve dişil kişilerdendi. Böyle olunca ilah doğrudan doğruya (otomatikman) grup içiyle çokluktu. 

İlah o grubun kendisi olmakla tekildi. Bir grubun içi, hem kadın; hem erkek kişilerdendi. İlah hem kadındı, hem erkekti. Grup tekili anlam olmakla, cinsiyeti yoktu. Oysa grup içinin çoğulluk olmasıyla ilahların da doğrudan cinsiyeti vardı. Söylenişe göre ilahlar hem kadındı, hem erkekti.

Enki melezdir. Enki köleci dil içindeki anlatımıyla kili yoğuran melez ilahtı. Ea, Enki’nin İlahıdır. Bire bir olsa da olmasa da Enki’nin doğurtanı ya da doğuranıdır. Kingu kanı ile kile şekil vermesini irade edip takdir eden Ea’dır. Enki, kendisini doğuran ve doğurtucusu olan Ea’nın burada ilahe donlu (görünüşlü) olan melezdi. Enki, kile şekil verdikten sonra Ea’ya sesleniyordu:


“Ey annem! Adını vereceğin yaratık oldu.

Onun üzerine tanrıların görüntüsünü koy.

Dipsiz suyun çamurunu karıştır.

Kol ve bacaklarını meydana getir.

Ey annem! Yeni doğanın kaderini söyle!

İşte o bir insan!”

Görüyorsunuz, bu anlatım ön ittifaklı süreçleri anlatan bir sözlü aktarımdır. Ama ne var ki bu ilahi içinde geçen anne kavramı, tanrı kavramı; kader kavramı ön ittifaklı sürecin dili değildir.

Bu yeni yoğrulan insan suret; saf, etnik olmayan melez bir ilahi sureten, surettiler. İlah kendi içinde ve totem kardeşler arasında olan doğumlulardı. Melezler karşıt iki gruptan olan saf ilahlar arası birleşme içinde doğanlardı. İnsanlarsa gruplar arası birleşmelerden doğan melezlerin gruplara dağılan çocuk velayetleri nedenle, bir grup aiti olmuş çocukların yine gruplar arası kardeşler birleşmesinden doğanlardı.  

Velayet olarak gruplar arasında paylaşılanlar (neflimler-titan soylar) bu ilk kuşak melezlerdi. Bugünkü anlayışımıza göre velayet paylaşımı yoluyla iki kardeşten biri YER’E diğeri GÖĞE veriliyordu. İlahlar etnikti. İlahın melezleri olan ilk kuşak artık etnik değildi. Melezler ilk çapraz kuşaktı.

Bu paylaşımla etnik olmayan melezi ilah soylar, yerin ve göğün kızları, oğlanları oluyordular. Bunların velayetleri gruplara geçince grup aiti oluyordular. Karşıt gruptaki ittifak kardeşleriyle birleşiyorlardı.  Bu birleşmeler daha sonraki köleci söylemlere göre ilahlar beğendikleri yerin (Sümer’in) ve göğün (Akad’ın); oğlanlarıyla ve kızlarıyla evlenenlerdi.

Yerin ve göğün kız ve oğlanlarıyla evlenen melez ilahlardan doğan ikinci çapraz kuşak insandı. İnsan diye doğan melezlerin bir tanımı yapılacaksa; Kinguların kanı ve canı ile kil yoğrulacaktı. Bu nedenle melez’in sosyal çaprazı olan insanlar, ilah değildi. İlahtandı.  Anunnakilerin canı ve kanı ile yoğrulan balçıktan oluşmuştu. Ya da anlatan gruba göre Kinguların canı ve kanı ile yoğrulan killi topraktan oluşmuştu. İLAH, kan ve can ile yoğrulan bu hamur şeklin ağzından ve burnundan nefes (nefis-ruh-soluk-hava) üfürecekti.  Böylece bu soluk olan ruhtan üflenen kil ya da balçık suret canlanacaktı.

İnsan ilah soylu kırma ya da melezlerin canı ile kanı ile yoğrulan kil ile kara balçıktandı. Kanını canını verende kil ve balçık olarak yoğrulanlar da iki karşıt grup birleşmesiydi.  Bu gruplar toprak veya duman ve ateş veya su vs. olmakla birçoktu. Biçim alışlar ilah suretinde olup; ilah görünüşlü; ilahın ruhunda üfürülen tözdü. Konu hayli geniştir. Ama burada kesmem gerek.


( Eksen Çağı 7 başlıklı yazı Bayram KAYA tarafından 19.05.2018 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.