Vicdan için değişik şeyler söylenebilir ve genellikle
birbirine yakın anlamlar taşıyan birçok tanımlar yapılabilir. Birtakım ön kabul ve ön yargıların etkisiyle
yanlış olarak değerlendirilen davranışların önüne geçen ya da istemeyerek de
olsa tatbik safhasını geçen tutum ve davranışlardan sonra bizi pişmanlık
anaforlarına atan bir dürtünün elbette tanımlanması gerekir. Mesele aslında
vicdan denen olgunun tanımından çok işleyiş tarzında odaklanmaktadır.
Varlığını ve yaptırım gücünü asla inkar etmiyorum. Hatta öyle
ki bazı hassas bünyelerde kişiyi intihara kadar sürüklediğini defalarca duymuş,
belki görmüşüzdür. Hemen herkeste az ya da çok ama muhakkak etkili bir dürtü ya
da içgüdüsel mekanizma. Vicdan denen olguya bu pencereden bakınca yok saymak
mümkün değil. Zaten yok saymıyorum. Sadece vicdana güvenilmez diyorum. Meseleyi
birlikte irdeleyelim bakalım aynı sonuca çıkacak mıyız?
Başımız dara düşünce yardım istediğimiz, eylem ve
söylemlerimiz arasında meydana gelen baş edilemez çelişkiler karşısında sığındığımız
ve adına vicdan dediğimiz şey belki de bilinç altı mahkemesinin bilince
yansıyan bir uyarısı yada tehdidi olabilir. Adına vicdan ya da başka bir şey
deyin fark etmez. Mekanizmanın nasıl işlediğini, nereden kaynaklandığını ve neye
bağlı olduğunu bilmek fazlasıyla yetmektedir.
Bize doğru ve yanlış noktasında uyarılarda bulunan, duygu,
düşünce ve davranışlarımızı bu kriterler doğrultusunda bir şekilde denetleyen adalet
mekanizması diyenler var vicdan için. Tanımına ve özelliklerine sözüm yok, doğru
olabilir. Ama vicdanının insanı her zaman doğru ve güzele hatta etik ve ahlaklı
olana sevk edeceğine inanmıyorum. Sonuçta vicdanı yönlendiren birinci ve en
önemli etken, kişinin kendi çıkarlarına alet ettiği doğru ve yanlış
saplantılarıdır.
Çünkü başlı başına vicdan denen bir olgu hatta bir organ bile
olsa insana bağlı bir öğe ya da özellik olduktan sonra sonsuza kadar ve
kayıtsız şartsız güvenilmesi bana göre mümkün değil. Vicdan denen melekenin
akıl, mantık ve duygudan oluşan karmaşık bir mekanizma olduğu inkar edilemez
bir gerçek. Bir o kadar açık bir gerçek daha var ki, vicdanı oluşturan akıl,
mantık ve duygu adı verilen alt unsurların istisnasız tamamı insan merkezli
yani insan kaynaklıdır. İnsan da bedenen diğer canlılar gibi yaşamak için doğuştan
gelen birtakım temel içgüdülere sahiptir. Daha doğrusu insan da diğer canlılar
gibi hayatta kalmak için bu temel içgüdülere muhtaç ve onların güdümündedir.
İnsanın diğer canlılardan tek farkı aklıdır. Ve bu fark onu vicdan noktasında iyice
güvensiz kılmaktan başka bir işe yaramamaktadır.
İnsanlık tarihi boyunca en azından kayıtlara geçen somut ve
kanıtlanabilen işkence olaylarına ve kullanılan yöntemlere alıcı gözle
bakarsanız işkenceye bulaşmamış tek bir ulus ya da ideoloji ve inanç sistemi
bulamazsınız. Sözü geçen ulus, ümmet ve taraftarların insan denen varlıktan
oluştuğunu ayrıca söylemeye gerek var mı bilmiyorum? Ama olayı bu şekilde
irdelediğinizde yine işkenceye bulaşmamış insan olmayacağını da kolaylıkla
tahmin edebilirsiniz sanırım.
Bu noktadan hareketle vicdanı teşbihte hata olmazsa bir köpeğe
benzetiyorum. Evet yanlış okumadınız aynen öyle. Vicdanın kapımıza bağladığımız
evcil bir köpekten zerre kadar farkı yoktur benim nazarımda.
Her zaman olduğu gibi inanmadınız, itiraz ettiniz. Bununla
yetinmeyip akla hayale gelmedik isnatlarla benim yaftalamaya bile başladınız.
Dedim ya her zamanki gibi. Ziyanı yok. Ben insanın ciğerini okumuş biri olarak
böyle düşünmek ve böyle davranmaktan başka çareniz olmadığını bilerek, kusura
bakmayın ama sizi dikkate almıyorum.
Kimi zaman hayali kavramlar yaratan, kimi zaman da olması
kuvvetle muhtemel ahlaki değerleri ifade eden kavramları dejenere eden insan,
yine var olduğunu varsaydığımız vicdan denen melekeyi tarihi süreçte bir
şekilde evcilleştirmeyi başararak kötü emellerine alet etmiştir. Olaya bu
taraftan bakılınca vicdanın artık hiç de güvenilesi bir insani duygusal olgu
olmadığı anlaşılabilir.
Vicdan denen bir mahkeme varsa tarih boyunca binlerce hatta
belki yüz binlerce insan kendi saplantılı doğrularına inanmadığı için nasıl
olup da fiili olarak işkence yapabildi hemcinslerine? Yapması bir yana yakın
tarihte resimleri ulaşan işkence merasimlerine dikkatli baktıysanız işkence
yapanların gözlerinde ve yüz hatlarında üzülmek, pişman olmak bir yana en
hafifinden bir rahatsızlık duygusuna dahi tesadüf edemezsiniz. Daha ötesi işkence
yapanlarım gayet mutlu ve sevinçli olduğunu bile fark etmeniz mümkün eğer
dikkatli bir şekilde incelerseniz. Peki bu durum nasıl olabilir? İşte gerçeğin
önündeki yoğun sis perdesi bu aşamadan sonra aralanmaya başlamaktadır.
Vicdan denen şey her neyse nefis gibi, şeytan gibi insan
aklının uydurduğu ve bilerek işlediği günahlarına bahane olarak kullandığı
hayali kavramlardan başka bir şey değil. Belki bir günah keçisi, başta kendisi
olmak üzere içinde yaşadığı toplumu kandırmak için kullandığı… Artık karar
sizin.