ÇAKAL JONNEY

Aç, cılız ve bir o kadar da ahmak birisi idi. Ne yapıp ne etse de asla ama asla çevresi tarafından hoş karşılanmıyor ve bir tane bir dost bulamıyordu kendisine. Alışılmamış birisiydi o ve dostu da öyle olmalıydı. İnsanları dost edinmeyi düşündü küçük çakal. Olmaz, olamaz diye geçirdi küçük beyninden. Anne ve babasını gözlerinin önünde avlamışlardı. Zaten babası, “insanlardan dost olmaz” demişti! Çevresine bakındı ve tepesinde Güneş’ten başka bir şey olmadığı fark etti. Etrafa tekrar bakındı ve yanılmıştı. Aşağı doğru eğdi kafasını ve bedeninin yerdeki yansımasını fark etti. Kendi bedenini ayaklar altına almıştı. Bedeni hiç olamayacak kadar küçülmüş ve kendisi de ne kadar tuhaf olduğunu orada kabullenmişti.

Akşama kadar gezindi ve kendisini Güneş batarken ulu bir ağacın dibine bıraktı. O diğerlerinden çok ama çok farklıydı. Herkes gece ava çıkarken o ise gündüz çıkardı. Tek gezmeyi değil aksine topluluk halinde gezmeyi seviyordu. Küçük olduğundan mıdır bilinmez ama yaşayan bir canlıyı sırf doymak için öldürmezdi. Başka bir aslan veya kaplanın öldürdüğü leşleri yerdi. Eğer sırf doymak için birisini öldürürse o zaman insandan farkı kalmazdı ve bu da onun en çok korktuğu şeydi.

Ellerini çapraz bir şekilde üst üste koymuş ve Ay’ı da tam karşısına alarak etrafı izliyordu ki az ilerde birkaç tuhaf ses duydu. Kulaklarını dikti ve önce gitmemeyi düşündü. Seslere dikkat kesilince biraz gülme sesine benzetti. Uzun zamandır gülmemişti Jonney. Ayağa kalktı ve ses doğru yöneldi. Bir koca kayanın üstünde buldu kendisini ve az ilerde insanlar vardı. Arka ayakları geri geri götürdü onu. Biraz geride bekledi ve durup kendine gelmesini bekliyordu. Ama biliyordu ki bir türlü kaybettiği kendisini bulamayacaktı. Zindana dönmüştü hayatı, can çekişen bir avdan daha da beterdi. Kendi hayatını yaşayamadığından, zindan has bir hayat denilen, günü yaşıyordu. Ve ön ayakları birden öne doğru eski yerine getirdi. Yere uzandı ve kendini fark ettirmeyecek bir şekilde kendi dünyasındaki tanıdığı en korkunç yaratıkları izlemeye koyuldu. Az ve mutluydular. Hepsi birbirinden farklı ve değişikti. İçlerinde en küçük olan insana baktı. Ayakta zor duruyordu. Düşe kalka düşe kalka ilerlediğini gördüğünde diğer insanlar gülüyordu. Birisi düştüğü zaman ona gülmek en keyif verici şeydi sanırım. Ve yine hazin dolu ailesi geldi aklına ve gözlerini kapattı.

Bir günü diğerinden farksızdı ve karnı hep yarı açtı. Doymayı bilmiyordu değildi onunkisi. Tok olan hayvanların hayattaki doymak istekleri doyduktan sonra bitiyordu. O ise aksine her zaman açlığa karşı mücadele veren ve diğer hayvanlardan farklı ve insanlardan çokça

farklıydı. Hayat ona göre bir insan ve diğer hayvan arkadaşları gibi yaşayıp ve ölmek değildi. Ona göre böyle olmamasının sebebi sanırım annesi ve babasının olmamasıydı. Ona göre hayatın her aşamasında kalkıp tekrar düşmekti. Düşünce ayağa kalkıp idare edecek kadar ağlamak ve yorulduğunda ayakta ağlamaktı. Ve tam da o, şu an bunu yapıyordu. Patilerine gözyaşları değiyordu. Bunu fark eden yaşlı bir çakal yanına yaklaşarak:

-Ne oldu, neyin var evlat? Diye sordu. Cevap vermekten yana değildi Jonney. Eğer cevap verirse şimdiye kadar neyinin olup olmadığı soran bu yaşlı çakal ona acıdığından sahip çıkabilirdi. İnsan dilinde merhamet idi bunu adı, merhamet sanırım. Merhamet acıdan doğar ve bir kuş gibidir. Yem olunca gelir ve yanına yaklaşacak olursan uçardı.

-Tamam, peki. Konuşmak istemiyor olabilirsin ama biraz oturmaya ne dersin, peki? Jonney, bunların hiçbirine cevap vermeksiniz arkasını döndü ve oradan uzaklaştı. Yaşlı çakal hâlâ arkadan bağırıyordu.

-Genç çakal! Ben öyle diğer çakallar gibi değilim. Gel, ne olur biraz konuşalım. Jonney’in kafasında tek bir yanıt vardı ve o da susmaktı. Devam ediyordu yürümeye. Akşama kadar dinlenecekti. Bir an olsun değişmeye karar vermişti. Artık o da, korktuğu şeyden hayatının sonuna kadar kaçamayacağını anladı ve artık korktuğu şeylerin şeklini almaya başladı. Geceye kadar bir koz ağacını dibine serildi.

Akşam, Güneş batmaya yakın gözleri aralandı ve karşısında koca Güneş’in sabahki gördüğü yaşlı çakal gibi yorgun olduğunu gördü. Güneş sanki zorla batıyordu. Ayağa kalktı ve diğer çakalların sürü halinde avlanmaya çıktığını gördü. Onları çok açık mesafeden takip etmeye başladı. Geçen gece dikildiği koca kayanın olduğu yöne doğru gittiğini gördü. Tam dikildiği taşın üstünde çakal sürüsü aniden durmuş ve bir süre hepsi birden aşağı doğru bakışmışlardı. Sonra başka doğru yöneldiler ve gözlerine koca bir antilobu kestirerek pusuya geçtiler. Antilop sürüsünün etrafını çember şeklinde kuşatmışlardı ve antilobun en zayıf anını beklemeye başladılar. Antilop bir türlü istedikleri gibi davranmıyordu. Aralarında en tecrübelisi birden üzerine atladı ve koca bir duman içinde biraz koştuktan sonra sol arka ayağından kavramıştı koca antilobu. Diğerleri de üzerine atlayarak koca hayvanın gözlerinin içine baka baka can çekişini izledikten sonra keyifle yediler. Jonney, hâlâ bu dünyanın düzenine bir anlam veremiyordu. Bir an Tanrıdan gayri her canlının can aldığını düşündü. Karnını doyurmakla meşgul olan çakallara yönünü dönerek uzaklaştı.

Ve biraz ilerledikten sonra dünkü yaşlı çakalın hâlâ o kaya üzerinde durduğunu fark etti. Biraz izledi yaşlı çakalı ve o da diğerleri gibi uzun uzun baktıktan sonra başka yöne doğru

yöneldi. Hâlâ peşinde idi Jonney, ihtiyar çakalın. Sonra birden yaşlı çakalın pusuya durduğunu gördü. Jonney, fark edildiğini sandı ama soluk alıp vermeyi yavaşlatarak onu izlemeye devam etti. Ve birden yaşlı çakalın atıldığını gördü. Biraz boğuşma sesi ve sonrasında ise ses kesildi. Küçük Jonney kafasını kaldırdığında yaşlı çakalın az önce sürü halinde üzerine atıldıkları antilobun yavrusunu öldürmüştü. İkisinin de gözleri yaşlıydı ölürken. Ve Jonney bir an olsun çocukluğuna geri döndü. Anne ve babası tekrar aklına gelmişti. Gözleri tekrar dolmuştu. Hayat iki kısımdan oluşuyordu;

1-Çocukluğunda koşanlar

2-Çocukluğundan koşanlar

Jonney ikinci kategoride idi. Ne zaman aklına anne ve babası gelse yutkunamıyordu. Bir an olsun dünyadaki en zor şeyi başaramıyordu ama sonradan geçiyordu. Acılar saat gibiydi, sabahları acılar idi ve öğleden sonra olanlar ise unutturucu oyalanmalar. Geçmiyordu. Hayat belli bir süre sonra sıfırlansa bile tekrar en başa dönüyordu Jonney için. Zaten saat dediğimiz şey belli rakamları her gün tekrar etmesi değil miydi? Yaşlı çakala lanetler yağdırdı Jonney. Daha bir de dün arkasından bas bas “ben öyle diğer çakallar gibi değilim” demişti çakal herif. Oysa tek istediği şey hayatta ayakları üzerinde duracak tek bir şey bulmaktı. İnsanın tutunacak dalı kalmadığında düşmeyi iple çekiyor. Dünya dönmeye devam ediyordu ve karnı açtı Jonney’in. Beni onlardan ayıran ne diye düşünüyordu. Hâlbuki o da diğerleri gibiydi diyecekti kendi kendisine ama yanlıyordu. Yanılmamak için bütün canlıların yalan söylediğini fark etti bir an. Ağır ağır adımlarla ilerliyordu. Dünyanın en mistik hayvanı çakal Jonney’di belki ama onun yüreği Dünya’ya sığmayacak kadar büyüktü sanırım.

Her gün atık yediği yere geldi ve kendine bir aslanın veya başka bir hayvanın bıraktığı artığı yemeği seçecekti. Bugün çok can alınmıştı Dünya’dan. Kendisine en küçüğü tercih edecekti ki, ormanın içinde yaşlı çakalın küçük antilobu nasıl dişlediği geldi aklına. Diğerlerine yöneldi ve bu kez daha büyük olana geldiğinde bir ceylan leşine rastladı. Kokladığında aklına anne ve babası geldi. Bugün yemek yiyemeyecekti sanırım. Etrafta karnı doymuş aslanlar bizim çakala anlam vermeye çalışıyorlardı. Jonney çok sinirlenmişti ve gözleri dolmuştu. Katliam alanından hemen ayrılmak istedi ve koşa koşa kendini ormanın en yüksek yerine bıraktı. Ay’ı yine karşısına aldı ve ağlamak için güzel bir zamandı.

Karnı aç olduğundan bir türlü adam akıllı ağlayamıyordu. Karnı aç olunca bir an önce ne bulursa yemek istiyordu. Bu kez türüne aykırı bir şey yaptı. Kalktı ayağa ve mantarların çok olduğu yere doğru yöneldi. İki üç tane yedi ve ardından taze otlara yöneldi. Pek fazla yiyemedi

yine, sadece karnının açlığını hissettirmeyecek kadar yedi ve yine koca kayanın üzerine bıraktı kendisini. Yine aşağıdan gülüşme sesleri ve insanlara ait bir ateş kokusu geliyordu. Bu kez biraz daha fazla kalabalıklardı. Ve dünkü gördüğü, kendisine çok benzettiği o küçük insanı da görmüştü. Aklından bir an olsun insanlardan öç almayı düşündü. O küçük insanı gidip bir ısırıkta haklayabilirdi. Öç alma duygusu ona olduğundan biraz daha fazla güç verecekti. Ormanlıkların içinden insanlara doğru yönelmeye başladı ve o kadar insanın içinden o küçük insanı ısırıp kaçsa bile yetecekti kendisi için. Bir an arkadan birkaç ses geldiğini fark etti ve geriye doğru baktığında gece yarısı belli olmayan bir izlenim yarattı kendisinde. Bir an korkmuş ve vazgeçmişti. O ne diğer hayvanlar gibi olmak istiyordu ne de cani olan insanlar gibi. Öldürmek kendi dünyasında Tanrıya mahsustu. Yine gece yarısı olmuştu ve artık uyumak istiyordu. Uyuyunca dünya daha da değersiz hale geliyordu. Gözlerini kapatınca zulümleri görmüyordu ve böylece daha az isyan ediyordu ve daha az vicdan azabı duyuyordu.

Yine sabah olmuştu ve yine dünya dönüyordu. Kendisi gibi olan diğer tüm hayvanlar uyurken o erkenden kalkmıştı ve kendisine acılarını dindirecek bir şeyler aramıştı. Yoksa bu gidişle erken ölecek veya erken av olacaktı. Akşama kadar gezdi ama kendisine ağaç kavuğundan düşmüş bir kuştan başka bir şey bulamadı. Kuşun dibine yaklaştığında hemen annesi gelmişti kuşun ve kafasını gagalamaya başlamıştı. Çakal anneye hak verdi ve geri doğru çekildi. Annesi, yavrunu alayım derken birikmiş bir su birikintisi içine düşürdü. Çakal ilk önce ne yapacağını şaşırdı. Yardım etmeye gitse annesi izin vermiyordu eğer yardım etmezse kuş ölecekti. Çakal Jonney, koşa koşa yavru kuşun yanına yaklaştı ve onu ağzıyla kavramaya çalışırken yavru kuşun annesi ise Jonney’i gagalamaya başlamıştı. Çok acı veriyordu bu gagalama işi ama o vazgeçmek istemiyordu. Ve sonunda kavramıştı yavru kuşu. Bir hamlede kenara savurdu yavru kuşu. Yavru kuş can çekişiyordu ve diğer kuş sürüsü yavru kuşun başına üşüşmüştü. Bütün kuşlar yavru kuşun başına toplanınca Jonney oradan ayrılmaya karar verdi. Akşama kadar yavru kuşu düşüne düşüne geçmişti. Her zaman olduğu gibi yine o koca kayanın üzerine çıktı ve insanlara bakmaya başladı. Güneş battıkça, Jonney’de batıyordu. Yine uzun uzun dalmıştı insanlara. Ve kendi kendine söylenmeye başladı: Ne vardı da gelip anne ve babamı öldürdünüz? Ne vardı da hayvanların acı çekmesinden hoşlandınız? Siz insanlar gerçekten de çok farklısınız. Hayvanlardan bile…

Gece, karalıkla beraber acılara iyi gelici huzuru ile dünyanın üzerine bir çarşaf gibi örtülmüştü. Ne var ki geceleri ne kadar huzurlu olsa bile huzuru kaçıracak illaki bir şey olması bir ihtimaldi. Gece çarşaf olmaktan çıkmış ve bir yorgan gibi olmuştu. Gece yarısı olmaya başlamıştı. Birden diğer hayvanları düşünmeye başladı. Bugün hiç avlanmaya çıkmamışlardı.

Hepsi de deli gibi aç olmalıydılar. Acaba şimdi ne yapıyorlar diye düşünmeye başladı. Jonney’in de karnı açtı. Üstelik hiç ot bile yememişti. Belki diğerleri bir şey avlasaydı o da ondan yiyebilirdi. Ama gece yarısı olmuştu. Yine insanlar gülüyorlar ve eğleniyorlardı. İçi gidiyordu Jonney’in. Küçük insanı düşünüyordu hâlâ. Midesine indirse hem karnı doyacaktı hem de intikam alacaktı. Yine denemek istedi insanların içinde o insanı öldürmeyi. Yavaş yavaş sokulmaya başlamıştı yine. Bu kez varmadan diğer çakalların o civarda olduğunu gördü. Yaşlı çakal bile oradaydı. Hepsi de pusuya yatmış ve o küçük insanı gözlerine kestirmişlerdi. Birazdan çok iyi şeyler olmayacağı kesindi.

Başta çakal Jonney, o küçük insanı o da öldürmek istiyordu ama vazgeçmişti. Hep düşündüğü insandan farkının kalmayacağını ve onun da böyle bir anda anne ve babasından ayrıldığını fark etti. Durdu ve diğer çakalların yanına gidip onları bu fikirden vazgeçirmeye çalışacaktı. Ama hepsi de ağızlarından salyalarını akıtarak avlarına odaklanmışlardı. İçlerinde en deli duranı ise yine o yaşlı çakaldı. Git gide yaklaşmışlardı küçük insana. Diğer insanlar hiçbir şeyin farkında değillerdi. Ve küçük insan üzerimize doğru gelmeye başlamıştı. Yaşlı çakal atılamaya hazırlanıyordu. Ve bir an göz göze gelecek oldular Jonney ile. Jonney, yaşlı çakaldan önce atılıp insanı koruyacaktı ve onu bu deli fikrinden vazgeçirecek, direnecekti. İkisi de birden atıldı ve Jonney küçük insanı bir çember şeklinde vücuduna sardı. Diğer çakalların hepsi Jonney’in üzerine atıldılar. Yirmiye yakın çakal, Jonney’in başına üşüşmüştü. Bu sırada diğer insanlar ise çığlıklar atarak ellerine kaptıkları şeyi alıp üzerlerine doğru geliyordu. İçlerinden bir tanesi annesini ve babasını öldürdüğü o şeyi almış Jonney’e doğrultarak geliyordu.

Jonney küçük insanı korumayı başarmıştı ama bırakıp kaçmak yerine insanların ona teşekkür edeceği umuduyla orada… Gözleri o adamın gözlerinde, bakıyordu. Küçük insanı bir an serbest bıraktı ve yanında durduğu anda büyük insan tam karşısındaydı. Bir umutla özür diler ve böylelikle kendine düşmanından bir dost edeceği umuduyla bekliyordu hâlâ. Zaman ağırlaşmıştı. Jonney birden vücudunda bir sıcaklık fark etti. Sanırım korkudan ödü patlamıştı. Ölecekti galiba. Derken vücudunun diğer yanında bir sıcaklık daha. Sonra ayaklarına doğru inmişti bu sıcaklık. Ve gözlerinden yaş akıyordu. Ne oluyordu Jonney’e?

Gözlerindeki yaşlarla beraber kendini yerde buldu. Ayağa kalkıp insandan teşekkür bekleyecekti ki her denemesinde tekrar tekrar düşüyordu. Yere baktı ve bir su birikintisi. Ama suya benzemiyordu bu. Sudan daha sıcak ve kırmızı bir renkteydi. Vücudunun her yeri cayır cayır yanıyordu. Hâlâ anlam veremedi. İnsanlar küçük insanı almışlardı ama teşekkür etmeden kindar bakışlarıyla Jonney’e bakıyorlardı. Jonney bu kez anlamıştı. Ölüyordu. Tıpkı anne ve

babası gibi ölüyordu hem de. Gözlerini en son havaya doğru dikti. Havada bir kuş dönüyordu. Yabancı gelmemişti bu kuş ona. Bir keklikti sanırım. Sabahki yavru kuşun annesiydi. Yanında bu kez o kurtardığı kuş da vardı. Ayağa kalkıp bu kez onlardan teşekkür bekleyecekti. Kalkamıyordu, hayır bu kez tüm gücünü toplamıştı kalkabilirdi. Ayaklarına baktı. Diz kapaklarından sonrası yoktu. Hem de dört ayağınınkisi birden yoktu. Kesilmişti, besbelliydi. Artık ayağa kalkacak ne bir ayağı ne de bir umudu kalmıştı. Tam da böyle anlarda gelirmiş ölüm. Jonney kuşlara baktı ve gözlerindeki yaşla beraber gülmeye başladı. Son nefesini de alıp verdi… Ve anne babası gibi ölmüştü.

O en çok ölmekten değil de öldürülmekten korkuyordu. Korktuğu şeylerden kaçtığını sanıyordu hâlbuki üzerine doğru koşuyordu.

"Kaynakça: Tek Yön Edebiyat/2018; 297 (Özgür Günsay)"

( Çakal Jonney başlıklı yazı Efrahim tarafından 5.07.2019 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.