‘’ Zaman düşman safına geçmiş paralı
askerler gibi. Yanımızda olması gerekenleri de alıp giden.’’
2 Ay Sonra,
Bursa yeşile
sevdalı olduğu kadar beyaza da tutkundu. Her kış, masallarda sözü geçen
aksakallı dedeler gibi bir hoşnutluk verirdi gönüllere.
Üç katlı eski
bir binada üst katı diş hekimliği, ikinci katı avukatlık bürosu, birinci katı
ise psikologluktu. Yunus Damla ile hafta içi her sabah bu eski yapı binaya
geliyordu. Yunus karşı kaldırımda tezgâh açan simitçiden simitleri alıyordu. Ve
caddenin en işlek kahvehanesinden çayları alıyordu. Erkenden işe geldikleri için
vatandaşlar gelmeden kahvaltılar çoktan yapılmış oluyordu.
Damla’nın
ofisinde kahvaltılar yapıldıktan sonra, Yunus’un bürosunda kahveler içiliyordu.
Serap avukat asistanıydı. Yunus’un yanında çalışıyordu. Yunus ve Damla ile çok
ısıcak ilişki içerisindeydi. Kahveleri hep Serap hazırlıyordu. Yunus ve Damla
işe geç gelecek olsa simitleri, çayları O alıyordu.
Damla, gelip
gidenlerin seyrekleştiği bir anda pencereden dışarıyı izledi. Bursa’ya ilk kar düşüyordu.
Damla heyecan içinde Yunus’un ofisine koştu. Merdivenleri ikişer ikişer çıktı.
Yunus, o anda bir dosyayı inceliyordu. Damla gelince bir an ona baktılar. Oda
da Yunus dışında iki kişi daha vardı. Damla odadakilere aldırış etmeden adeta
ortaya konuşur gibi kar yağıyor dedi. O anda oda da bulunanlar bu çocuksu
sevinci gülümseyerek karşıladılar. Zaten Yunus da dosyayı incelemeyi bitirmişti.
Telefon numarasını verip, istedikleri zaman kendisini arayabileceklerini söylemişti.
Odadakiler de teşekkürlerini iletip dışarı çıktılar.
Yunus,
Damla’nın pencereden dışarıyı seyredişine bakıp derinlere dalmıştı. Okul
yıllarından bir anı aklına gelmişti. Kar lapa
lapa yağıyordu. Arkadaşı Sabahattin ile bir yolunu bulup yarın okula gitmemenin
yolunu bulacaktı. Yunus, babasının okul konusundaki hassasiyetini biliyor, onu
defalarca aldatmaya çalıştığı için bu konuda ancak Sabahattin’in yardımıyla
işin içinden çıkabileceğine inanıyordu. Dışarıda olabildiğince kartopu
oynadılar. Elbiseleri iyice ıslandıktan sonra, eski Türk filmlerinden
öğrendikleri taktiği uyguladılar. Tebeşir tozu filmde işe yaramışsa burada da
yarar diye düşündüler. O günün akşamı Yunus eve döndüğünde annesi ıslak
elbiselerini sobanın şişlerine astı. Eliyle oğlunun alnına dokundu. Yunus’un
ateşi vardı. Mutfağa gidip tavuk çorbası pişirdi. Ertesi sabah Yunus amacına
ulaşmıştı. Lakin unuttuğu bir şey vardı. Sabahattin onun kadar başarılı
olamamıştı. Yunus, babasının okula izin kağıdı almaya gittiğinde her şeyi
öğrendiğini annesinden duymuştu. Yaptığından çok utanıyordu. O gün hiç
babasının bulunduğu odaya gidememişti utancından. Babası onu yanına çağırıp
konuşmak istediğinde bir daha yapmayacağının sözünü verdi. Ve o günden sonra
bir daha hiç okuldan kaçmadı. Ne kadar resmi tören varsa hepsinde yer aldı. Onun
bu değişimi şerde de hayır vardır lafını doğruluyordu.
Damla Yunus’un
kendisini izlediğini görünce yüzü pembeleşmişti. Yunus ona ne zaman böyle baksa
o kaçırırdı bakışlarını. Olurda o bakışların tesiriyle kalbi yerinden çıkar
korkusuyla.
Yunus aklına
gelen anısıyla Uludağ’a çıkmak istedi. Durumu Damla’ya ilettiğinde çok
sevinmişti. Ofisi kapattıkları gibi Tatil için yola çıktılar. Yanlarına
Sertap’ı da alarak…
Uludağ’a
çıktıklarında iki ayrı oda tuttular. Damla ve Sertap odalarına çekildiler.
Yunus da odasına gidip eşyaları yerleştirdi. Yatağına uzanıp yanında getirdiği
kitaplardan bir tanesini seçip okumak istedi. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın ‘’Beş
Şehir’’ kitabını okuyordu. Okudukça içine dolan aşkla daha bir sarılıyordu
kitabın o şefkatli kollarına.
Yunus babasının
kitaplığında bulunan kitapları okudukça, büyüdüğünde kendisine ait bir
kitaplığının bulunması gerektiğini düşünüyordu. Bugün o emeline kavuşmuştu.
Evinin bir odasını kitaplara ayırmıştı. Ne zaman kederli olsa, o odaya girip
kitaplıktan rastgele bir kitap seçip okurdu. Okuduğu kitapla biraz olsun
sıyrılırdı hayatın çekilmez gerçeklerinden. Kendisini kitapların büyülü
tesirine bırakırdı.
Damla çift
yataklı bir oda seçmişti. Sertap yatağında kulaklığını takıp müzik dinlerken, Damla'da Selim İleri’nin ‘’ Dostlukların
Son Günü’’ kitabını okuyordu.
Yunus, iki
aydır kardeşinden ayrı yaşıyordu. Kardeşi kendisini gezmeye vermişti. Arada bir
arayıp sorardı abisini. Yunus, bu kısa telefon görüşmelerine rağmen şükrederdi
kardeşinin iyi olduğuna. O ailesinden geriye kalan yegâne varlıktı. Onun mutlu
olması için elinden gelen her şeyi yapabilirdi.
Damla’nın
ailesi düğün tarihini erkene almak istiyordu. Yasin Yunus’u sevmişti. Onda
gençliğini görüyordu. Damadı olacak adam da tıpkı kendisi gibi haksızlığa
gelemiyordu. Nerede bir mazlum varsa onun sıkıntısını kendi sıkıntısı olarak
görüyordu. Damla’yı arayıp durumu ilettiğinde Damla Yunus’a sürpriz yapmak
istiyordu.. Yazı beklemek zorunda değillerdi. İlkbaharın tabiata can verdiği anda,
onlarda filizlenip çiçek açacaklardı ağaçlar gibi. Dünya evine gireceklerdi.
Damla’nın içi içine sığmıyordu. Bir an evvel akşam
olmasını istiyordu. Akşam yemeğinde durumu Yunus’a açacaktı. Sevdiğinin
tepkisini çok merak ediyordu. Ama öncesinde tatilin tadını çıkarmak lazımdı.
Kayak yapılan
alana geldiklerinde Yunus kaymak istemedi ilkin, daha önce hiç denemediği bir
şeydi kaymak. Sevdiğine mahcup olmamak adına geri durmak istedi. Damla’nın
ısrarına dayanamayıp denemeye koyuldu. Damla Yunus’un kayarken, yere
düşmelerine gülüyor diğer yandan da deneye deneye erkenden öğrenebildiğine
şaşıyordu. Birkaç denemden sonra Yunus artık kendi başına belli bir yere kadar
kayabiliyordu.
Akşam olduğunda Yunus yemek yiyebileceği bir yer arıyordu. Sertap çifti baş
başa bırakıp odasına çekildi. Damla yemek yedikleri sırada durumu Yunus’a
açmıştı. Yunus çok heyecanlanmıştı. Damla’ya kaç kere sarıldı hatırlamıyordu
bile. Aşk sarhoşu olmuştu. Yemek bittiğinde odalarına çekildiler.
Mektup sırası
Yunus’undu. Yunus sevdiğine bir mektup yazdı. Telefonla sevdiğini aradı.
Mektubu verdi.
Damla yatağına
geçti. Heyecanla açtı sevdiğinin mektubunu. Okumadan önce içine çekti doyasıya.
Sevdiğinin kokusu sinmişti mektuba. İstediği kadar yakın olsunlar birbirlerine.
Aralarında hala mesafe vardı. Evlenene kadar da bu böyle olacaktı. Mektupta
şunlar yazıyordu.
‘’ Merhaba Gönlümün Baş Köşesi,
Bana yazdığın mektupları kaç kez okudum yeni
baştan bilmiyorum. Her okuduğumda ilk kez duymuşçasına şaşırıyorum. Öylesine
işliyor ki içime. Kendimden geçip sana gelmem an meselesi diyorum!
Korkuyla ümit arası o emsalsiz yakarış. O
ince çizgide seni bekliyorum. Sen ve beni biz kılmak için yaratana niyazda
bulunuyorum.
Evlenmemize sayılı günler kaldı. Bugünlerde terhis olmasına sayılı günler kalan bir asker gibi günleri sayıyorum. Kalbimde bin bir heyecan ile sabahı zor ediyorum. Öylesine seninle doluyum ki, beni sorsan nerede olduğumu söyleyemem.
Umudumun tükendiği anda tünelin sonundaki
ışık gibisin. Ne zaman düşsem bir çıkmaza yolumu sende buluyorum. Her yol sana
çıkıyor. Sende yolumu buluyorum. Bir tek sende yola geliyorum…
Her gün bir yenisi daha ekleniyor
mutluluğuma. İyi ki hayatımdasın. Seni çok seviyorum’’
Devam Edecek...