Martılar, gözlerini derinliklerine diktikleri Akdeniz’in üzerinde uçuşuyorlardı. Bazen bir martı gözüne kestirdiği küçük bir balığın hayatla irtibatını koparmak için keskin gözleriyle denize pike yapıyordu. Yakaladığı bir balığı zafer işareti yaparcasına izleyicilerine gösterdikten sonra midesine indiriyordu.
Bu sırada denize doğru sıralanmış bankların üzerinde oturan insanlar güneşli havanın etkisiyle neşeli bir şekilde birbirleriyle konuşuyorlardı. Kimisi sevgilisini almış yanına gelecekteki güzel günlerin hayalini kuruyordu. Kimisi çocuklarını almış kordon boyu yürüyorlardı. Vapurların bir atlas kumaşı kesmesini andıran, suları yararak denizde yol alışını seyrediyorlardı.
Bu kalabalığın içinde yalnız başına bir adam dalgaların öfkeyle vurduğu kayaların yanına oturmuştu. Gökle denizin vuslatını andıran bölgeye dalıp gitmişti. Bu adam saçlarına ak düşmüş, orta boylu, sevecen biriydi. Dalgaların çarparak yüzüne serptiği tuzlu sulardan rahatsız olmuşa benzemiyordu.
Adam etrafın kalabalığına ve hareketliliğine aldırmadan kendi iç dünyasına dalmış gibi düşünceli, düşünceli kayıtsız gözlerle denizi seyrediyordu. Birden kendisini hayal dünyasından çekerek hayatın gerçekliğine, sürükleyen tiz bir çocuk sesiyle irkildi.
- Boyayalım mı abi?
- Hı ne diyorsun?
- Boyayalım mı abi parlamazsa para yok.
Çocuğun masum ve tiz sesi adamın düşünceli gözlerinde yankılandı. Adam sevecen gözlerle çocuğu boydan süzdü. Çocuğun küçük omuzlarında bir boya sandığı vardı. Kahverengi tişörtünün altına, belinde kemeri olmayan bir kot pantolonu giymişti. Ayağında ise lastik bir ayakkabı vardı. Çocuk, on veya on bir yaşlarında gösteriyordu. Adamın dalgın bakışları karşısında biraz sıkılan çocuk tekrar sordu;
- Boyayalım mı?
Adam bu sözler üzerine dalgınlığından tamamen sıyrılarak esprili bir üslupla
- Al bakalım delikanlı, parlamazsa para yok tamam mı?
- Anlaşıldı abi sen şu ayakkabılarını ver de nasıl parlayacağını gör.
Çocuk, küçük omuzundan boya sandığını indirdi. İşinin erbabı çabukluğuyla ilk önce toz alacağı bezi, sonra fırçasını boya kutusunu, cilasını çıkardı. Adamın giymesi için terlikleri verdikten sonra ayakkabıyı aldı.
Sevecen adam ayakkabı verdikten sonra, ayaklarını dalgaların okşadığı kayaların üstüne uzattı. Denizle uyum halindeki gökte özgürce uçan martıların vapurların ardından süzülüşlerini seyre koyuldu. Martılar vapurdaki yolcuların attığı simitleri kapabilmek için ani reflekslerde bulunuyorlardı. Yukarılara doğru çıktıktan sonra kanat çırpışlarını bırakarak kendilerini gökyüzünün müşfik ellerine bırakışları, atın sırtında giden bir gelinin nazeninliğini anımsatıyordu. Onlarca gelin süzülüyordu adamın gözlerinde. Umut fevc, fevc kanat olmuştu gökyüzünde ve çocuğun gözlerinde martılar umut oluyordu.
Adam düşünce dünyasında çocuğu martıların gözlerinde görmüştü. Martılar bir küçük balık için harakiri yaparcasına dalıyorlar suların içine. Bir küçük balık umuduyla; küçük bir çocuk, çocukluğun dünyasında hayatı sırtlamış küçük omuzlarına, bir parça ekmek umuduyla. Bunları düşünürken başını hafiften çocuğa doğru çevirdi. Rüzgâr adamın saçlarını dalgalandırıyordu çocuk ise ayakkabıyı fırçalıyordu. Güneşin ışıkları çocuğun gözlerinde aksediyordu. Işıl ışıl parlıyordu gözleri.
Adın ne delikanlı?
Adamın sorusu, ayakkabıyı boyamakta olan çocuğu iç dünyasından çekerek adama yöneltti
- Hı ne diyorsun abi?
- Adın ne demiştim de.
- Ali, dedi çocuk.
- Okula gidiyor musun?
- Dörtten beşe geçtim bu sene.
- Okumayı seviyor musun Ali?
- O da ne biçim soru be abi kim sevmez ki okumayı. Tabi ki seviyorum.
- Peki, Ali ileride ne olmayı düşünüyorsun?
Çocuk heyecanla hızlı bir şekilde:
- Doktor olmayı düşünüyorum amca doktor
- Niçin doktor olmayı düşünüyorsun?
- İnsanları tedavi etmek onları iyileştirmek için doktor olmayı istiyorum. En çokta fakirlere yardım etmek için. Parası olmayanları parasız tedavi edeceğim, iyileştireceğim. Çünkü benim annem...
Çocuk burada durdu. Birden gözlerini masmavi suların üzerindeki umudun habercisi martıların süzülüşlerine çevirdi. Martıların kanatlarındaki aydınlık yarınları düşledi. Belki de doktor oluşunu annesini iyileştirmesini insanlara güler yüzlü davranışını fakir diye insanların azarlanmayışını düşlüyordu. Adam çocuğun bu durağanlığını merak etmişti. Hisli ve müşfik bir rüzgârın okşayıcı sesiyle:
- Ee ne oldu annene çocuğum? dedi. Söyle bakalım
Dalgalar ileriye gitmelerini engelleyen kayalara öfkeyle hücum ediyordu. Çocuğun gözleri ise hala hırçın dalgaların üzerinde aydınlık kanatlarıyla pike yapan martılarda geziyordu.
O sırada küçük bir çocuk annesine sesleniyordu
- Anne bana kaynamış mısır al, kaynamış mısır istiyorum.
Anne çocuğuna tatlı bir edayla:
- Peki çocuğum tamam alacağım, diyerek kaynamış mısır satan seyyar satıcının yanına gitti ve kaynamış mısır alarak çocuğuna verdi.
Balon satıcıları rengârenk balonları havada sallayarak çocukların isteklerini kabartırcasına bağırıyordu.
- Güzel balonlarım var. Uçan balon bunlar, rengarenk..
Güneş ışıklarını cimrilik etmeden cömertçe hem de fakir zengin, küçük büyük, köşk virane demeden ışıl, ışıl yayıyordu.
Adam çocuğun dalışına meraklanarak sorusunu yineledi:
- Söyle bakalım çocuğum ne oldu annene?
- Çocuğun gözleri yaşarmıştı suya dalan martıya bakarak eliyle gözyaşlarını sildi:
- Hiiç dedi. Bir şey yok ne olacak sanki.
- Söyle çocuğum, dedi adam. Çekinme söyle
- Abi be dedi çocuk. Annem çok hasta, doktora götürecek, ilaçları alacak, böylece onu iyileştirecek paramız yok. Bunun için de annem evde hasta yatıyor. İşte görüyorsun ben de çalışıyorum. Babam abim hepimiz çalışıyoruz. Annemizin iyileşmesi için hep beraber çalışıyoruz. Abi, anneler çok güzeldir. Çocuklar onların merhametli kollarında mutlu olurlar. Hiç kimsenin annesi ölmesin, hiçbir çocuk annesiz kalmasın. Annesizliğin soğukluğunu giderecek hiçbir sıcaklık yoktur, değil mi abi?
Adamın sevecen yüzünde hüzün bulutları oluşmuştu. Çocuğun derdini tazeledi diye kendi, kendine kızdı. Konuyu değiştirmek için çocuğa:
- İşe ne zaman başlıyorsun, dedi.
- Sabah erkenden kalkarım, dedi çocuk. Ekmeği alıp gelirim. Kahvaltımı yaparım. Okul açık olduğu zaman kitaplarımı alıp okuluma giderim. Okuldan geldikten sonrada ekmek sandığını alır işe çıkarım. Tatil günlerinde de güneş ışıldayan yüzünü şehre yaymaya başladıktan sonrada işe giderim.
- Sen de arkadaşların gibi oyun oynamaz mısın? Çocuk:
- Amca, benim oyuncaklarım yazın bu sandıktır. Kışın da kitaplarım. Hep onlarla oynarım. Yani senin anlayacağın amca kışın okurum yazın da okumak için çalışırım kitap defter parası kazanırım. Söylemiştim benim babam zengin değil. Ancak anneme bakabiliyor. O da tam değil. Bunun içinde ihtiyaçlarımın hepsini alamaz. Ben de babama yardım için yazları çalışıyorum. Ben onurlu bir çocuğum, dilenmekten hoşlanmam. Allah bana güç vermiştir. Bak şu pazılarıma nasıl şişiyor. Boyuma bakma sen küçük olabilirim ama çok şükür ekmeğimi kazanıyorum elimin emeğiyle alnımın teriyle. Böylece anlıyorum okumanın değerini. Okuyacağım, okuyacağım büyük adam olacağım. Sonra da küçük çocuklara fakir insanlara hep yardım edeceğim.
Çocuk bir an durdu. Gözlerini uzaklara çok uzaklara belki de çocuklara yardım edeceği günlere çevirdi. Martılar cıvıl, cıvıl ötüşleriyle kanatlarını çırparak masmavi gökyüzünde aydınlık yarınların umutları gibi uçuşuyorlardı. Annelerinin kucaklarındaki ve bebek arabalarındaki masum çocukların gözlerindeki tebessüm ve safiyanelik yarınlara okunacak umudun şarkıları gibiydi. Vapurların siren çalarak iskeleden ayrılışları bazı gözlerde hüzün yağmurları oluşturmuştu ve çocuk gözlerini tekrar işine çevirdi. Küçük elleriyle ayakkabıyı bir güzel boyadı. Sonra kadife bir bezle güzelce parlattı. Çocuğun gözlerindeki aydınlık ayakkabıya yansımıştı.
- Buyur amca dedi, nasıl parlamış mı? Parayı hak ettim değil mi?
- Küçüğüm dedi, adam. Senin kalbin aydınlık pırıl, pırıl nasıl olurda parlamaz boyadığın ayakkabı...
Adam, çocuk kalbinin temizliğiyle parlatılmış ayakkabısını aldı. Gönülden kopan parayı hiç cimrilik etmeden çocuğa verdi. Çocuk sevinerek parayı aldı. Adama teşekkür ettikten sonra sandığını küçük omuzuna taktı. Boyayalım abiler boyayalım, parlamazsa bedava. Diyerek oradan uzaklaştı.
Adam çocuğun arkasından duygulu gözlerle bakakaldı. Bulutların yürüdüğü gözün de ne seyyar satıcılar, ne kalabalıklar ne vapurlar hiçbir şey yoktu. Sadece okul parasını kazanmak için yazlarını, oyununu, çocukluğunu bırakmış, küçük omuzundaki sandığıyla küçük bir çocuk büyük adımlarla geleceğe yürüyordu ve martılar aydınlık kanatlarıyla gökyüzünün berrak lığında umuda süzülüyordu. Dalgalar kendilerini engelleyen kayalara inatla çarpıyordu.

( Martıların Gözlerindeki Umut başlıklı yazı SeyitAhmetUzun tarafından 4/3/2009 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu