Hangi çıkmazın paydos vaktinden esir aldım kendimi; bilmiyorum. Sonra
bir an, bir baktım; kendimi reddediyorum. İsmim göğe yükseliyor, yıldızlar
kalbimi terk ederken. Vaatlerin çukurunda tökezlediğim ve yalınayak koştuğum
hayallerimin örtbas edilen imzasıyım ben artık. Adım, kalın harfli
yalnızlıklarla bile yazılmayacak özümde.
“Bir daha yazmayacağım” dedim; paydos düdüğü erken çaldı yüreğimde. Bir
daha o çok sevdiğim kelimelerle dans etmeyecek parmaklarım ve kalemimin rüzgârından
fırtınalar estirmeyecek hecelerine. Yine yapamadım ve kendi sözünü çiğnememek
adına kendiyle çelişen acısı kadar bir kopuşa sürükleniyor ruhum. Ben, artık
ben olmayacağım.
İsmimin rüzgârından cismimin kaypakça ezilişinden satır satır
kovulduğum hayallerimin kendim olmakla ilgili sorunu kadar ayrılışlar çiziyorsa
kaderim; ben, beni benden esirgeyeceğim.
İsimsiz müptelalıklarda sarhoş ruhların maddesel hiçliğinde nefes
alırken ömrüm, bir daha eski ben olmayacağım. Çok kırgınım kendime ama bilhassa
hayata. Hayallerimin cebinden bir tek mendil bile aşırmadım bugüne kadar, bunun
hatırına dahi olsa ağlatmasaydı beni…
Salıncaklarımın iplerinden tutunduğum gökyüzü umutlu hadiselerimin
isimsizliğe kurban gidişiyle, ben artık ben değilim. Bir mektup yazıyorum bu
gece kendime; veda ediyorum özümden beni ezip geçen trenlere. İçimin yılgın
sofralarında zeytin tanelerine kurban giden gençliğimin, dişsizlik primiyle
işsizlik primini yatırıyorum. Her gülüşe bin bedel aşikâr…
Beni aramayın, rüzgârlarda kaba kuvvete ince ruhlar giydirerek acı
tattırdım. Adım bile bana ait değil. İlk kez tadacağım soyadımdan vurulan kahpe
kaderi, kaza kurşunuyla adımdan muzdarip yok edildiğim mutluluklardan yaşam
çalacağım ve ben kendiyle çelişen acısı buket olmuş o aşinayım.
Kader şimdi beni tanımıyor. Adımı değiştirdim. İsimle adlara eşdeğer ve
aynı anlamda yok edildiği sokaklarda kader artık beni görünce yolunu
değiştiriyor, çünkü aradığı kişi değilim.
Beni mutlu etmek için güneşi dikecekti tepeme, yıldızın sessiz simgesi
olacaktı saçlarım; rüzgâr değerse ve üşütürse bir ıslık çalacaktı çocuksu
yapraklarım… Kader bana çok yanlış yaptı.
Artık kendi ismimde bile yazılmıyorum ve beni ben bile tanımıyor. Kuş
nezdinde şarkılar söyleyen pırıltılar, gecenin en dibinde haykırış temposu
tutuyor. Trenler eziliyor içimden, ölüler cehennem provasından yalınayak
çıkıyor ve ben bugünleri yaşamıştım daha önce, şimdi görebiliyorum.
Hiçbiri aydınlık dünyamın karanlık resmi değildi, lambalar dönmemiş,
içimin ışıkları sönmemişti.
Hiçbir şey bu kadar ters değildi. Konum attım kadere, beni yine de
bulamıyor.
Kendi adından vurulan ve kadehe “Kader” diyen bir düzine yeniliğiyim o
yaşamın.
Yazmaktan usandım, artık aynı sonları yazmayacağım derken sonlar yine
aynı, benim adım bana ait değil…
Beden dünden hazır, kapının kilidi bir bana bozulmuş. Ben artık beni tanımıyor.
Ruhum duysa yastığın kılıfından uyku hançeri hareketlenip böğründen
vurur yaşamı.
Öyle derin bir nefrette en çok kendime kızgınım.
İmla hatası olan sessizliklerimin yansımadaki son şansıyım. Bir berber
bir berbere “Gel beraber şu adsızı bulalım” demiş; adsız, bir ad kazanmış
kimliği dünden gayrı.
Yaprak bile kımıldamamış, kader tanımamış. Kırılan kalemin günah
haddinden aşılan ucu sayfalara sığmamış…
Yine derken ben, “Neydi benim adım?”
İpuçlarında taş olur bahtım…
Dilara AKSOY