DELİ POYRAZ

Hayal meyal hatırlıyorum.
Bir sonbahar esintisinin yorgunluğunda tanıdım onu.
Üstü başı ıslanmış, titreyen elleriyle sigarasını yakmaya çalışırken gördüm ilk defa.
Yanar yanmaz sönüyordu kibritler, deli bir poyraz esiyordu, sanki koca bir şehrin feryadı vardı rüzgarın sesinde.
Çakmak uzattım, alıp yaktı sigarasını, şöyle bir süzüp beni, “eyvallah” dedi.
Ayrılamadım yanından, kaşları çatık, suratı asıktı ama, bir şey vardı gözlerinde.
İsyan gibi, hüsran gibi, öfke gibi bir şeyler.
Bir sigarada ben yaktım, yağmurun altında sigara demleniyorduk.
“Merhaba kardeş” deyip ismimi söyledim, elimi uzattım. “Merhaba” dedi, el sıkıştık.
Dikkatimi çekmişti bana adını söylememesi.
Çatık kaşlarının altından, keskin bir bakışı vardı.
Uzaklara bakıyor, bakarken de dalıyordu. Garip bir hali vardı.
Hem yağmur yağıyordu, hem de poyraz olabildiğine esiyordu üstümüze.
Aldırmıyordu, dışı değil ama, yüreği üşüyor gibiydi.
“Islanıyorsun kardeş” dedim, kaşları daha da bir çatıldı.
“Yağmur bana yağıyor da, seni es mi geçiyor ?” dedi, kızgın bir ses tonuyla.
Bir şeylere sinir olmuş da, öfkesini atacak birini arıyordu galiba.
Sigarası bitti, “bir tane de benden iç” deyip sigara uzattım, aldı.
Yine kibritini çıkardı, bir tane yaktı, söndü. İkinciyi yaktı, yine söndü. Sinirlenip fırlattı kibritini. Düştüğü yere kadar da arkasından baktı.
“Az önce, çakmağı ben istemeden uzattın. Kibritin yanmadığını gördüğün ve bu rüzgarda yanmayacağını bildiğin halde, niye şimdi uzatmadın” diye sordu.
“İyice sinirlenirsen, belki konuşmak istersin diye uzatmadım” dedim.
Sonra sigarasını yaktım, yine “eyvallah” dedi, meraklı meraklı gözlerimin içine baktı.
“Konuşmayalı o kadar çok oldu ki; birileriyle konuşmayalı ve dertleşmeyeli çok oldu. Güven meselesi kardeş” dedi. “Ben bir katilim. İçimdeki merhameti, vicdanı, insafı ve iyi olan meziyetlerimi öldürdüm” diye devam etti. “Ama; artık konuşmamaya da yemin ettim, o yüzden kusura bakma, var git yoluna” dedi.
Sırtını dönüp yürümeye başladı, ağır adımlarla.
Söylediklerinden, yaralı olduğu, kızgın ve küskün olduğu anlaşılıyordu. Bende, peşinden yürüdüm.
Biraz ilerledikten sonra elini cebine attı, yine sigara çıkardı. Peşinde olduğumu fark etmemişti. “Ateş lazım mı kardeş” diye seslendim. Bana bakıp tebessüm etti.
“ Lazım kardeş, ama fazla meraklı olmayan cinsinden” dedi ve güldü.
Az ileride bir kahvehane bulduk. İçeri girip sobanın yanına iki sandalye çekip oturduk.
Biz içeri girer girmez kahveci yanına geldi. “ hoş geldin abi, mekanıma şeref verdin, emrin nedir” diye sordu. Önceden tanıdığı, hatta iyi tanıdığı belliydi.
Kahveciye, “ iki demli çay gönder gözüm” diye seslendi.
Birer yudum aldık çaylarımızdan, bana hikaye dinlemeyi sevip sevmediğimi sordu.
“Severim” dedim.
Ve, o çatık kaşlarıyla, tok ses tonuyla anlatmaya başladı;
“ Genç, kara yağız bir delikanlı, bir gün köyünden kasabanın pazarına inmiş.
Pazarı gezerken, taylıktan yeni çıkmış bembeyaz bir at görmüş.
Ata, adeta hayran kalmış. Heybetli duruşuna aşık olmuş.
Yaşlı bir amcaymış atın sahibi. Delikanlı, amcanın yanına yaklaşıp atın fiyatını sormuş.
Cebindeki para yetersiz gelmiş. Amcaya, şehre çalışmaya gidip para biriktirerek, gelip atı alacağını söylemiş ve gelene kadar atı başkasına satmamasını rica etmiş.
Amca, anlayışlı bir adammış ve atı başkasına satmayacağının sözünü vermiş.
Delikanlı hemen yola koyulmuş. Şehre varır varmaz iş bulmuş.
Aradan geçen birkaç ayda, gerekli parayı biriktirmiş. Tabi biriktirirken de, tabiri caizse “dişinden tırnağından arttırmış”.
Parasını cebine koyup, kasabaya dönmüş. Amcayı arayıp bulmuş. Gerçektende, amca sözünü tutup, atı başkasına satmamış. Bu arada da, at daha da bir heybetleşmiş, daha güzelleşmiş.
Delikanlı, amcaya parayı verip atı almış.
Çocuksu bir sevinç kaplamış yüreğini, ne de olsa amacına nail olmuş, hayran olduğu at artık onunmuş.
Ata binmeye bile kıyamamış, yularından tutmuş ve köyüne doğru yola çıkmış.
Yolu yarılamış, haliyle biraz acıkmış ve yolun kenarındaki bir ağacın gölgesine oturup çıkısını açmış. Tam ilk lokmasını alacak ki, yanında yaşlıca bir ihtiyar belirmiş.
“Evlat, günlerdir yoldayım, boğazımdan bir lokma geçmedi, ekmeğini benimle paylaşır mısın?” demiş.
“Tabi amca, ne demek, buyur Allah ne verdiyse birlikte yiyelim” demiş delikanlı.
Yemeği yedikten sonra birazda muhabbet etmişler.
Gençte, ayların yorgunluğu var, tabi yemek sonrası rehavette çökünce, sırtını yasladığı ağacın gölgesinde uyuya kalmış.
Aradan geçen birkaç saat sonrası gözünü açmış ki, atta yok, ihtiyar da.
Sağına soluna bakınmış ve anlamış ki, ihtiyar, atı çalıp gitmiş.
Ve, kendi kendine şöyle seslenmiş.
“Selam verdin, selamını aldım; içim ona yanmıyor!
Açım dedin, ekmeğimi paylaştım; içim ona yanmıyor!
Aylarca dişimi tırnağıma katarak çalışıp kazandığımla aldığım ve hayran olduğum atımı çaldın; içim ona da yanmıyor!
İçimde ne kadar merhamet, vicdan, güven ve ne kadar insani duygularım varsa; onları benden çalıp götürdün; işte içim ona yanıyor!”
Gözlerim dolmuştu dinlediğim hikaye ile. Tüylerim ürpermiş, içim titremişti.
O’ nunda gözlerinden yaşlar süzülmüştü. Kaşları hala çatıktı, ama çatık kaşlarının altında, o keskin bakan gözleri ağlıyordu.
Sonra, bardağında kalan çayını yudumlayıp, “ benim de atımı çaldılar kardeş” dedi.
Ne diyeceğimi bilememiştim, böyle bir kederin tesellisi var mıydı? Ne söyleyebilirdim?
Hiçbir şey diyemedim, sustum, öylece ağlayan gözerine bakıp kaldım.
Ayağa kalktı, “ eyvallah kardeş” dedi. Birde, nasihatte bulundu;
“ Sakın kardeş, sakın sen atını çaldırma!”. Sonra arkasını dönüp gitti.
İsmini bile öğrenememiştim, seslenemedim arkasından, dur diyemedim.
Ama, anlamıştım uzaklara dalan gözlerindeki hüznünü, karamsarlığını, içimdeki merhameti öldürdüm deyişini,
Ve; anlamıştım, öylece çekip gidişini.
İsmini, kahveciye sordum, “ Poyraz” dedi, “Deli Poyraz”.
Bir daha hiç görmedim O’nu.
Kendini de, verdiği nasihati de hiç unutmadım.
Ve, hiç unutmadım, keskin bakışlı gözlerinden dökülen o yaşları, isyanını, kederini, insanlara olan küskünlüğünü, içinde ki sessiz çığlıkları.
Sana da Eyvallah; deli deli esen poyrazda, yağmurda ıslanırken, elinde sigarası, yanıp sönen kibritleri ve yüreğindeki hüzünleriyle tanıdığım Deli Poyraz, sana da Eyvallah…!

ZEKİ YÜCEEL / MÜEBBET- MART2006
( Deli Poyraz başlıklı yazı zeki-yuceel tarafından 16.05.2009 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.