Anadolumda bir riveyet vardır,İl yas ile Hızır...Pek çogumuz bu efsanelerle büyüdük.Kimileri onları,Allahın sevgili kulları...Kimileri paygamber,kimileri de dara düşenlerin imdadına koşan uhrevi varlık olarak bilir ve anlatır...Hatta dahasını da biliyorum adlarına türbeler yapılmıştır bu efsane kahramanlarının...Hani başımızdaki bir belayı,zorluğu,sıkıntıyı atmamıza kurtulmamıza vesile olan biri olursa kullanırız ya...`Hızır gibi yetişti` deyimini...İşte buHızırın bir türbesi yapılmış,Anadolumun küçük şirin,güzel bir kasabası olan Samandağına...Samandağı Hatayın bir küçük ilçesidir...Yaklaşık 30 bin nüfusuyla.Kendi içine kapalı bir yaşamı vardır,Tüm alevi topluluklarında olduğu gibi...Bir dönem korkularıyla yaşamış bu insanlar.Neden korktuklarını da bir türlü anlamadım ya...Uzun süre aralarında kalan biri olarak...Öyle ya hem islam olacaksın ,hem de islamdan korkacaksın ne adına yılların getirdiği birbirini tanımama veya yanlış tanıma...
Evet bir sünni olarak onları bize de zaman zaman yanlış tanıtmalar olmuştu,akla hayale gelmedik sapkınlıklar olan bir mezhep diye...Ama onlarla birlikte yaşadıkça nasıl kandırıldığımızı,nasıl aldatılıp düşman edildiğimizi gördüm...
En büyük eksiklerinin ve yanlış anlamaya müsait yanlarının camiye olan antipatilerinin olduğunu gördüm...Köylerinden hemen hiçbirinin camisi yoktu...Sorduğumda ileri gelenlerine karıştırma hoca orasını dediler...Araştırdım ve gördüm ki;Camiye olan husumetleri HZ Alinin camide öldürülmesi böyle bir yanlışa ve ayrışmaya götürmüş o toplumu...
İşte bu toplumun yaşadığı yer samandağında hızırla musa peygamberin buluştuğu yer kabul edilen,ya da hızırla İlyasın buluşma yeri kabul edilen Kocaman bir kaya var...Muhtemeldir ki,dev dalgaların getirdiği...Bunun etrafı türbe şekline getirilmiş ve kapatılmış...İçeri girdiğinizde o taşı öpen günün her vakti insanlar görürsünüz...Bu anlattığım Deniz denilen sahil kısmındadır...Oraya varıp,o türbenin etrafından üç kez dönmezseniz de arabalı arabasız ayıplanırsınız...Hele yerli iseniz...Yeni evlenen çiftler evine g,itmeden orayı ziyaret eder üç kez etrafında döner...
Bekar bir öğretmen olarak iki yılım geçti,burada.Bu bekarlık süresince bizim gibi bekar arkadaşlarla özgürlüğün tadını çıkarırcasına gece geç vakitlere kadar eğlenir, içer sonra da yürüyerek eve gelirdik...Yaklaşık şehirle bu eğlendiğimiz ve türbenin olduğu yer iki kilometre vardı...Bir akşam Bayburtlu ev arkadaışımla beraber gitmiş vakit geçirmiştik..Oktay pek alemi seven biri değildi ...Odaha çok ev kadını tipinde,sabahtan akşama temizlik yapan bir temizlik hastası şahıstı...Canımda öyle iki kadeh atmak istiyordu ki...Neyse Oktay ben kaçıyorum demiş ve gitmişti...
Hemen sahildeki gazinoya girdim ve bir kadeh,bir kadeh derken iyice kafa olmuştum...Biraz sahile çıkayım da temiz hava alıp kendime geleyim dedim...Henüz sahile gelmiştim bir de aşağı yeli esiyor ki,mevsim yaz...hafif bir dalga,yıldızlar pırıl pırıl,uzaktan yanıp sönen gemi ışıkları...Şair olasım geldi,şiir gibi bir gece...Uzun sürmedi bu güzellikler...Gözlerim karardı birden ve her taraf aydınlandı...Rüya mı görüyorum ne...Denize düşmeyim diye uzaklaşıyorum biraz...Sonra çimdikliyorum kendimi...Hayır rüya değil uyanığım bayağı...Sarhoşluk desen değil ondanda eser yok...Sonra bir gemi yanaşıyor yanıbaşıma ...Gemi değil vapur desen o da değil...Yelkenli içinde eski giyimli 40 kadar kılıçlı oklu,palabıyklı başı kalpaklı yiğitler...Korkuyorum birden,bir ürperti sarıyor her yanımı...
Biri çıkıyor orta yaşlı gerilerden...Gel hızırım,gel garındaşım diyor ve alıp beni çektiri dedikleri bu gemiye bindiriyorlar.... Bütün çırpınışlarıma,isteksizliğime rağmen...Çektiri `heyamola`sesleriyle yol alırken ben ne yapacağını bilmez halde,biraz ürkmüş biraz da kimliklerini bilmediğim bu insanların arasında korkmuş bir kedi yavrusu gibiydim...Her biri enaz yarım dünya olan bu insanlar benden ne isterdi ki zorla tarihi bir gemiciğe bindirmişlerdi...Yoksa arkadaşların bir şakasımıydı...ya da ne bileyim bir filim çekiliyorda ben fügüran mıydım...Bu sorularla yarı ayık yarı baygın vaziyette üç saat kadar yol aldık...Artık kara görünmez olmuştu.Beni bu çektiri dedikleri aracın içine alanlar kendi aleminde gülüp eğleniyordu...Bir ara kendime gelir gibi oldum,beni çağıran adamı gördüm karşımda.Bir şeyler söyleyecek oldum...Anlaşılmadı ağzımdan çıkanlar.O reisleri,liderleri olduğu anlaşılan hafif saçlarına ak düşmüş babacan tavırlı adam;
-Uyu evlat,uyu dedi.Yine kendimden geçmişim...Ne kadar vakit geçti bilmiyorum ama gözlerimi açtığımda artık kendimdeydim ve merakım hat safhadaydı.Bir an önce neler olduğunu öğrenmek için gemini arka tarafında oturan denizi seyreden bu adamın yanına vardım...
-Selamünaleyküm baba,dedim.Yavaşça oturduğu yerden bana döndü ,gülüyordu.
-Aleykümselam garındaşım,gel hele otur andacıma.Adamın bir gücü vardı ki ne söylediğini anlamakta zorlansamda hemen yanıbaşına çömeldim,meraklı gözlerle...Gür bir ses tonu vardı,ne kadar uz konuşmak isterse...
-Bak evlat,bak da tanı ...biz kimiz,seni niye aldık...nereye gideriz az sabredersen hepsini görerek yaşayarak öğreneceksin.Önce şunu bil ve rahatla ki,biz düşman değiliz,seni kaçırmadık.Geçmişten gelen ataların diye bil yeter...Sizlerin içinde bulunduğunuz çıkmazlarınızı,sıkıntılarınızı görüp de toprak altında,bize mezar olan bu suların derinliğinde uyumamız mümkün mü...Senin neslin evladım,malesef görmüyor içinde bulundukları dünyanın çirkefini....Görmüyorlar,bilmiyorlar biz o alemde neler çekiyoruz.Bir zamanlar Türkün gölü olan uçsuz bucaksız bahr şimdi Türkün çıkamadığı sular olmuş,bizim uğrak yerlerimiz olan şu adalar ve adcıklarda gavurun dili konuşulur,gavurun hükmü geçermiş...Bilir misin bu bizi nasıl yaralar.Yıllarca bu sularda,cenevizli,portekizli,ispanyol bize baç vermeden bu sulara çıkamazken şimdi şu hali görür de nasıl huzur içinde uyuruz bu sularda...Ey oğul biliriz ve,hissederiz ki,senin de için yanar, tarihi yaşarsın bize kızarsın...Nedir bizim suçumuz hesabını vermeye gelmişiz yılların ötesinden....Önce biraz düşündüm,evet bu adam içimi okuyordu...Oyıllar idealist bir öğretmen olarak göreve yeni başlamış,hayalleri ve beklentileri olan biriydim.Bu hayaller içinde neler yoktu ki;Türkün şanlı geçmişi,Üç kıtada sözü dinlenir bir mazi...Bir mektupla Fransızı dize getiren sultanlar ve bu gün içinde bulunduğumuz çıkmazlar...Bundan da hep o şaşalı geçmişi ve o günkü yöneticileri sorumlu tutmuştum,idealistliğimin içinde...Çünkü bu geçmişi yaşayan insanlar yarınları düşünmemişlerdi.Düşünselerdi böyle mi olurdu...Bu günkü durumda mı olurduk...Niye İngilizin,Fransızın hala hük mü geçer yaşadığımız dünyada diye düşünmüş dillendirmiştim,çoğu zaman...Bunlar geçti de içimden tam söyleyecekken,
-Dur oğul yorulma,sorularını birbir yaşayarak açıklayalım...Birincisi ve belki de en elzemi,neden böyle bir geçmiş yerini bu günkü duruma bıraktı? Cevabı önce kendimizde arayalım...Biz devletimizin bekası için hiçbirşeyi sorgulamadan ölüme koştuk...Bir çoğumuzun mezarı bile yok...Denizin en sığ yerleri istirahatgahımız oldu...Niçin ?Sizlerin gelecekte huzurunuz ve mutluluğunuz için...Siz ne yaptınız küçücük Anadolu topraklarını korumak için...Hiç bir şey,hayaller kurmaktan öte,bize sövmekten öte...Okullarınızda bir kaç satır bizlerden bahsetmekten bile korkar olmuşsunuz...Tarihini bilmeyen bir nesil yetişmiş.Bir ülkeyi fethetmek kolaydır önemli olan ona sahip olmaktır...Biz bunu başardık,ya siz...Daha dün şehit vererek aldığınız,bizimde bu sularda sizlerle gurur duyduğumuz tek başarınız Kıbrısa bile sahip çıkamıyorsunuz...Korkarım onu da kaybedeceksiniz...Sen ve siz ne yaptınız Kıbrıs için ....Ben Cezayiri,Tunusu almak için gemiler yaktım,şehitler verdim...Burası benim öz yurdum iken siz onuda bir hiç uğruna elin gavuruna teslim etmediniz mi...Bunları söylerken bir adanın yanından geçiyordu çektirimiz...Bak evlat dedi bu ada Girit burda nice vatan evladı şehit yatar,şimdi mezarları bile kaybolmuş.Onlar huzur içinde yatabilir mi...Nasıl kaybettiniz giriti biliyor musunuz?Bu Türk yurdu şimdi kimlerin elinde...Yanık türküler değil dili farklı ulusların musikisi yankılanır sahillerinden,işte evlat bizi bu yaralar,bu huzursuz eder.Mümkün mü bu sularda huzur içinde yatabilmek...Bunları biz mi kaybettik,yoksa...Yoksa demiş de gerisini getirmemişti konuşmasının.Bir süre sessizlik hakim olmuştu bulunduğumuz yere ve çektiriye...Nice sonra yanık bir türkü aldı yerini....
Uyuyamam anam uyuyamam,
Bu sular yaban olmuş aman,
Asırlar geçse de Türk yaman.
İlim perişan,halim yaman....
Türkü, söyleyenin dilinde pek de dokunmuştu,bunca gördüklerim ve yaşadıklarımdan sonra.Kim dedim,bu türküyü söyleyen.Biz ona yitik ozan deriz,garibin biri...Neden garip.Kimsesizdir,onbeş yaşında aramıza aldık,bakma garip dediğime ,yaman yiğittir ha...Üç gavuru tek başına hakladığını gördüm bu sularda...Onun ailesi de dostları da biz ve bu sulardır....Bu kısa diyoloklarımız devam edrken,çektiri de usul usul mavi sularda yol alıyordu...Dev bir geminin yanından geçerken kafasını kaldırdı ve,
-İşte evlat bizim hayallerimiz,biz bunları hayal ettik başkaları sahip oldu.Bilir misin ki hayalleri büyük olan uluslar da büyük olur.Biz elimizdekiyle yetinmedik,sürekli yeni kıtalar feth ettik,din adına ali ırkımız Türk adına...Ya siz ne yaptınız.Kendi gölgenizden korktunuz.İşte sonucu...Bunun suçlusu biz mi ,siz mi...Amaç suçlu aramak da değil.Amaç tarihin gerçeklerini görmek,bilmek...Sustu.Sustuk.Bir süre gözlerimiz konuştu.Sonra dediki,
- Ben kimim, biz kimiz evlat bilir misin.Denizler fatihi Barbaros Hayrettin derler bana,aha bunlarda leventlerim.Birlikte geldik hesap vermeye,gerçekleri göstermeye...Gördük ki sen ve senin gibi düşünen gelecekteki neslimiz bizi,atasını yargılar bu günün karanlığı ve kötü gidişatı için.Suçlamayın masum atanızı,geçmişinizi.Bilin ki onlar sizden fazla ızdırap çekiyor,her Türk yurdunun düşman elinde olduğunu gördükçe... Çektirimiz geri dönmüştü akdenizde bu ufak yolculuğun ardından,dönerken akdenize serpiştirilmiş adaların içinden adeta değercesine geçtik.Her adayı geçerken Barbarosun gözleri biraz daha derinlere daldı,hüzünlendi.Sessizdi ama o gözler çok şeyler söylüyordu.Hele son durağa yaklaşırken adeta anadoluya bitişik görünümdeki bir adayı gösterdi de gülmemek ,sinirden gülmemek imkansızdı.Bu ada Meis adasıydı ve bildiğimiz kadarıyla binlerce kilometre uzaktaki Yunanlılara verilmişti hemen burnumuzun ucundaki bu ada....Çektiri usul usul sahile yanaşırken içimde bir rahatlama duygusu,bir hafiflik,bir tarihle barışmanın verdiği huzur....Bıraktılar beni sahile hepsi,sarıldı,kucakladı...En sonunda Barbaros....Ayrilirken el sallıyor,kılıcı gökleri delercesine...Unutma bizi evlat,unutma diyordu...
-Gözlerimi açtığımda kendimi sahilde yatarken buldum,hemen yanıbaşımda bir sokak köpeği adeta ısınmak istercesine kucak kucağa uyumuşuz.Uyandığımı gördü kuyruk salladı,günaydın dercesine...Korktum,ürktüm sonunda dostolduk bu gariple...Rüyamıydı ,gördüğüm yoksa gerçek mi...Bilinmez ama,yolum onların yolu....Onları duyarım,hissederim zaman zaman....

Son...
( Hızır başlıklı yazı Lütuf VELİ tarafından 4/26/2011 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.