DÖNÜLMEZ AKŞAMIN UFKUNDAYIZ HEPİMİZ / Nisan-2008

Gün gelip kaybettiklerinin ıstırabı çökünce ruhuna, sev(il)menin kıymetini o zaman anlıyor insan
* * *
Kolay mı çekip gitmek o kadar ? Onca zaman yaşanan hatıraları bir anda elinin tersiyle silip ardında koymak, çok mu kolay?! Kalakalır ardındakiler ruhları vurgun yemişçesine ve hatıralar bile gözyaşlarında boğulur. Onca zaman “gitmek”lerden bahsedildiği bir yerde gayrı daha fazlasını sineye çekip kendimizi harap etmenin alemi yok, öyle mi? Küçük şeylerin bile hesabını tutarken (sorarken) büyük şeylerin enkazında ezileceğimizi bilemedik galiba. Belki de o küçük şeyleri hesaplarken (öfkeyle kalkıp zararla oturmak misali) kendimiz “büyük şeyler” yaptık, kim bilir.

Yarı sağır, yarı dilsiz, yarı kör olup her şeyi duymamak, her şeyi söylememek ve her şeyi görmemek çok mu zor, çok mu kötü ve çok mu yanlış?! En azından hepten doğru olmamalı bu duyularımızın tamamıyla ve aynı anda açık olması. Hiç mi pişmanlık duymaz insan, insanların gizli-açık her hallerine muttali olmuş olmaktan ve diline her geleni söylemiş olmaktan. Bazen sükût hayırlı değil midir?

Evet, insan konuş(a)madığı zaman talihsizdir ancak talihsizce konuştuğu zaman daha da talihsiz değil midir? Bir de, sükût ne vakittir bir kavganın sebebi ve acizlik olarak değersiz addedilir oldu? Konuştuğumuz zaman hayır konuşmak kadar, dilimizden sâdır olanların hayra vesile olması takdir edilesi, övülesi değil midir hiç? Ağzımız var diye konuşurken ağza alınmayacak sözlerimiz bizi gün gelip kendi vicdanlarımızın bile mahkûmu yapmaz mı acep? Ve dahi, nasıl taşır ruhlarımız hesap gününde tüm bu “laf u güzaf” enkazını?! “Sürç-i lisan” deyip geçiştirerek merhametkâr olur mu “sihâm-ı kaza”larımıza maruz kalmış mağdurlar? Tek biri bile hilafsız! “Eline, diline ve beline” sahip çıkıp onlar konusunda söz (garanti) verene cenneti söz (garanti) veriyor İnsanlığın en Hayırlısı.

Bir insanın kendine özgü mahrem sınırlar çizmesi ve bu sınırların ihlal edilmemesini istemesi çok şey midir? Bu sınırların zorlanması ve ifşa edilmesi kişilerin refik-refika, ebeveyn-evlat, dost-ahbap, bacı-kardeş olmaları mazereti, masum kılar mı kişileri? İnsanın böylesi sıfatlara sahip olması (karşılığında) kalkar mı tüm sınırlar? Sahi hiç mi saygı duyulası ve masum tarafı yoktur böylesi arzuların?

Haksızlık ediyoruz kendimize, birbirimize, bizden olanlara, yakınlarımıza, bizi sevenlere… bahanelerimiz “sudan” oluyor çoğu zaman tüm gönül kırmalarımıza. Sonra “boyumuzdan-posumuzdan” hicap duyup boynumuz bükük kalakalıyoruz vicdanlarımızın âyinesi karşısında. Selam etmek bir ıstıraba dönüşüyor artık kırgın yürekler karşısında her geçen gün. Daha bir kırılganlaşıyor hayatlarımız. Yaşlanmak salt biyolojik olmaktan başka boynumuzun daha bi bükülüp hicaptan “yerin dibine girmek” isteyişimizdir biraz da, hatırladıkça geçmiş ömrümüzde tüm sü-i hallerimizi. İnsanın kendi vicdanı tarafından mahkûm edilmesinin nasıl bir ıstırap olduğunu bilemiyor insan ruhuna yalnızlık denen ateş düşmedikçe. Nereye dönse yüzünü, paramparça kalpler görünce zaten ölüyormuş insan.

Ruhumuzda oluşan putlar devriliyor bir bir ve tamamen bir aldatmaca olarak sığındığımız kaleler düşüyor gün-be-gün ağardıkça şakaklarımız. Yalnızlığın âteşin ıstırabı çökmeye görsün ruhlarımıza, geçmişin tüm pişmanlıklarının “değer miydi?” sorusu ateşten bir gülle olup, tar u mar eder tüm benliğimizi. Unutmak istedikçe hatırlarız, unutamadıkça da yanmak kaderimiz olmuştur. Kendi kendini ateşe atar mı insan? Kendi ateşini kendi eliyle hazırlıyorsa yanmak kaderidir onun.

Lakin, yolun sonu değildir henüz: su cismini temizliyorsa insanın, pişmanlık ateşi de ruhunu arındırır. Yanmak “ol”maktır, henüz nefes alıyorsa insan. Böyle pişer, böyle arınır. Tevazu havzından nasiplenir yandıkça ve kimilerinin boyun büküşü bundandır. Rahmet bilirler bu yanmaları ve yine düştüğü yerden çıkmanın sebebi. Bir de, henüz son nefesi vermemiş olmalarının şükrüyle iki büklümdürler. Düştüğü yerden çıkabiliyorsa tüm yanışlarına ve her şeye rağmen bir insan, eli öpülesidir onun.

***
Veyl o insanlara ki, pişmanlıklarından ders çıkarmıyorlar! Oysa insan hata ile malüldür ve özür dilemek büyük bir erdemdir!
( Dönülmez Akşamın Ufkundayız Hepimiz başlıklı yazı Recep K. tarafından 11.06.2009 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.