KARADUL ÖRÜMCEĞİ

 

                                                          *

                  

       Kadın, on üç yaşındaki kızının ilk başlarda karşı çıkmasına rağmen, kendinden üç yaş küçük, hiç evlenmemiş bir adamla ikinci evliliğini yapmıştı. İki yıl kadar süren ilk evliliğinde hayal kırıklığına uğramıştı. Dört yıllık üniversite döneminde iyi tanıdığını sandığı ilk kocasının, evlendikten sonra maskeli bir kişilikte olduğunu görmüştü. Karıncayı bile incitmeyecek bir yapıda bildiği kocasından dayak yemişti. İşte o dayak, boşanmasının temel nedeni olmuştu.

       İkinci eşini ilk kez, yeğeninin matematik dersindeki başarı durumunu öğrenmeye geldiğinde görmüştü. Kısa bir süre sonra tekrar görüştüklerinde, yeğeni hakkında bilgi edinmenin bahane olduğunu anlamıştı. Ardından evlenme teklifi almıştı. Daha ilk başta, “Kendimi kızıma adadım. Evliliği düşünmüyorum,” demişti. Boylu boslu güzel bir kadındı.
On iki seneden bu yana duldu. Daha çok aracılar yoluyla epey evlenme teklifi almıştı. Hepsine hayır demişti. Bu adama da olumsuz yanıt vermişti ama onun, “En azından
bir süre düşünün. Beni umutla yaşatın,” demesine boyun eğmişti.
 
       Yetiştirme yurdundan gelmeydi. Kimsesi yoktu. Evlenmesine karşı çıkan kızına, “Kimsesizliğin verdiği yalnızlık kadar insanın yüreğini sızlatan bir duygu daha yoktur...
Bunun sıkıntısını çok çektim… İstiyorum ki yakınlarımız olsun. Darda kaldığımızda kol
kanat gersinler. Yaş otuz beş...Yolun yarısındayım. Allah’ın bana güzel bir fırsat verdiğine inanıyorum. Hepsinden öte, bu adama içim ısındı. Sana da iyi baba olacağı umuduna kapıldım. Ayrıca, dul kadın olarak toplum baskısından bıkıp usandım. Öğretmen de olsa dul kadına erkekler, kolay elde edilebilecek bir kadın gözüyle bakıyorlar. Yakın bildiğin evli kadın arkadaşların, orospuluk
yapabilir sanıyla seni dışlıyorlar. Bu yılgınlıktan kurtulmak istiyorum artık. Başka ne diyeyim kızım?..” diyerek evlenme isteğini açık seçik dile getirmişti. Kızının,
“Evlen anne,” demesiyle sevecen yüreği okşanıvermişti. Buna rağmen bazı kaygıları üstünden atamıyordu. Tanıştıklarında adamın ziraat mühendisi olduğunu, serbest çalıştığını öğrenmişti. Evlenme teklifi ertesinde; ilçenin köklü ve ileri gelen bir ailesinden olduğu bilgisi edinmişti. Geniş zeytinlik alanlarının bulunduğunu, zeytin ve zeytinyağı ticareti yaptığını, orta ölçekli bir zeytinyağı fabrikasını yönettiğini ve hatırı sayılır bir kişiliğe sahip bulunduğunu öğrenmesi, bazı kaygıları da beraberinde getirmişti. Ya gönlünün aktığı adamın aile çevresi kendisini kabullenmek istemezse?..Evlendiklerinde hor görülürse?..Ayrıca, adamın kendinden küçük olmasıyla ayrı bir açmaza düşmüştü. Şimdi duygu bütünlüğüyle önemsiz görünen yaş farkı ilerde sorun yapılırsa? Arayıp sormayan öz babasından nefret eden kızı, üvey babasını aralarına giren bir yabancı görürse? İşte bu kaygılar epey düşündürmüştü. Bir gün kaygılarını telefonda dile getirmiş, aldığı güvencelerle gönlü iyice akıvermişti adama…

       “Sana ve kızımıza yan bir bakışı dahi hoş görmem. Seni bu halinde sevdim. Kızına öz baba duygusuyla yaklaşacağım,” diyen adama daha fazla direnemeyip evlenme teklifine “evet” demişti.

                                                         **

       Öbür tarafta da adam, sevdiği kadın evet demeden önce geniş aile çevresine evlenme girişimini duyurmak istemişti. Anne ve babası yakın dönemlerde ölmüş olsalar da ataerkil aile yapıları devam ediyordu. İki ağabeyi ve üç ablası vardı. On sekiz yaşında evlenip, kocası trafik kazasında öldüğü için evliliğinin üçüncü ayında dul kalan ortanca ablasına uğramıştı ilk. Hiç evlenmemiş bir adama kocaya giden ablasından anlayış ve yardım umuyordu. Hiç beklemediği bir tepkiyle karşılaşmıştı. “Elin kullanmışını almam ben kardeşime,” diyerek kadını aşağılamıştı ablası. “Bir de taygeldisi var ha?..” derken gözlerini belerterek öfkesini iyice belirtmişti. En büyük ağabeyi ise en şiddetli tepki veren olmuştu. Kadının dul, üç yaş büyük ve yetişkin kızının olmasının verdiği kızgınlıkla, “Ne ne ne?” derken ağzından köpükler saçılmıştı. “Bir gözü kör, bir ayağı topal de de tam olsun!” diyerek öfke kusmuştu. “Atalarımız bile tarlayı düz, kadını kız al demişler!” deyip, kardeşine de hakarette bulunmuştu. Dul ve taygeldisi olan bir kadını kardeşine değil kendilerine yakıştıramamıştı…
 
       Adam, dul bir kadınla evlenmek istemesine anlayış gösteren en küçük ablasıyla dertleştikleri bir gün, “Çağdışı kalmış bazı değer yargıları yüzünden neden sevgiye anlayış gösterilmez?” diye yakınmıştı. “Erkek egemenliği,” demişti ablası. “Kadınların da bunu kabullendiği bir toplumuz,” diye devam etmişti. “Elli yaşlarındaki bir adam, on sekiz yaşındaki bir kızla evlendiğinde, ağzının tadını biliyormuş diyen bir zihniyetten gelmeyiz. Elli yaşındaki adama gösterilen o hoşgörü, ne yazık ki hiç evlenmemiş bir erkeğin dul bir kadınla evlenmesine gösterilmiyor…”
 

       Adam, yakın çevresinin karşı çıkmasına rağmen dul kadınla evlenme iradesini inatla sürdürmüştü.         

       Kadının yaşını pek göstermemesi, yüz ve vücut güzelliği, taygeldisinin çok şeker bir kız olması, adamın aile çevresinin gönüllerinde yumuşama yaratmamıştı.
İki aylık nişanlılık döneminde gelin adayına sıcak bir yaklaşımda bulunmamışlardı. Öğretmen olduğu için sadece saygı duymuşlardı. 
  

       Kadın, istenmediğini anlamıştı. Sevdiği adam, “Yakınlarımdan bazılarınca soğuk karşılanabilirsin. Kısa süre sonra el üstünde tutulacağına inanıyorum,” dediği için soğukluğu önemsememişti. Ama, nişanlısının çok sevmenin de ötesinde saygı duyması, fiziksel bir eksikliğinin içini acıtmasına neden olmuştu. İşte bu duygu, nişanlısına karşı dul bir kadın olmanın kör olası damgasını taşımanın ezikliğini hissettirmişti. Bir de, bir hafta önce bir edebiyat sitesinde yayınlanan Esma Kadın adlı bir öyküde okuduklarıyla ikileme düşmüştü.

       …O işten keyif almasını bilmiyoruz. Kendimizi, adamın keyfini yerine getirmekle yükümlü sayıyoruz. Kocam beni sevip okşasın demenin alemi yok. Kendi arzunu gidermeye bak. Sevişme ve cinsel ilişkide kuduruk karı ol. 
…Dul bir kadın için ilk gece, kızken gerdeğe girmesinden daha zormuş. Gönlünü
hoş edeyim diye işve cilve yaptığında adamın kuşkuya kapılıp. ‘Orospu neler biliyor. Kaşarlanmış’ diye fikir yürütmesinden çekinirmiş. Adam fantezilerini uygulamaya kalktığında kadın, ‘hergele, bu işlerin erbabı olmuş’ dermiş içinden. 

        Öyküdeki işte bu açıklamalar kafasını kurcalamıştı.   

                                                    ***            

       Yattıklarında kocasının kolları arasına girince heyecana kapılan kadında ufak tefek titremeler belirdi. Yeni yakınlarının soğukluğu, kocasına karşı duyduğu eziklik ve ikilemler depresyon olarak kendini göstermeye başlamıştı. Sırtının okşanması, yanak ve dudaklarının yumuşak yumuşak öpülmesiyle bedenine tatlı gıdıklanmalar yayılıyordu. Kocasının artan öpüş ve okşayışlarına karşılık verdiği halde titremesi geçmiyor, giderek artıyordu. Cinselliğini coşkuyla ortaya dökmeyi düşlerken, titremesini giderme derdine düşmüştü. Bu telaşla vücudu geriliyordu. Memesinin okşanmasıyla duyduğu haz bile titreme ve gerilmesini gidermiyordu. Coşkusunu kısıtlayıp şefkatli okşayışlara yönelen kocasına karşı eziklik duyuyordu. Kendini zorladıkça gerginliği artıyordu. Şok dalgalı titremelerle sarsılıyor, kocasını hayal kırklığına uğratmanın duygusal baskısıyla bunalıyordu. Bunun sonucu soluk almada zorlanıyordu. 

       Adam, karısını sırtüstü döndürdü. İnce yorganı biraz açtı.

       “Su vereyim mi canım?” 

       Kadın, üzgün yüzünü göstermeden başıyla hayır dedi.  

       “Kendini zorlama bir tanem…”dedi adam. “Karı koca olmamız bile benim için en büyük mutluluk…” Dirseği üzerine doğruldu. Karısının alev alev yanan yüzünü okşadı. Kalbinin çok hızlı attığını anlayınca bir an endişeye kapıldı. Fırlamasını engellemek istercesine elini üstüne koydu. 

       “Derinden soluk alıp ver canım. Sen benim öncelikle kafamda eşsin...Yüreğimin eşisin...Ruhumun bir parçasısın...Kalbin, doğru söylüyorsun diyor. Zaten ona hiç yalan söylemedim. Bundan sonra da asla yalanım olmayacak...
O da bana, ben de aynıyım ve aynı olacağım diyor. Seni çok seviyorum sevgili kalbim...” 

       Yürekten gelen duyguları yansıtan sözler ve tatlı okşayışlar bile kadının titreme ve gerilmesini gidermiyordu. Doğrulurken kocasını da kaldırdı. Titreyen elleriyle kocasının belden yukarısını soyarken kendini de soydurdu. Kolları arasına girer girmez her yanı okşanıverdi. Devrilerek yarı çıplak yattıkla-rında duyduğu hazzı içine çekerken,sarsıcı bir titreyiş bu güzel olguyu alıp götürüverdi. Kocası kollarını bırakıverse, piminden kurtulan yay gibi fırlayacak sandı kendini. Bu korkuyla öyle bir sarıldı ki, kocasının kaslı göğsüne basılan memelerinin acısını duydu. Fiziksel acı da titreme ve gerilme belasını yok edemedi. Giysiler üzerinden de olsa temas sağladı. Çare olmak bir yana, sıkıntısını hepten artırdı bu uğraşı. Kocasının tahrik olmamasını kendi durumuna bağladı. Duyduğu utancı gölgelemek için kocasının üstüne abanıp yüzünü göğsüne koydu. Kadınlığını hissettirememenin yoksunluğuyla daralıyor, kocasının hevesini yok ettiği düşüncesiyle ani sarsılmalara uğruyordu.

       Adamın tek bir düşüncesi vardı. Güzel karısının gevşetmek ve yüreklendirmek. Nişan ertesinde bir psikologa gitmiş, on üç yaşındaki bir kıza nasıl üvey babalık yapabileceğini sormuştu. 

       Psikolog, “Kız ergen sayılır,” diyerek hemen bilgilendirmeye geçmişti. “Baba sevgi ve şefkatine özlem duyuyor ise...ve bunu üvey babada bulup evlat duygusuna kapılırsa sorun yaşamaz. Annesini paylaşma zorluğu çekerse, hele, annesinin kendinden koptuğunu saplantı haline getirirse epey sıkıntı yaşar ve yaşatır. Bilinçli ya da içgüdüsel davranışlarla annesini kazanma duygusuyla üvey baba ile çatışmaya girebilir. Bunun tersi de olabilir. Annesine kızarak ya da kıskanarak üvey babaya farklı bir saplantıyla yönelebilir. Sert tepkiyle karşılaştığında evden kaçmaya kalkar. Erkek çocuklara göre kız çocukları genelde üvey baba ile daha iyi uyum sağlasalar da, baba otoritesinden uzak ve özgür yaşayan ergen kız çocukları, bazı sorunları da beraberinde getirirler. En başta, biyolojik olmayan babayı tehdit unsuru gibi algılarlar. Anne ve üvey baba arasında bir yalıtım perdesi oluştururlar. Kendilerini boşlukta hissedip, güçlü bir seksüel istek duyarlar. Bunu dışarıda ya da değişik doyumlarla gerçekleştirme yoluna giderler. Üvey babaya gelince; ergen yaşta kızı olan bir kadınla evlendiğini aklından hiç çıkarmayacak. Üvey baba olma korkusu duymayacak. İyi bir baba olmak yerine bir süre, duygusal katılıktan kaçınan nazik bir yabancı rolü üstlenecek. Baba olarak kendini sevdirmeye yönelmeyecek. Yönelmesi, çekici değil itici olur. Sabırlı ve zamana karşı dayanıklı duracak. Üvey kızını tanımaya ve anlamaya çalışacak. Sorun yaratıcı değil, sorunları çözücü olacak. Olağanüstü hoşgörülü olup, işbirlikçi bir çizgide gidecek. Güven veren bir kişiliğe bürünecek. Eğer bu çocuk erkek olsaydı, üvey baba daha fazla sıkıntı çekerdi. Oğlan, kendini evin erkeği gördüğü için otoritenin elinden alınmasına isyan ederdi. Kız, babanın kızı olsaydı eğer, üvey annenin işi hepten zor olurdu. O çağdaki bir kız, evin kadını rolüne soyunur. Öyle ki, ölen annenin kadınlık görevini bile üstlenecek kadar kendini şartlandırır. Evin kadınlığını bir başka kadına kaptırmayı kolay kolay kabullenemez. Üvey anneyi düşman olarak bilinçaltına yerleştirir. İşte böylesine karmaşık ilişkiler yumağıdır üvey anne, baba ve üvey evlat ilişkileri. Bunlar, araştırmalarla ortaya çıkarılmış saklı gerçeklerdir.”

       Psikologun dediklerini can kulağıyla dinleyen adam, evleneceği dul kadınla ilk cinsel ilişkilerinde nasıl davranması gerektiğini de sormuştu.

       “Evlenen dul bir kadının ikinci kocasından epey beklentisi vardır,” diyerek söze başlamıştı psikolog. “Hele boşanarak dul kalmış bir kadın, beklenti ummanın yanında bazı endişeler de taşır. Bu endişelerin en başta geleni, kocanın ve yakınlarının kafasına, ‘Acaba ne halt işledi ki kocası boşadı’ kuşkusunun girmesidir. Haksız itham edileceği endişesi onu içine kapanık yapar. Beklentiler ise şunlardır. Kendi ailesi yanında bile kendini sığıntı gibi hisseden dul kadınla, ekonomik gücü olmayan dul kadının öncelikli ve ortak beklentileri, tutunacağı bir dal, barınacağı bir yuvadır. Kocası ölmüş ya da boşanmış dul kadınların ikinci kocalarından ortak beklentileri, kendilerine değer verilmesidir. İkinci kocanın daha anlayışlı olmasıdır. Ezikliğe ve utanca sürükleyecek söz ve davranışlarda bulunmamasıdır. Hele çocukluysa, çocuğunu istenilmeyen yabancı görmemesidir. Bakire bir kızla ya da dul kadınla evlenen bir erkek, eşi çekingen davranırken cinsel egosunun öne çıkarmamalıdır.”  

        Adam işte böylesine bilgilenerek evliliğe hazırlanmıştı.

       “Üzülmeni istemiyorum bir tanem…” dedi olanca sevecenliğiyle. “Benimle evlenerek en büyük mutluluğu yaşattın bana…Bu gece, güzel gelinimle gurur duydum...O kadar güzel gelindin ki canım... Beyaz bir kuğu gibiydin... Sana hayranlıkla bakan gözlerden anladım bunu...Kıskançlık duygularım kabardı...Güzel gelinime yakışır harika bir düğünümüz oldu.” Karısının kalp atışlarıyla titremesinin azaldığını anlayıp sevindi. “Seni o kadar çok seviyorum ki canım, bunun ölçüsü sevişmekle, cinsel ilişliyle ölçülemez...” Karısının boynunu ve omuzlarını yavaştan okşuyordu. “Burukluk duymanı istemiyorum bir tanem...Karı koca olarak yarı çıplak ve sarılarak yatıyoruz. Benim aradığım mutluluk buydu bir tanem...Ilık nefesin kalbimi serinletiyor...Yumuşak tenin hararetimi alıyor...Güzel kokunla ciğerlerim ferahlıyor...” Titremesi yok olan karısının olağan soluk alıp vermesiyle rahatladı. “Seni sevmek...öylesine yüce bir duygu ki benim dünyamda...bir sevgiliye duyulan aşktan da öte bir değer bu...Senin bana sevgin de öyle canım...İnan bir tanem, bunu yürekten hissediyorum...” 

       Tatlı dil dökmeyi bir süre daha sürdürdü. Karısının uyukladığını anlayınca saçlarına sessizce öpücük kondurdu. Gözlerini kapatıp uyumaya çalışırken keyfinin kaçtığı şöyle dursun, sevgi, şefkat ve mutluluk duygularının yarattığı bir aydınlık oluştu yüzünde...

                                          ****

       Gece nasıl yattıysa sabah öyle uyandı kadın. Günün iyice aydınlandığı saatlerde. Kocasının tatlı öpücüğü ve güzel dilekleriyle...Ve, bülbül şakımasıyla...Sevgili kocasının gidip güneşlikleri çekmesi ve pencereyi açmasıyla bülbüllerin armonisi daha da canlılaştı. Şakıyan bülbüller geceyi korkuyla, kendisi gibi kabusla geçirmiş olabilirlerdi...Ama şimdi, güzel bir güne şakımayla başlıyorlardı. Yaşam, sadece kötü geçen zamanlar dilimi değildi. Güzelliklerle de doluydu. Sabahtan bu yana olduğu gibi...

       Kocası dışarıya çıkınca koşarcasına ebeveyn banyosuna geçti. Saçlar taranmış ve azdan kokulanmış olarak çıktı banyodan. Yüzü gülüyordu. Dinçti ve kendini birleşmeye hazır hissediyordu. Alelacele ipek pijamalarını çıkardı. Askılı, incelikli kısa bir gecelik giydi. Sessiz güldü. Kendine güven aşılamanın havasıyla yatağın başucuna kadar salınarak geldi. Heyecanını sesli soluk vererek gidermek istedi. Bir ayağı yavaştan titremeye başladı. Önemsemedi. İçeriye giren ve güler yüzle yaklaşan kocasının, “Çok güzelsin canım,” demesine sevindi. Belinden sarmalayan kocasının boynuna doladı kollarını. Öpülmeyi beklemeksizin sunduğu dudaklarını, kucaklanıp yatağa alınırken de çekmedi. Bir beden olurcasına yatarlarken, kocasının ateşli öpüş ve okşayışlarına taşkın bir arzuyla karşılık verdikçe kendine güveni artıyordu. Coşkulu bir sevişmeyle birleşmeye doğru yol alırlarken bir bülbülün sesi daha yakından gelmeye başladı. Onları kutlarcasına duraksamadan şakıyordu. Belki de, onlara özendiği için eşini çağırıyordu...

       Kim bilir?..

                                                                       *****

       Kadın, bütünüyle kocasının üzerinde yatıyordu. Gece çektiği sıkıntılar yüzünden fark edemediği kılsız göğsüne, kaslı omuzlarına arada bir hayranlık öpücüğü konduruyordu. Dün geceki gibi eziklik içinde yatan kadın bir değildi. Ruhen ve bedenen kocasının olmuş bir kadındı...Mutlu ve kocasını mutlu eden bir kadındı... Doygun doyuma ulaşmanın tüm duruluğu güleç yüzünde okunuyordu. Kocasının yüzünde olduğu gibi...
Gevşemenin verdiği rahatlıkla gözler yarı açık yatak keyfi yapıyorlardı.Patlamaya hazır tomurcuğa benzeyen ezik memeleri, yumuşak dokunuşlarla okşandıkça...gerdekten çıkan gelinin yüzünde oluşan o doyulmaz güzelliğe bir yenisi daha ekleniyordu...Bu güzelliklerin arada bir öpülerek dudaklarında toplanmasına bayılıyordu. Tatlı yaramazlıkta kendi de boş durmuyordu. Sürtünerek kocasını azdırıyordu. 
       İlk cinsel ilişkilerinin onulmaz tadındaydı hâlâ. Birlikte doyuma ulaşırlarken yaptıklarına için için gülüyordu. O doyulmaz hazla inlerken kocasının sırtını tırnaklaması, tüm yaşamının en coşkulu anısı olacaktı. İlk kez doyumu tatmıştı. Mutluluğun doruğa ulaşılmasıydı o an... Muhteşem bir kendinden geçişti...Zevkten ölmek...sonra da yaşam kaynağından alınan can suyuyla yeniden dirilmek gibi bir şeydi o duyum...O an kocasını yiyesi gelmişti…Çiftleşmelerinin ardından erkeğini yiyen karadul örümceği gibi...
Kocasının ensesine öbür yastığı koyarken, memesinin öpülmesiyle yeniden alevlendi. Gece yaşattığı kâbusun bedelini ödercesine yedirip yutturmak istedi memelerini. İyice doyurup, tatlı olarak da dudaklarını sundu. Yeniden temas sağlayınca kıkır kıkır güldü. Sevip okşadıkça, fazlasıyla karşılık bulmanın tadına doyamıyordu. Kocasına duyduğu aşk ve harika bir birleşmeden sonra, gerçek karı koca olmanın verdiği duru huzurla yeniden yaratılmış gibi hissediyordu kendini. Mutluluk duyguları tüm benliğini sarmışken aklına gelen, her dul kadının çekindiği o korkuyla tedirgin oluverdi. Kocasının kafasında oluşabilecek, ‘Bunları bildiğine göre...Demek ki?..’kuşkusuyla keyfi biraz kaçsa da, gönlünce sevmenin eşsiz tadı her şeyi bastırdı. Kocasının kılsız göğsünü öpmek geldi içinden. Öptü. Ufaktan ısırdı bile. 
            Bir süre sonra kocasını ikinci kez yemek istedi...
 
Not: Öyküyü buraya kopyaladığımda yazı tür ve satır aralıkları değişti. Düzeltemedim. 
 

Veysel Başer

( Karadul Örümceği başlıklı yazı Veysel Başer tarafından 29.05.2011 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.