İŞKENCE
ODASI’NDAN NAKLEN YAYIN!..
Sinema
dünyasından “Ölümcül Deney”, “ Resident
Evil Deneyleri” filmlerini belki izlemiş olabilirsiniz ancak bilim adına yapılan “Milgram Deneyi”ni hiç işittiniz mi?
Bu deneyde neler olup bittiğini okuduğunuzda
olaylara empatiyle yaklaşacak ve günümüz dünyasında yaşanan siyasi
olaylarla da bağlantı kurarak kendinizi de yargılamadan yapamayacaksınız!..
İsterseniz
bu deneyin ne olduğundan biraz bahsedelim; “Milgram Deneyi” erk yani otorite
sahibi bir kişi veya kurumun isteklerine kendi vicdanı değerleriyle çelişmesine
rağmen itaat etmeye ne ölçüde istekli olduklarını ölçme amacını güden bir deney
dizisinin genel adını sözlükler söylüyor.
Deney
Nazi Savaş suçlusu Adolf Eichman’ın Kudüs’te yargılanmasından üç ay sonra
Temmuz 1961 de başlar ve bu deneyin amacı da; “Eichman ve Yahudi Soykırımı’nda
yer alan yüz binlerce yardakçısının sadece kendilerine verilen görevi yerine
getiriyor olabilir mi ve onların hepsi “yardakçılık” suçuyla suçlanabilir
miydi? Sorusuna yanıt bulmak için yapılmış bir deneydi. Ve bu deneyi yapan
Stanley Milgram; sıradan bir insanın sadece bir deney bilimcisinden aldığı
emirle başka bir insana ne kadar acı çektirdiğini ölçmek için basit bir deney
düzenlediğini söylüyor.
Öyleyse
buyurun hep birlikte deney odasının izleme bölümüne geçelim. Sakın deneye tabi
tutulan öğrencilerin bağrışmalarından fazla etkilenmeyin, bu yalnızca bir
deney!
İçeride
40 denek öğretmen var. Yapmaları gereken elleri, kolları ve boyunlarından
bağlanan ve 15 den 450 volta kadar çıkabilen elektrik akım kablosuyla bağlanan
aktör öğrencilere sorular sormaktır. Öğretmen denekler bu öğrencileri de
kendileri gibi katılımcı olduğunu ve öğretmen denek rolünü kura ile aldıklarını
zannetmekte ve öğrencilere sorular sorulmaya başladıktan sonra bilemedikleri
her soru için voltaj artırımı yapılmaktadır. Sorular sorulmaya başlar ve 150
volta kadar öğrencilerden bir ses çıkmaz ancak 160 voltajda artık bağrışma
sesleri ortalığı çınlatır. Öğretmenler bu bağrışma ile soruları kesmek isterler
ancak otorite emir verir ve devam edilmesini ister. Bu arada volt 290’ı
gösterdiğinde bağrışmalar kulakları kemirir. Soru soran yüzlerin ifadesi öğrencilerinki
gibi olmaya başlar. Soruları bırakmak isteseler de “erk” ısrarcıdır.
Şalterler 390’a getirildiğinde
öğretmenlerin belleklerinden Hitlerin “SS” leri geçmeye başlar. Otorite de Hitler’in sloganını ardı ardına
attığında, buna öğretmenlerde öğrencilerin bağırışları arasında tekrar eder.
İşte
size işkence odasından denek yayını ve sonuçları;
Farklı
ekonomik ve kültürel ortamlardan seçilen 40 denek yani öğretmenlerden hiç biri
300 Volttan önce deneyi terk etmez. Yine 40 denekten 24’ü 450 Volta kadar
çıkmış (%65) Bu deney Princeton, Münih, Roma, Güney Afrika ve Avustralya’da
tekrarlanır ve 450 volta kadar çıkan denek oranı bazı yerlerde %85’e kadar çıkar.
Yine deneyden en masum kişilerin bile uygun ortam bulduklarında kişilik
değişimine uğrayabildiklerini, destekçi bulan kişilerin sadistleşebileceği, bir
kişinin bile desteğinin ya da engellemesinin diğerini etkilemede etkin rol oynayabileceği
ortaya çıkmış…
Deney
salonundan çıktınız, kendinizi nasıl hissediyorsunuz? Bu deneyi Dünya veya Türk
siyasi hayatı ile örtüştürebiliyor musunuz? Ben kendimce bir tahlil yaptım ve bu deneyi
Türkiye dışındaki bir ülke için hayal ettim…
İsterseniz
önce hayal ettiğimiz ülkenin çalışan kesimini denek yapalım. Demokratik
haklarını sokaklarda arayanlara 100 voltluk cop, 150 voltluk biber gazı verildiğinde bir de baktık ki, yine sokaklarda hakkını arayanlar çoğunlukta, bu kez 300 voltluk elektrik ve basınçlı su ile dağıtıldı, ardından 450 voltluk
tutuklamalarla iktidara karşı gelme, darbeye teşebbüs ve huzuru bozmaktan
yargıya intikal ettirilerek bu işe girişeceklere göz dağı verildi.. Şimdi hayal
ettiğim ülkede çalışanlar kuzu gibi ne verilerse itiraz etmeden kabulcü oldu…
Çalışanlar
sustu, deney başarılıydı…
Sırada
medya vardı. Onların da gazetelerde dili çok uzundu. Her şeye maydanoz
oluyorlardı. Köşe yazarlarından bazıları zehir zemberek yazılarıyla halkın
kafasını bulandırıyordu. Hizaya getirmek için önce küçük bir voltaj verilerek
gazete patronları uyarıldı. Onlarda yazanlarını uyardı. Ama içlerinden bazıları
“Ben hür yazarım ezelden beri” diyerek yazmaya devam ettiğinde bu kez iktidarın
maliyecileri patronları fena sıkıştırmaya başladı. Voltaj gittikçe artıyordu,
patronlar söz dinlemeyen gazetecilerinin işine son vermekte buldu. Bu da
yeterli değildi. Birisi çıkıyor, iktidarın işine gelmeyen bir kitap çalışması
daha yayınlanmadan, bazıları da Özel Mahkemelerin gördüğü davalar ile ilgili
yayınlarıyla halkın kafasını bulandırıyordu. Bu böyle olmazdı, mutlaka voltaj artırılarak bir gecede
evlerinden alınması gerekiyordu. Öyle de oldu. Voltaj 450’lere gelse de hala davaları sürüyormuş…
Gazeteci
ve Patronları susturuldu, Deney başarılıydı…
Sıra
Ordu’ya gelmişti.. Hayal ettiğim bu ülkenin yıllardır darbelerden çok canı
yanmıştı. Asker bu, her adımını planlı olmak zorundaydı. Onlarda öyle yaptı. Ülkesinin rejimini tehdit eden her ne olursa
olsun karşısındaydı. Artık zırt- pırt darbeymiş, bilmem ne kararları gibi
tehditler oluşturmamalıydı. Voltaj verilmesi lazımdı, Önce darbe eğitimi
hazırlayan ve katılanların “Darbe”
plancısı olarak tutuklanması, sonra da “Terör örgütü kurmaktan” tutuklanarak
“Terörist” damgası yaftası ile içeri alınması lazımdı. Öyle de oldu, darbe ile
ilişkisi olduğu iddiası ile onlarca muvazzaf ve emekli askerler evlerinden bir
gece de alınarak tutuklandı. Ardından voltaj artırılarak subaylara sıra geldi ardından
generaller derken 450 volt verildiğinde ise Genel Kurmay Başkanı’ da
tutuklanarak tam kadro cezaevlerine konuldu…
Ordu’da
hizaya getirildiğinde, deney başarılıydı…
Yargı’da
eksiklikler vardı. İşte en büyük engel buydu. Çıkarılan her kanun ya üst
mahkemelerden dönüyor ya da iktidarın elini kolunu bağlıyordu. Önce yazar,
gazeteci, ordu mensuplarının uzun tutukluluk sürelerinin voltajları ayarlandı. Üst
mahkemeler hizaya getirilmeliydi. Yeni bir organizasyonla voltaj tekrar yükseltildi. Her kanun muhalefetin itirazıyla geri
dönmemeliydi. Özel mahkemelerde
tutuklananlar lehine şerh koyan yargı mensuplarının tayinleri yapılmalıydı,
voltaj ayarlanıp yapıldı. Hükümetin
beğenmediği davalara bakan yargı mensupları da çok olmaya başlamıştı. Onlara da
voltaj ayarlaması ile haklarında soruşturma başlatılarak, diğer yargı
görevlilerinin hizaya gelmesi sağlandı…
Yargıda
tamamdı, deney yine başarılıydı…
Öğrencilere
ne dersiniz?
Bakmayın
bu hayal ettiğim ülkenin öğrencilerine, demokratik haklarını kullanayım derken
bazen sofraların baş tacı yumurtalarla üniversitelerine gelen konuşmacılara
atarak kendilerini zora sokuyorlardı. Protesto
ettikleri için aylarca içeride tutularak okullarından uzaklaştırılan, üç
yumurta attı diye 10 yılı aşkın ceza talepleriyle kanı kaynayan ana kuzusu
öğrencilerde korktular… Onlarda beyaz teslim bayrağını okullarına diktiler…
Ya
muhalefet partileri? Bunlar olmasa ülke ne güzel idare edilecekti. İşte sıra ona geldi. Haklarında fezleke ile
susturulabilir miydi? Voltajın dozu
artırılarak karalama edebiyatı ile kendisine oy verenlere şirin görünmeyi medyadaşlarıyla
yapmaya çalıştılar…
Bu
hayal ettiğim ülkede yaptığım deneyde geriye kim kaldı dersiniz? Muhalif halk, onlarda zaten yukarıdaki voltaj
ayarlarını gördükçe empati ile korkudan uyuşmuş ve suskunlar...
Sahi
bizim ülkenin demokrasisi kaç voltajda bilen var mı?
Sürçü
lisan ettiysek affola!...
Önemli açıklama; Yukarıda
yazılanların Türkiye’mizle ilgisi olmayıp,
dünyanın her hangi bir ülkesinde olabilecek gelişmeler ışığında hayal
ürünü olarak yazılmış olup, hiçbir kişi ve kurumları bağlamamaktadır.
Ertuğrul Erdoğan
Mart 2012/Bursa
Tıwıtter: @erterd