... 
 
  Kolumu kaldırmaya mecalim yok
    cümleler yük artık dilimde
    hadi bir ikindi öncesi
    asın beni günahlarımdan kül dolu hecelerime...
 
 


        savurun dilimdeki isyanları
        kulağıma ilişen ney sesi vururken fikirlerimi yoksulluğundan
        kırın
        dökün kalbimin kalan son umutlarınıda
        yakın Gazze’de yaktığınız çocuk gibi
        gözlerinden
        suya hasret dilinden
        oyuncak özleyen ellerinden
        ve sabah ezanı eza giyen yetimliğinden sinsice


        kavrulurdum oysa kendi yağımla
        kanaat önderliğim ödüllü
        sabrımın yollarında gül
        sükûnumda goncalar yetiştirirdim
        kurutmasaydı eğer topraklarımı zebaniler
        intihar manzaralı balkonlarımda
 
 

        günahı mıydı dersiniz dalındaki dikenler gülün
        canı yandıkça gerçeklerin sığındığı hayaller mi suçlu
        az önce yorulan ruhum mu
        yoksa az sonra düşecek yağmur mu gözlerime

 

        nefes bile almazdık halbuki
        karşı dağa konan yabancıl kuşlar ürkmesin diye
        pusula özürlü yollar çaldı yarınları
        çocuklar annesiz
        anneler çocuksuz artık
        susmadan yüzyıl hay/kırsak da
        duymayacak sağır sultanlar ahdımızı kendi dünyalarında

 

        onun içindi tuttuğum tüm fallar
        kelebek kanadına iliştirdiğim uçuk dualar
        biliyorum ismim lekeli
        katran akıyor baş harfinden
        cümleler kâğıdıma dizilmiş kurşun
        ya da
        kurşuna dizilmiş kağıt cümlelerimde ruhumun âhvali

 

        bakmayın öyle mânasızlığıma
        kıttır benim şiirlerim
        bereketsizdir hazinem cümlelerimde
        yalnızlığım şahit buna / suskunluğum ispat
        aylardan birine küstüm haberi olsun
        dört mevsim onbir ay artık hayat


        ya da
        ya da...


        yazdıklarım bir kurgu olsa
        yine annem çay demlese
        babam ata özlemi tüten bardağına iki şeker atsa
        gözleri büyük bir aşkla karışsa mazinin demine
        yağmasa kar elma dağına bu sene de
        vurulmasa bir kuş annesini beklerken özü kurumuş o dalda


        ah
        ahh
        kurumuş dal gibiyim...


        ne vardı vakitli yağmış olsaydı yağmurda
        içseydim kana kana yapraklarımdan
        istanbul öksüz kalmazdı o zaman
        marmara can vermezdi serin sularında s’onsuzluğun
        firkât kelimesi türemezdi vuslatlarımda


        ahh
        içimde bir istanbul sızısı ki sorma
        içimden bir değil bin şehir geçiyor aslında
        insanlar yalnızlığa koşuyor her güneş batışında
        yollar çiğniyor üzerine basan ayakları
        omuzlarda yine ağrı dağı, kozan dağı, erciyes dağı...

 

        bir hıçkırık sesi çınlatacak bak birazdan ölümün kulağını
        töreler daha bir kuvvetlenecek
        kara duvaklı körpeler kurban, erkekler kral olacak
        radyodan bir ses yükselecek kitaba hasret gözlere
        yazgısı kara alınlar ağrıyacak dertlice
        kilim doku kızım
        k/ilim d/oku kızım..
        kızlar susacak yine derin bir nefes kesiğinde
        insanlar şaşkın,
        hava da duhan
        insancıklar kör bakacak bu sabahta ettiklerine karanlıklardan


        şaşırma!

        ezilme hemen sözlerimde
        acıyıp ağıt yakma klişeleşmiş kelimelerle
        hayat denilen cehennem devam etmiyor
        zaman değil ilaç tüm yaralara
        benimkisi dostum üzgü soluğu
        bizimkisi dostum huzur yoksunluğu
        dilimde mürekkep acısı,
        lügâtsız sızı damarlarımda...
 
 

 

Mayıs sonrası*

( Lügatsız Sızı başlıklı yazı Nar-ı Çiçek tarafından 6/16/2012 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.