—Mektubun var Nur, diye bağırdı arkadaşı.

Nur büyük bir heyecanla ve sevinçle mektuba doğru koştu. Günlerin, haftaların hatta ayların biriktirmiş olduğu bir tarifsiz hisle aldı mektubu elinden arkadaşının. Hiçbir şey söylemeden odasına kapandı.

Önce doya doya içine çektiği mektuba değen elin kokusunu.

Sonra mektubu kapatmak için değen dudağın hayalini kurdu.

Sonra mektuba değen gözün izlerini aradı.

Ve satırlara dökülen yüreği gördü okumadan. Gözleri doldu.

Bir süre sonra mektubu açtı ve tane tane okumaya başladı.

“Sevgili desem içim razı değil, en sevgili desem Sürgün şiiri aklıma gelir üstatlardan Sezai Karakoç’un!

En ama en sevgili Nur diyeceğim tuttu şimdi de.

Bana bir şeyler oluyor kuzum, fark ediyorum hemen.

Mektup zaten Ümit Yaşar’ın Mektuplarına nispettir bunu biliyorum.

Onun yazdığı kişi ile benim yazdığım kişi arasında dünya kadar fark var eminim.

Bu mektup daha güzeldir bence çükü muhatabı güzel ve özeldir.

Sevgili, sana bu mektubu yazma ihtiyacı duydum. Bu bir tesirin açmış olduğu izdir bende ve onun ifadesidir naçizane. Bugün yazmış olduğum bu mektup rengine ve kokusuna hayran kaldığım gülün yüreğimde açtığı izdir. Bu mektu,  çaresiz, üzgün ve mahcup sözler halimin beyanı niteliğindedir. Kabul edersen ve bu gözle okursan bahtiyar olurum.

Sakın ola ki kalp frekansını değiştirmeyesin.

Ben hep burada olacağım ve hep sende kalacağım. Ev sahibim olur musun demiyorum zaten sendeyim. Bunu gördüm ve emin oldum artık bazı şeylerden.

Mesele kendimden, hislerimden, sözlerimden, gözlerimden ve en mühimi senden!

Ey sevgili, haykırıyorum işte; seni gördüm ve mutlu oldum. Hoş oldum. Rahat oldum.

Bana ayarlı kalsın bakışın.

Bana dönük olsun yüzün.

Kalp çanağında ben olayım tek.

Alıcıların bana yönelik olsun.

Gözlerin beni arasın sokaklarında bu şehrin.

Bu şehre renk gelsin seninle, can gelsin, his gelsin, söz gelsin. Kuru laflar değildir bunlar, bir adamın kalbinden kopup gelen ve yine bu şehre damgasını vuracak olan sözlerdir. Senin için sarf edilen her bir söz altın kıymetindedir ve kalp madeninden çıkartılmaktadır. Sarraf misali diziyorum gerdanına sayfaların söz incilerini. Bunları alıp boynuna takmak -bir inci kolye gibi- aşkımın borcudur.

Sakın hafife alma hislerimi, alaya alma sözlerimi.

Bunlar bir kalpten çıkan ateşin sözlerdir, değdiği yeri yakar, Şimşektir yakar, depremdir yıkar, seldir boğar ve hepsinden öte güldür kokusuyla mest eder, aşktır hayran bırakır.”

Nur, satırların büyüsüne dalmış elindeki mektubun içindeki gücü görebilmek için sarı mektup kâğıdını ışığa tutmuştu. Onu böylesine etkileyen neydi?

Kimdi bu adam? Niye bu mektubu yazmıştı? Nedenler çoktu, bunları düşünecek sabrı yoktu.

Vakti de yoktu döndü mektuba.

“Bugün ilk defa seni gördüm sevgili. Görmeden sevmiştim seni, gördüm daha bir sevdim. Kalbim çıkıp kalbine girecekti nerdeyse, kalbimi zor tuttum, kalbimde değil ne yapayım pardon elimde değil. Görüyorsun ya ne kadar şaşkın bir haldeyim. Ben böyle değildim. Anla halimi… Söz dinlemiyor kalbim!”

Nur hafiften gülümsedi hafiften, Nedenler o kadar çoktu ki ama o da görmüştü adamını. Yüreği akmıştı belki de. Hisler hep aynı kalacak demişti ona. Yasak olan ama kalbe hoş gelen yahut önünde durulmayan gizil bir güç vardı. Adını koyamıyordu ama onsuz da yapamıyordu.

Devam etti mektubu okumaya;

“Hayalimdeki seni, kafamdaki seni, kalbimdeki… İlk defa gördüm. Çarpıldım desem, elektrik aldım desem şık olur mu?

Resminle dem vurduğum anları bugün ilk defa yaşadım resmen.

Bakışlarındaki derinliği yakaladım ve bir güzel saltanat kurdum gözlerinde. Bir güzel daldım gözlerinin tam ortasına.

Hüznünü gördüm. Korktum.

Tedirginliğini bir dağ ceylanı gibi, bir güvercin çarpıntısını yüreğinin, bir serçenin

Masumiyetini  gördüm.

Kıskançlığını gördüm dağ gibi. Ve en önemlisi sinirini gördüm çığ gibi. Ve seni gördüm can gibi, öz gibi, ben gibi. Sıcaklığını, kaçamak bakışını, yanaklarından dudağına doğru uzayan gizli ve özel gülümsemeni gördüm.”

Nur durdu burada, psikolog musun demişti ona… O aklına geldi. Bu ilanı aşk mıydı düşündü yine. Bir yüreğin hali pür melali miydi anlayamadı. İçindeki hislere de isim bulamıyordu. Neyse dedi ve okumaya devam etti.

“Sen feda edeni kendisini uğruma, ömrümün diğer yarısı, canımım iki yakası, aşkımın ta kendisi! Yüreğimin tam ortası, sözlerimin mihengi, kafamın dengi, ruhumun ikizi belki de!

Sebep ne anlayamıyorum bu halimize? demiştin ya! Ben neden buradayım? diye şaşkın şaşkın bakmıştın ya bana. O an tutup sarılasım geldi her nedense sana! Yapamadım ama vaktin dardı, tedirgindin, ürkektin belli.

Ey sevgili, bu mektubun ucunu yaktım ki gönlümün yanıklığına delil olsun diye. Anla halimi. Gör halimi.

Son veriyorum sözlerime. Devamı elbet olacaktır.

Şu an hayalinle hem demim. Yalnızlığa çekilir gibi sana çekiliyorum hücre hücre. Sana dalıyorum göz göz…

Sana sonsuz sevgimi gönderiyorum sevgili .

Sensizliği yaşatmasın diye dua ediyorum Rabbime.

Amin demeni bekliyorum.”

Nur mektubu okuyup bitirdi.

Uçları yanmış olan mektuba baştan sona bir kez daha baktı.

Katladı usulca, yüreğinin üstüne koydu.

Gülümsedi, yanağında belli belirsiz dudağına doğru kayan bir gülümseme vardı, mutluluğun resmiydi bu gülümseme…

Nur sebepsiz gülümsüyordu.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

( Sevgiliye Mektup Var başlıklı yazı GürhanGürses tarafından 11/1/2012 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.