.
Ey sevgili bu mektubum sanadır. Sarı kağıdın üzerindeki yanık izleri ise sana olan sevdama delildir. Bil sana nasıl yandığımı; bir sarı kağıt gibi nasıl karardığımı öğren.

Sana bir adamı anlatacağım bu mektubumda. Hırpani, saçı sakalı iç içe girmiş, suskun hem de sağır edercesine hem de çıldırtırcasına... Hayata dair ne varsa kendisinden göçüp gitmiş, bir dağ artığı gibi kalmış, gözlerine ikamet eden hüznün kuşatması altında, feri yitmiş, sesi kesilmiş bir adam!

Kim bu adam diye sorma lütfen, tanı eserini!
Bil kaderini bu adamın, bil ölüme giden son yolculuğunu!

Şimdi derinden bir nefes çek içine, gözlerin sağlam olsun bunu okurken, sesin titrek belki de son bir kez olsun onu severek terk et!

Başlıyorum sabrın varsa, tahammülün varsa içten içe oku, vefan varsa aşktan aşka oku, şefkatin varsa yaştan yaşa oku. Kalbin taştan biliyorum. Belki de sevdikçe kendini onaran tek organdır kalp, sevdikçe ömrü uzayan, sevdikçe yaşayan yaşadıkça seven... Bütün kalp hastaları sevgiden yana mustariptir, bütün kriz geçirenler aşktan yana yaralıdır.

Derin bir hamuş!

“Sevmiyorsun beni, sevmiyorsun beni” diye söylenip duran bir hırpani gördüm dün gece, sokakta. Lambalar daha bir islendi gözümde. İstesem de silemezdim gözyaşlarımı. Saçlarının hali perişan belli ki gönülden, bir şikâyeti vardı derinden. Gözlerinin feri atmış, teninin benzi solmuştu. Betimleme isterseniz bir ÖSS sorusu; alın size bir soru.

Konuşuyordu kendince misafiri oldum gizlice... Kulak kabarttım iyice... “Ben yokum ey sevgili! Ben yokum yüreğinde! Benden bir iz yok, benden bir nişan yok! İşte kıymık bu yüreğime saplanan.” diyordu hallice… Haline üzülmedim değil, lakin her gören deli addedip basar geçerdi yanı başından. Döktüğü gözyaşları para etmezdi çünkü zengin değildi. Makamı yoktu. Ne ikbal üstüne ne de söz üstüne! Libası yoktu ne üstüne ne başına! Yoktu ya, ne olacak? Yok olmayacak mıyız ahirde? Her şey yokluk üstüne değil mi?

Yüreğinden çıkıp dudaklarına kadar gelen hüzün kökenli kelimeleriyle bir koca ormandı yalnız ve sessiz hem de derinden derine akan bir yer altı nehir gibiydi. İltica ediyordu sevgilinin uzağında, yalnızlığın derin ve serin sularında bir deli mülteci oluyordu. Ansızın kırlangıç oluyordu ve bir çatı saçağına giriyordu; ürkek ve kırılgan ve mahcup... Bir hal alıyordu nisan bulutları gibi. Ganimeti hüzündü sevgiliyle giriştiği savaşta kalan. Bir kaç damla gözyaşıydı o günden artan. Birkaç kırık kelimeydi sevgilisinden yadigâr.

Hatırası dahi yokluyordu bir bir, kalp ağrısı gibi ara ara... Belli ki çok koymuştu gidişi o afetin! İşte o zaman dellenirdi birden. Dillenirdi acıdan bülbül misali; “Beni sevmiyorsun sen, beni sevmiyorsun sen” demeye başlardı.Yeni bir sağanak fırtınası başlardı. Gözyaşları sel olurdu. Kirpikleri ok misali dururdu. Kaşları çekilmiş yay.
Feleğin sillesini yemişti çoğu kez. Yokluğun fırçasını yemişti binlerce kez. Arabesk bir tavır vardı yüzünde! Arabesk bir ton vardı sesinde. Heybesinde sevgilisinden kalan üç beş satır mektup vardı belki de…Yüreğinde buruk bir acı vardı. Terk edilen bir adam ağlamazdı ama bu laf ona çok uzaktı.

Yürüdü yana yana içinde bir yangın vardı, Ortalık mahşeri bir halde idi. En kalabalık noktada döndü baktı. İki damla yaş döküldü yanağından asfaltın kirli ve terli yüzüne. Bir imzaydı sanki aktı ve attı. Ve her şeyi birbirine kattı. Döndü ve bir daha bakmamacasına ardına, yürüdü yürüdü karanlığın en koyulaştığı noktada kayboldu.

“Beni sevmiyorsun sen, beni sevmiyorsun sen” sesi yankılandı birden dört taraftan. Son bir kez bağırmış olacak herhalde. Köpek sesleri geldi uzaktan. Işıklar kapandı bir bir. Yıldızlar çekildi semadan. Yapraklar hışırdadı aniden. Bir huzursuzluk vardı sanki, bir rahatsızlık, bir anlık.

Bir adam elinde hüznü, yüreğinde vurgunu, beyninde közü... Yürüdü ardına bakmadan. Kalabalıklar yol verdi adamın haline aldırmadan.

Hikaye burada bitti, mektupta, aşkta.... Bir adam yüreğinde çuval çuval aşkla karanlığa gitti.

 Tekrar kelâm!

İşte sevgili bu mektup sanadır yazılmış bir terk edilmiş kalpten. Bazen yenilmek gerek bazen kaybetmek gerek. Bazen gitmek gerek, bazen bırakmak gerek, bazen ağlamak...
 
İşte sevgili, o eser senin eserin demiştim ya! Doğru demiştim oysa; o adam bendim. Bil diye yazdım bu mektubu. Anla diye yazdım bu nameyi. Yediğin naneyi yüreğine işle diye yazdım bu mektubu. O adam bendim sevgili. Yüreğinden çıkıp giden bendim.

         Mektubun uç kısımlarını yaktım demiştim ya, sana yana yana gidiyorum diye.
Artık bu aşkın ateşi bendeyse lütfen ama dumanı da sende çıksın diye söylüyorum ve kelimelerim yeterse gidiyor.
.

( Elde Var Hüzün başlıklı yazı GürhanGürses tarafından 22.01.2013 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.