Dünyamızda kaç milyar insan varsa, hepsi de bir çok yönüyle birbirinden farklıdır. En fazla birbirimize benzeyenlerimiz ikiz olanlarımızdır. Ancak onların da birbirine benzemeyen bir çok huyları ve davranış şekilleri vardır. Aynı annenin karnından çıkan kardeşler dahi, çoğu zaman birbirleriyle anlaşamazlar. Tıp biliminin bugünkü ulaştığı noktada, "eğer bir damla spermdeki tüm hücreler ayrı ayrı döllendirilseydi, her hücreden doğan milyonlarca ayrı çocuk da birbirine benzemeyecektir." Üstelik yalnızca biyolojik olarak benzemediği gibi, doğumdan sonraki ilerleyen yıllardaki etkilenmeler ve etkilemelerden dolayı da farlılıklar hızla artacaktır.
Hepimiz Rabbimizin bir mucizesi olarak birbirimizden farklıyız. Daha doğrusu kendimize özeliz. Her yönümüzle bir süper sistemiz. Genlerimiz farklı, duygu ve düşüncelerimizi farklı, öğrendiklerimiz farklı, etkilediklerimiz ve etkilendiklerimiz farklı, idollerimiz farklı, yaşadığımız coğrafyalar farklı, öğretmenlerimiz farklı, okullarımız farklı, gruplarımız farklı, sanat anlayışlarımız farklı, konuyu ele alış ve yaklaşım şekillerimiz farklı, verdiğimiz kararlar farklı, oy verdiğimiz partiler farklı, tuttuğumuz takımlar farklı, aşklarımız farklı, heyecan ve coşkularımız farklı, içimizdeki çocuğu ortaya çıkarma yöntemlerimiz farklı, iletişimimiz farklı, beden dilini kullanmamız farklı.... Farklı da farklı...
Peki, bu kadar farklılıklar içerisinde herkesin farklılıklarını bir kilimin desenleri veya toplumsal zenginliklerimiz olarak görmek yerine; niçin bizim gibi düşünmeyenlere veya bize saygı göstermeyenlere tahammül edemiyoruz? Neden muhatabımızın bir fikrine veya davranışına iyice düşünmeden hemen karşılık veriyoruz? Neden iddialaşmak veya inatlaşmak seçeneğini tercih ediyoruz? Neden dominant olmaya çaba harcıyoruz? Neden doğrucu davutluk yapıyoruz? Neden benim eşeğim erkek mücadelesini illa ki kazanmaya çalışıyoruz?
Sebebi bellidir: Ya egomuzun şişkin özelliğine esir olmuşuzdur. Ya kibir hastalığının pençesindeyizdir. Ya hoş görme ve affetme yetilerimiz gelişmemiştir. Ya hataların ve eksiklerin araştırılmasının ve ortaya dökülmesinin sakıncalarını bilmiyoruzdur. Ya da muhataplarımızın farklılıklarına tahammülümüz yoktur.
Herkesin yetiştiği iç ve dış çevresel faktörler, aldığı eğitimler, etkilendiği unsurlar, etkilediği faktörler, yaşam tarzı, alışkanlıklar, düşünceler, heyecanlar, kararlılıklar, sabırlar, dikkatler, titizlikler vb. faktörler farklı farklıdır. Aynı insanın dahi bir çok değişen ve gelişen faktörden dolayı, bir günü bir gününe uymaz. Bu gün doğru bildiğini yarın revize edebilir. Bu gün coşkuyla ortaya koyduğu bir davranışını yarın beğenmeyebilir. Bugün arkadaşının yaptığı bir şakaya iştirak edip, iklimi coşkuyla güzelleştirirken, yarın aynı şakayı kaldıramayabilir. Herkesin "eşref saati" farklı farklıdır. Zira baş döndürücü bir şekilde değişen ve gelişen bir dünyaya yaşıyoruz. Söz konusu gelişme ve değişmeler yalnızca bir konuda da olmuyor. Teknolojide, eğitimde, çalışma hayatında, sosyal hayatta, hobi hayatında, sanatta, müzikte, eğlencede vb. bir çok değişik konuda, çok hızlı değişmelere maruz kalmaktayız. Bunların bir kısmını gönüllü olarak özümserken, bir kısmına da belirli bir süre direniriz. Bizim kabullendiğimiz bazı konuları henüz kabullenemeyen ve direnen dostlarımızla çatışabiliriz. Bazen de tersi olabilir.
Halbuki çatışmaya, kalp kırmaya, direnmeye, karşı koymaya, küçük görmeye, aşağılamaya, rencide etmeye, eleştirmeye hiç gerek yoktur. Herkesin görüşü ve davranışı kendisine kutsaldır. Kim ne yapıyorsa, bugüne kadar öğrendiklerine göre, en iyiyi ve uygununu yaptığını varsayarak yapar. Herkesin gönlü yücedir. Herkesin görüşü kendisine kutsaldır. Herkes ortaya koyduğu görüş ve davranışını, beğenilsin ve takdir görsün öngörüsü ile ortaya koyar.
O halde, yapmamız gereken, farklılıklarımıza SAYGI GÖSTERMEKTİR. Saygıyı da pozitif beden dili ve tatlı dille destekleyerek yapmaktır. Hızla değişen dünyada en doğru diye, sıkı sıkı bir konuya uzunca süre sarılmak, doğru bir yaklaşım değildir.
Kendisini dindar addeden bir kişinin, kulağına küpe takmış, saçını uzatmış, biraz değişik giyinmiş bir gence negatif bakması, diliyle söylemese dahi, beden diliyle yüzünü ekşitmesi, pozitif iletişimi koparacaktır. Modern deniz kıyafetleriyle denize giren bir kişinin, denize haşema ile giren bir kimseye tuhaf bakması doğru değildir. Kendi çarşaf giyen bir kimsenin, mini etek giyen birisine yan bakması ne kadar yanlış ise, mini etekli birisinin de, çarşaf giyene de tahammül edememesi o kadar sevimsizdir. Oruç tutanın tutmayanı aşağılaması kadar, tutmayanın da tutanı tuhaf karşılaması ve gericilikle suçlaması, o denli saygısızlıktır.
En ağır, oturaklı ve saygın bildiğimiz bir kişi, çocukluk arkadaşlarıyla bir araya gelince, içindeki çocuğu öyle bir dışa çıkarır ki, bazen kendisi bile kendisinin ne yaptığını fark edemez. Bu kişi o haliyle görüldüğünde, hemen gözden düşürülmemelidir. Ben 60 yaşın üzerinde bir grup eski arkadaşın bir araya geldiklerinde "uzun eşek oyunu" oynadıklarına şahit oldum.
Amacımız kaliteli, güzel ve hayatımıza anlam katarak yaşamaktır. Bunu da ancak dost, arkadaş ve çevremizdeki insanlarla gerçekleştirebiliriz. O halde buyrun: Hoş görmeye, affetmeye, saygı göstermeye, onure etmeye, paylaşmaya, katkı sunmaya, alçak gönüllü olmaya, örnek olmaya, sinerji yaratmaya, sevgi sunmaya; ANCAK: eleştirmeden, had bildirmeden, inat etmeden, iddialaşmadan, üste çıkmaya çalışmadan, egomuza esir olmadan, kibirin denizinde yüzmeden, usulsüzlük ve adapsızlık yapmadan, küçük görmeden, incitmeden, kalpleri kırmadan, dökmeden, aşağılamadan, ayıplamadan........
22 Haziran 2013 Saat: 12.00 ANTALYA
Selam, sevgi ve dualarımla.... Allah'a emanet olunuz... Yrd.Doç.Dr. Süleyman COŞKUNER