HADİ GEL OTURALIM
Oturmayı, oturtmayı çok severiz. Yaşını başını almış, kelle kulak yerinde kişilere “oturaklı “ sıfatı yakıştırılır. Oturarak yapılan tartışmalara oturum adı verilir. Açık oturum, kapalı oturum vardır. Bu konuda “Varsa önemli bir durum/ Hemen yapalım bir açık oturum!” diye bir espri yapılır. Amerikalı yazar Pritchett şöyle diyor bizim oturma merakımız hakkında: “Kimse Türkler gibi, güzel, rahat, yayılıp gevşemiş olarak, ilik ve kemiğiyle, ruhu ve bedeniyle oturamaz; otursa da keyfin çıkaramaz. Oturmak Türk insanının özgün niteliğidir. Bedenin her hücresi, yüzünün çizgileriyle oturur. Sanki hiç kalkmamış ya da kalkmayacakmış gibi Başkalarını, evine, ofisine, odasına, okuluna, kahvesine, bahçesine oturmaya çağırır. Gelmeyince gücenir. Oturmayan konuğun ziyareti sayılmaz. Oturanlar da birbirini oturmaya davet eder. Resmi toplantılarına ‘oturum’ derler. Oturumlara ad ve sayı verirler. En ciddi konuşmalar bir köşeye çekilip oturarak yapılır. Üç-beş hal hatırdan sonra oturanlar genizlerini temizler, derin bir sessizliğe gömülür, oturmaya devam ederler.” Mümin Sekman’dan.
Komşular, dostlar, arkadaşlar birbirlerine oturmaya gelirler. Oturma eylemi yapılır. Yemek için sofraya oturulur. Adamın biri lokantaya gitmiş, masaya oturmuş. Garson gelince adama ne demiş? “Kalkın beyefendi masadan. Sandalyeye oturun” demiş!
Vakti zamanında bir politikacı seçimi kazanınca rakipleri için, “Kıç üstü oturdular” demiş, başarısıyla böyle övünmüştü. Ama gün geldi onu oturduğu yerden kaldırdılar, koltuğa başkasını oturttular. Çoktandır görmediğimiz dostumuzu görünce, “Hayrola, başka bir yere mi taşındın, nerde oturuyorsun?” diye sorarız. Kimi zaman ses getirsin diye oturma eylemleri düzenlenir, oysa hiçbir işe yaramaz bu. Çünkü milletçe oturup duruyoruz yıllardır kahve köşelerinde, yolda, bayırda ve de hop oturup hop kalkıyoruz zaten!
Oturmak çeşitlidir. Kimi şapa oturur, kimisi dibe oturur, kimisinin gemisi karaya oturur! Kimi laf oturtmayı sever. Bir de kucağa oturmak vardır. Çocuklar ve politikacılar bu çeşit oturmaktan çok hoşlanırlar. Dış politikamızın Amerikanın dümen suyundan kurtulmasını isteyenlere, oturmayı çok sevenler “Amerikanın kucağından inelim de Rusya’nın kucağına mı oturalım?” derler, sanki kucağa oturmak şartmış gibi...
Sakallı Celal’in ünlü bir sözü vardır: “Kalkın ey ehli vatan dediler. Kalktık, yerimize oturdular!” Bir fıkra anlatalım yeri gelmişken. Soğuk bir kış günü hana bir müşteri gelmiş. Bakmış ocağın önü dolu. Kimse yer vermiyor. Üşümüşsündür, geç sokul yanımıza diyen yok. Bir oyun düşünmüş. Hancıya, “Ahırdaki atıma külbastı yediriverin” demiş. Hancı, “At hiç külbastı yer mi beyim?” demiş ama adam ısrar etmiş. “Parasıyla değil mi canım? Yedir dedim sana” demiş. Hancı söylenerek gitmiş. Ocak başındakiler, oturdukları yerden kalkmışlar, at nasıl yiyecek külbastıyı diye merak ederek ahıra koşmuşlar. Bir süre sonra hancı gelmiş, “Atınız yemiyor külbastıyı. O kadar uğraştım yediremedim” demiş. Ocak başına bağdaş kurup oturmuş, iyice yerleşmiş olan yolcu, “Getir öyleyse ben yiyeyim” demiş. Yerlerini kaptıran diğer müşteriler bakakalmışlar...
Oturuş şeklinizin sizi ele verdiğini biliyor musunuz?
Nazik kişiler hafifçe otururlar, kaba saba kişiler sertçe çöküverirler sandalyeye, koltuğa. Kimi otururken bacak bacak üstüne atar, böylece kendine güvendiğini, kimseden çekinmediğini belli eder. Kimi ellerini dizlerinin üstüne koyar, terbiyeli terbiyeli oturur. Kimi çekingendir, şöyle bir ilişir, kimi iki kişilik yeri tek başına işgal eder, üstelik bir de önüne bir sandalye daha çeker, ona yaslanır. Bir Türk yabancı bir ülkede dolaşırken oturuş biçiminden bir adamın Türk olduğunu anlamış ve yanılmamış! Bir yabancı da otelin lobisinde bizimkilerden biriyle buluşacakmış. Şöyle bir bakmış ve hemen oturanların arasından vatandaşımızı bulmuş. Nasıl mı? Herkes kitap, dergi okuyormuş, bizimki de bomboş oturuyormuş! Aynı şeyi plajlarda da görürüz. Kim Türk, kim turist hemen anlarız...
Bir şarkıda sevgiliye, “Gölgesinde yıllar boyu oturduğumuz/ El ele verip hayaller kurduğumuz/ O ağacın altını bilmem anıyor musun” diye soruluyor. Bir İstanbul türküsü şöyle: “Kadifeden kesesi/ Kahveden gelir sesi/ Oturmuş kumar oynar/ Ciğerimin köşesi”...
Bir öğrenci derse geç kalmış. Öğretmen niye geç kaldığını sormuş.
“Arı soktu” demiş öğrenci.
“Nereni?”
“Söyleyemem.”
“Otur!”
“Oturamam.”
Oturulacak eşyaların ufaklarına oturak adı verilir. Hastaların da lazımlıklı oturakları vardır. Bir yerde “oturaklı şiir” diye bir şiir okumuştum. Şöyleydi, aklımda kaldığı kadarıyla:
“Gece cinayetler gecesi
Zifiri karanlığı bir ses yırttı:
-Hatçe! Hatçe! Oturağımı getir!”
Parkta oturanlardan biri, bankların üstünde “EGO” yazısını görmüş. Merak edip arkadaşına sormuş. Arkadaşı şöyle cevap vermiş: “Erken Gelen Oturur, demek!”
Atalarımız, “Taşa, başa, yaşa oturma” derler. Kabadayılar, “Kodum mu oturturum!” diye övünürler. İşlerimiz yolundaysa, işler rayına oturmuş demektir.
Bir türküde, “Gel yanıma, yanı başıma/ Şu gençlikte neler geldi/ Garip başıma” deniliyor. Bir başkasında, “Yârimle biz, biz bize/ Otururduk diz dize/ Konuşurduk göz göze/ Akasyalar açarken” diye yutkunduruluyor yapayalnız oturanlar. Orhan Veli Kanık, “Urumeli Hisarına oturmuşum/ Oturmuş da bir türkü tutturmuşum” diyor. Böyle türkülü oturuşa can kurban! Evlerde oturma odası ayrıdır. Buralarda istediğimiz gibi otururuz. Misafir odalarında ise diken üstünde oturuyormuş gibi oluruz. Kadınlar koltuklara bir şey olmasın, üstüne bir şey dökülmesin, örtüleri kaymasın, kirlenmesin diye bakar dururlar oturanlara.
Müzede gezenlerden biri yorulmuş. Orada gördüğü bir koltuğa oturuvermiş. Müze bekçisi telaşla koşup gelmiş: “Ne yapıyorsun hemşerim? Orası Dördüncü Murad’ın tahtı. Çabuk kalk oradan!” diye bağırmış. Bizimki hiç istifini bozmamış: “Ne var yahu? Demiş. Kimim koltuğu olursa olsun, yemedik ya? Gelsin kalkarız!”
O öyle demiş ama oturduğu koltuktan kalkmak bilmeyen, ancak silah zoruyla kalkan çok politikacılar gördük biz... İktidar koltuklarını tapulu malı sayar böyleleri.
Siz hiçbir başkasının adresinde kendi evinizdeymiş gibi oturdunuz mu?
Oturmadınız mı? Bakın bakalım nasıl oluyor bu oturuş:
“Sevmek gül dikmektir
Kendi bahçesine dikercesine
Ve oturmaktır sevdiğinin adresinde
Kendi evinde oturuyormuş gibi
Oturduğu yeri güllerle donatmaktır.”
Ne mutlu, böyle bir adreste oturanlara ve oturduğu yeri güllerle donatanlara.
Erhan Tığlı