Hoyratça akıp giden yaşamın nehirlerinde aşina bir yüzüm
Ahir uykuların koynunda insanlar, beyaz yastıklarda hüzün
Kendi hükmüyle örseleniyor umut, yürekteki hazdır tuzum
Eskimiş yüzüyüm aşkın, hükümsüz saltanattır sana tutkum
Kendinden taşarak uzaklara ulaşan ırmakların sürüklediği kırık dalların intizarıdır hayat, mutlulukla ışıldayan su zerreciklerinin aşikâr yalnızlığıdır bir bakıma. Doymamış hazların tenceresinden taşan ve ruhu besleyen kollar gibidir aşk, kekre yolculuklarla yanaklardan süzülüp toprağa düşen gözyaşlarının öyküsüdür bir bakıma. Kıymık tende kök salar, dal geceler boyu suları kucaklar. Gözyaşları bu yüzden asildir gülüm, mevsim ne olursa olsun gönüllerden arınarak başıboş denizlere dolar.
Cansız buluşmalarla çözülürdü zoraki tutkuların düğmeleri, omzunu ısıtırdı kadın saçların. Gecenin çatılarından göçmen kuşlar havalanırken sen kaşlarını çatardın. Hoyrat bir el kavrardı tenini, mecburi öpüşlerle kutsardın haylaz vakitleri, arzu tek kişilik bir çığlıkla helalleşirdi. Yarı dağınık soğuk yataklarda gövdenin bir yanı üşürdü, bildik ıslanışlarla ısıtırdın kadın arzularını. Boyut ötesi kıyımların düğmelerine basar beni çağırırdın arındığın yataklarda terli uykularına, bağlı saçlarını bakışlarımla çözer, mahremiyetinin sorgularını öpüşlerimle sarmalardım. Mutluluk ve sevda olurdu an, yaşanmamış günlerin sığ sularında kelimelerin sarhoş gezginleri olurduk.
Kışkırtıcı sitemlerin ayrı odalarında kuz gövdemize bir el değerdi, aykırı birleşmelerden arınıp gergin bedenini bire, ikiye bölüp deli fişek naralarla parçalarken dağınık yatakların çarşaflarını. Ne adım ne sanım, ne saltanatım kalırdı gönlünde, sen yaylı titreyişlerin fışkın dallarını eğip izlerken senden ayrı bir dağdan yuvarlanışlarımızı. Damsız evlerde hüküm sürerdi yalnızlığım, boğumlarla sükûta ererdi aşktaki uykusuzluğum ve işte o an dargınlığın beyaz bayrakları kan olurdu, alabora olmuş bir denizde izlerken an kayboluşlarımızı.
Derin dinlencelerin uykulu yüzleriyle unuturuz dünü bir çırpıda, ağlamaklı geçen bir gecenin nafilesiz düşünüşleriyle. Beyaz yastıkların sevda işlemeli yastıklarına hüzünlerin gözyaşını sıvadıkça ve soğuk yataklara aşkı çağırdıkça o mağrur eksenine kıvrılırız hayatın. Olmazlarla inancımızı zedeler ara sıra yaşam, korunmasız bir menzilde ayaza çalar yüzümüz, titrer içimiz. Her inkârında merhem aradığımız kaygılı yanıtlarda dolar göğsümüz. Bir adam sabırla iter gerçeğin kapısını ve yüreğindeki sevda tutar özlemin asırlık yasını.
Zılgıt dalgalarla övünen denizlerin en soylu karıdır tuz, öfkeyle çarptıkça taşa, sürtünür öfkeye su, delirmiş sorguların kapılarını rüzgâr gıcırdattıkça. Mavinin yoldaşıdır yeşil, kırmızı şafakların nuru hep gizemi saklar koynunda, yalçın dağların ve azgın dalgaların buluşmasıyla öfke dönüşüverir bir anda hazza. Bütün kaçışlar tutkuyu besler unutma, mevsim zemheri de olsa iki ten atılır bir anda ataşa. Dudakta kan toplanırken bedenden akar utkular, mahrem kokuların salıyla açılırken aşktan çok uzaklara.
Gölgenin rahmindeki gülüşe sordum seni, isimsiz ölülerin kayıklarındaki defne dalları cevap verdi, kırmızı entarinle cennetinde karşıla diye ruhumu. Gümüş renkli günlerin musallasından mezarlara beden taşıyordu insanlar, Fatihasız ayrılıkların toprağını atarken kefene kollar. Kapanmış bir ömrün çukurundan feryat yükseliyor durmadan, huysuz renklerin saydam dallarından omuzlara düşerken meneviş nidalar. Kalburüstü masalların son sayfasında hazin düşler var ah, gönülsüz gidişlerin savaş arabalarından sarkarken sevgisiz başlar. Ömür yakarısız bir dönence, üzünçlerle denizlerden çok uzaklara kaçarken balıklar.
Gemiler geçiyor ufkumun sularından nicedir, örs toprağa karışmadan, gözlerim hüsrana alışmadan ve ruhum kefenlere sarılmadan yokluğunun sükûtu hareli çığlıklarını sustur. Örsün sırrı sabır, gözün yankısı hardır. Demir örse, göz gönüle sarılır ve her şafakta yeni umutlarla körük havayla sarmalanır. İncinmiş vakitlerle geçiyor yar ömür, vakit geç olmadan gel de bu amansız yangını söndür.
Selahattin YETGİN