9 IŞIK’TAN
Ve aramın Baba Oğul mesafesinde olduğu merhum Alparslan Türkeş Han Hazretlerine ithafımdır.
Damla damla yağan ilham özüyle
Yanan yüreklere koydu sevdayı
Türkün sevdaları aşkın közüyle
Alparslan hak ettin Başbuğ olmayı
Özlemleri çağdan çağa gezdirip
Türk Milliyetçiliğini yazdırıp
Dünya Turan Türklüğüne sızdırıp
Alparslan hak ettin Baştuğ olmayı
Gümüşhanlı bu kadar mı seversin
Bana kalırsa eksik ce översin
Sırların içinde ulu nefersin
Alparslan hak ettin Hazret olmayı
Her şey Türk milleti için, Türk milleti ile beraber ve Türk milletine göre sözleriyle özetlenebilecek doktrindeki fikir, Türk milletine bağlılık, sevgi ve Türkiye devletine sadakat ve hizmettir.
Milliyetçilik; Türk Milletini, Türk vatanını ve Türk devletini sevmek, bunların iyiliği için ve yükselmesi için köklü bir ihtiras ve şuur sahibi olmak demektir.
Türkçülük ise, kültürde, ilim ve teknikte, politika, ekonomi ve ticarette her şeyin Türk'e özel ve Türk'e uygun bir biçimde olmasını istemek ve sağlamak demektir.
Alparslan Türkeş, milliyetçilik ilkesinde öncelikle Türk tanımı üzerinde durmuştur. Türkeş bunu; "Türklük şuuruna erişmiş, samimi olarak "Ben Türk'üm" diyen herkes Türk'tür. Türkçülük ve Türk'ün tayininde, sapık ölçülere, özellikle mezhepçiliğe, coğrafyacılığa, laboratuar ırkçılığına inanmıyorum." (10 Haziran 1973) sözleriyle açıklamıştır.
Türkiye'nin bugünkü sınırları dışında kalan diğer Türklerle ilgilenmek ve onların iyiliği için, kurtuluş ve selameti için elden geleni yapmaya çalışmak Türk Milliyetçiliği için kutlu bir vazifedir.
Milliyetçilik ilkesine göre; Türkiye'nin geri kalmışlığının en büyük nedeni yabancı ideolojileri kullanmaktır. Bu yüzden tüm yabancı ideolojilere karşı tamamen yerli, tamamen Türk olan bir ideoloji olan "Türk Milliyetçiliği" ideolojisi ülkenin refahı için tek çare olacaktır. Milliyetçilik Ülküsü, Türk milletiyle bütünleşmek, Türk milletinin büyük ve güçlü iktidarını kurma Ülküsüdür. Milliyetçilik Ülküsü en başta Milli Devlet ilkesine inanır. Milliyetçilik ilkesini tamamlayan diğer bir unsur demokrasidir. Demokratik Milliyetçilik, sınıflar toplumu yerine milleti, sınıf mülkiyeti yerine de millet mülkiyeti fikrini savunur.
Milliyetçilik Vatanını, Milletini kendinden daha fazla seven ve bu ilkeye hizmet eden bireyler ister.
MİLLİYETÇİLİK
Şöyle böyle olmasın bahane
Allah’a koşan kervanlar ile.
Milliyetçilik âlâ şahane
Yiğit, cenkleri harmanlar ile.
İslam’dır milletimin mayası
Şöyle, böyledir neyin iması
Ne hatırlatır Türk’ün siması
Şeref, gururu devranlar ile.
Türk diye başlayan her hitabın
Sonu bağlanır illa İslam’ın
Türküyüz Peygamberin, Kitabın
Çare, mehlemi dermanlar ile.
II
Milletin tefekkür vardır özünde
Sabırlarla, Türk Milliyetçiliği!
Tanrının rızası vardır gözünde
Davalarla, Türk Milliyetçiliği!
Fitneden, fesattan uzak durandır
Düşman yarasını dahi sarandır
Ölümüne harpler için olandır
Savaşlarla, Türk Milliyetçiliği!
Sabır yer, sabır içer, sabır sunar
Kalbi her nefeste Rabbini anar
Yurtta sulh, cihanda sulh’dur duygular
Barışlarla, Türk Milliyetçiliği!
Erenler duasıyla bulur himmet
Şehitler tecellisinedir minnet
Yolunun en son durağıdır Cennet
Dualarla, Türk Milliyetçiliği!
ÜLKÜCÜLÜK
Sayılı nefesle yaşarız dünyada
Sayısız gururla Ülkücülüğümüz.
Birileri gezermiş başka rüyada
Katıksız Turanla Ülkücülüğümüz.
İnsan olmak için bil ki varlık yetmez
Ellerin gururuna sevgimiz gitmez
Bizde toprak satılmaz parada etmez
Türklükten şuurla Ülkücülüğümüz.
Pişmemiş kişiyi övgüler şımartır
Benlik dağındaki nefsini abartır
Ülkücü gönlünü Din-İslam kabartır
İmandan Ahlakla Ülkücülüğümüz.
II
Gümüşhanlıyım elbette toprak para etmez Ülkücülük anlayışımızda toprak can eder. Hazır Vatan bulanlar hazıra konucu bakalım Allah nasıl edecek sonucu…
Gönlünde ağarır tan
Karanlık gecemde ay
Taze kandır kan Vatan
Ülkücü gerilmiş yay
Gönlünde Şehit yatan
Palavraya karnı tok
Taze candır can Vatan
Ülkücü yayında ok
III
Güneydoğu toprağım çok yedi şamar
Toprağımın söküğünü kanım yamar
Türk oğluyum Babama çekmiştir damar
Gümüşhanlıyım bu yüzden Ülkücüyüm.
Ülkücülük Ocağımdır emeğimdir
Dostla tatlı söz ettiğim derneğimdir
Gönüller muhabbetinde yemeğimdir
Gümüşhanlıyım bu yüzden Ülkücüyüm.
AHLÂKÇILIK
Peygamberimizin ahlaki özelliklerinden Hilmi ve yumuşak huyluluğundan yetimlere şefkatinden, fakir ve kimsesizlere bakış açısından, kadınlara ve kadınlarına, çocuklara ve çocuklarına tavır edalarını ela alsak inanın vakarıyla kâinatta ki tüm yazarlar yazsa bitiremez. Şecaat ve cesareti sabrı, şükrü, ticari ahlakı, ana-baba sevgisi akrabalarına iyiliği, misafir sevgisi düşmanlarından aldığı iltifatlar ve de ahlakını cümle itiraflar inanın imkânsızdır bunu yazmakla kimse baş edemez başa eremez sadece ne kadar yazarsa o kadar zevk alır huzur bulur… Ahlakçığımız müstakildir resmen İslamiyet’tir.
Başbuğumuzun bahsettiği ahlâkçılık işte Peygamber ahlâkçılığıdır.
Zaten ahlâk denilince şükür ki başka ahlâk akla gelmiyor ne yazık ki bir zamanlar Türk’le-İslamiyet bir anılırdı akla başka bir şey gelmezdi benim ve sizlerin gibi şahsiyetler yine bir görür bir anar bir anlar lakin bazı zihniyetler Türk’ müsün Müslüman mısın sorusunu dahi sordular.
Şunu bilelim ki bu zihniyetler Türk’e verdiği her kötü isnadı ya da zararı tabiî ki İslam’a da vermişlerdir.
En yüce ahlâka sahip olduğunda; yüzyıllar boyunca, dost ve düşman, herkesin üzerinde birleştiği tek bir insan vardır o da Peygamberimiz Hz. Muhammed Aleyhissalâtü Vesselamdır.
Zaten o, yeryüzünde bulunuş maksadını, "güzel ahlâkı tamamlamak" olarak ifade ediyordu.
Onu en son elçisi olarak insanlığa gönderen Yüce Allah da, Peygamberimizde bizim için "en güzel" örneğin bulunduğunu haber veriyor. Eğitimde güzel örneklerin ne kadar önemli olduğunu hepimiz biliyoruz. Büyükler kendi yaşayışlarında ne kadar iyi örnek olurlarsa, küçüklerin iyiye ve güzele yönelmesi o kadar kolay ve rahat olur.
Güzel örnek olmak ve güzel örnekleri tanıtmak, gençliğe yapılabilecek en büyük hizmetlerden biridir. Çocuklarımızın ve gençlerimizin örnek alabilecekleri en mükemmel insan peygamberimizdir. Peygamberimizin ahlâkını rahatlıkla kendimize örnek alabiliriz, taklit edebilir, ahlâkımızı güzelleştirebiliriz. Peygamberimizin ahlâkını ne kadar öğrenirsek hayatta o kadar başarılı olur ve mükemmele ulaşabiliriz.
Peygamberimizin ahlâkının en önemli özelliği, Allah vergisi oluşudur. O bütün güzel vasıfları, çalışıp, emek verip, bir çaba sonucu kazanmış değildir. Onun ahlâkı Allah tarafından ihsan edilmiş, ikram edilmiştir. Yüce Allah onu insanların örnek alacağı kusursuz, eksiksiz ve seçkin bir şekilde yaratmıştır. O dünyaya gözünü açıp kapayıncaya kadar hep aynı huy ve ahlâk üzerinde yaşamıştır. Ondaki güzel vasıflar yaratılışında mevcuttu. Onu eğiten, edep ve ahlâkın en üstün özellikleriyle süsleyen Yüce Rabbidir.
İşte bundan dolayı, onu kendisine örnek kabul eden insan, onu ne kadar taklit edebilirse, o kadar istifadesi fazla olur, o nurdan aldığı feyiz, o nispet te çoğalır.
Peygamberimizin ahlâkının en belirgin özelliklerinden birisi de, insan yaratılışında var olan birbirine zıt ve ters huyları en mükemmel şekilde bağdaştırıp, bütün duyguların ideal noktasını bulmasıdır. Hiçbir şekilde aşırılığa kaçmadan, orta yola, doğruya ulaşmasıdır.
Peygamberimiz, herkesin arzu edip de bir türlü ulaşamadığı en üstün değerleri ve olgunluğu mükemmel bir şekilde hayâtı boyunca ümmetine göstermiş, bütün insanlığın gözleri önüne sermiştir. Bazı anlar olmuş, en cesur bir fedai olarak, düşmanın kat kat üstünlüğüne hiç aldırmadan, binlerce düşmana tek başına meydan okumuştur. Ama bu halinde bile yumuşak kalpliliğini, merhametini geri bırakmamıştır. Meselâ bir savaş sonrası, öldürülmüş olarak gördüğü düşman çocuklarına o kadar acımıştı ki, düşman da olsa çocukların öldürülmemesi gerektiğini, çünkü onların suçsuz ve Cennetlik olduklarını haber vermişti.
O, bütün insanlığın kurtuluşu ve İslâm’ın dünyaya yayılması gibi yüce bir gaye için zihnini yorarken; bu arada binleri bulan ve Arabistan'ın her tarafına dal budak salan ümmetinin halini ve işlerini düşünürken;
Çevresinde bulunan yoksul ve fakir Müslümanları hiçbir zaman unutmamış; kendi çoluk çocuğunu, onların eğitim ve ihtiyaçlarını da ihmal etmemiştir. Birincisini büyük görürken, öbürünü küçümsememiştir. Bu kadar ağır ve sorumluluk isteyen bir görev üzerinde bulunduğu halde, o yine kendisini Rabbine vermiş, günün büyük bir kısmını ibadet ve zikirle geçirmiştir.
Kalbi her an Allah'a bağlıdır. Bu haliyle dünya ile ilişkisini kesmiş gibi görünse de, yine o dünyanın içindedir. Bütün işlerinde Allah'ın rızasını gözetmiştir.
Peygamber Efendimiz, dâva arkadaşlarını gözü gibi korumuş, onlara ana-babalarından görmedikleri şefkat ve yakınlığı göstermiş, kendi şahsına yapılan kötülüğü affetmiş, intikam almayı düşünmemiştir. Kendisini öldürmek için tuzak kuranları yakaladığında serbest bırakmış, ama Allah düşmanlarını asla bağışlamamış, onların yakasını bırakmamıştır. İçi bozuk, dıştan Müslüman gibi görünen münafıkların kalbine devamlı Cehennem korkusunu vermiş, ahiret’ te ki acı hallerini hatırlatmıştır.
İslâm toprakları, güneyde Yemen'e kuzeyde İran ve Suriye sınırına dayandığı sırada Peygamberimiz, Arapların Sultanı, Arabistan'ın hâkimi idi.
Savaş sonrası düşmanın bırakıp gittiği mallar ve ganimetler mescidin içini doldururken, en kıymetli mallar Müslümanların eline geçtiği halde, yine o kuru bir hasır üzerinde yatacak kadar engin ruhlu; içi ot dolu bir yastığa yaslanacak kadar mütevazı; her türlü imkân mevcutken, açlık sıkıntısı çekecek kadar kanaatkâr ve tok gönüllü idi.
Hz. Ömer'in "Bizans kralı ve İran şahı dünya nimetleri içinde yüzerken, Resulullah kuru hasır üstünde yaşıyor" diyerek ağlaması üzerine, Sahabîsinin gönlünü hoş tutan yüce Peygamberimiz: "Yâ Ömer, varsın, Kisra ve Kayser dünya nimetlerinden zevklerini alsınlar, keyif sürsünler. Âhiret nimeti bize yeter" diyerek tevekkül ve rızasını dile getirmiştir…
Peygamberimizin ahlâkı bir meleke halindeydi, öz olarak mevcuttu. Güneş nasıl ışık saçar, çiçekler nasıl rengi ve kokusuyla ortalığı Cennete çevirip burcu burcu kokular saçarsa; ağaçlar nasıl türlü türlü meyveler verir, yaratılışlarında var olanları ortaya çıkarırsa; Resul-i Ekrem Efendimizin ahlâkî hayâtı da o şekilde normal bir seyir içinde cereyan ediyordu.
Öyle ki, her gören, Peygamberimizin o faziletle birlikte yaratıldığı kanaatine varırdı. Hiç kimse ondan o fazilete aykırı bir şeyin görüleceğine inanmazdı. O her zaman muhtaçlara yardım eder; zayıfları korur; tatlı sözlü, güler yüzlü bulunur; izzet ve vakarını muhafaza eder; tevazu ve hoşgörüsünü hiç kimseden esirgemezdi. Güneş nasıl ki, Allah'a inananın da, inanmayanın da üzerine doğarsa, Peygamberimizin dünyayı kaplayan şefkati de küçük-büyük, genç ihtiyar, Müslim-gayr-i Müslim herkese aynı şekilde yayılırdı.
YAKINLARININ DİLİNDEN
Ölümcül insanoğlu mutlak varılır,
Ahlâkı hüküm sürer gönüller sıcak.
Peygamber ahlâkı bu günde anılır,
Ahlâkıyla herkeslere açar kucak.
Peygamberimiz hiçbir halini insanlardan gizlememiş ve saklamamıştır. Çünkü onun her hali Sahabîler için bir örnek oluşturuyordu. Bunun için Sahabîler, Peygamberimizin her halini, her hareketini ve sözünü takip ediyor, öğrenerek zaptet meye çalışıyorlardı. Bilemedikleri veya tereddüt ettikleri hususları da bizzat sorarak öğreniyorlardı. Bundan dolayı, Peygamberimizin bütün hayât safhaları Sahabîlerce bilinmekteydi.
Günümüz Müslüman’ı her hususta, en mahrem konulardan, toplumu, devleti ve bütün dünyayı ilgilendiren meselelere kadar Peygamberimizden bir örnek bulabilir, yol gösteren bir numune, aydınlatıcı bir ışık görebilir.
Peygamberimizin güzel ahlâkını, insanlarla olan ilişkilerini, onun en yakınlarından ve kendisini bir gölge gibi takip eden Sahabîlerinden öğrenmekteyiz.
Peygamberimizi en iyi tanıyan ve bilenler; hanımları, hizmetinde bulunan kimseler ve yakın arkadaşlarıdır. Meselâ, on beş yılı peygamberlikten önce olmak üzere yirmi beş yılı Peygamberimizle birlikte geçen onun vefakâr ve fedakâr hanımı Hz. Hatice'den, özet olarak
Peygamberimizin şahsiyet ve karakterini öğrenmekteyiz.
Hazret-i Hatice, Peygamberimize ilk olarak vahiy gelir gelmez hiç tereddüt etmeden inanmış, Peygamberimizin üzerindeki telaşı görünce de teskin etmiş, merak ve endişesini gidermişti.
Hz. Hatice, Peygamberimizi şöyle teselli ediyordu: "Allah, seni kat'iyyen utandırmaz. Çünkü sen akrabalarına iyi davranır, çaresizlerin yardımına koşar, yoksulu himaye eder, mazlumun elinden tutar, misafirlere ikram eder, hak yolunda musibete uğrayanları gözetir bir insansın."
Dokuz sene Peygamberimizle birlikte hayât geçiren Hz. Âişe, Hz. Hatice'den sonra Peygamberimizin en çok sevdiği hanımıydı. Peygamberimizin aile hayâtını ve şahsi özelliklerinin pek çoğunu Hz. Âişe'den öğreniyoruz. Hz. Âişe ise, Peygamberimizin ahlâkını şöyle anlatıyor:
"Resulullahın (S.A.V) ahlâkı Kur'ân'dı. Resulullah, şahsı için hiçbir zaman kin tutmaz ve intikam almazdı. Bir şeye kızarsa, ona, Kur'ân kızdığı için kızardı. Bir şeyi beğenirse, Kur'ân onu beğendiği için beğenirdi.
"Resulullah iki şeyden birisini tercih edecek olsa, muhakkak onların en kolay olanını seçerdi. Şayet o kolay olan şey günah bir şey ise, Resulullah ondan da insanların en uzak duranı olurdu.
"Ne kötü söz söyler, ne de kimseye kötülük etmek isterdi. Resulullah konuşurken sözleri birbirine ulamaz, uzatmazdı. Sözü ayıra ayıra söyler, dinleyenlerin gönüllerine sindirirdi. Bir şey anlatırken de kelimeleri tane tane söylerdi. O kadar ki, isteyen onları sayabilir, ezberleyebilirdi."
Küçük yaştan itibaren Peygamberimizin terbiyesi altında bulunan, peygamberliğinden sonra da her zaman ve her an onunla birlikte bulunan ve mübarek neslinin devamına vesile olan Hz. Ali ise Sevgili Peygamberimizin ahlâkî güzelliklerini şöyle sıralıyor:
"Peygamber Efendimiz her zaman güler yüzlü, yumuşak huylu ve engin gönüllü idi. Asla asık suratlı, katı kalpli, kavgacı, şarlatan, kusur bulucu, dalkavuk ve kıskanç değildi.
"Hoşlanmadığı şeyleri görmezlikten gelir, kendisinden beklentisi olan kimseleri hayâl kırıklığına uğratmaz ve onları isteklerinden bütünüyle mahrum etmezdi.
"Üç şeyden titizlikle uzak dururlardı: Ağız kavgası, boşboğazlık ve faydasız şeyler. Şu üç husustan da titizlikle sakınırlardı: Hiç kimseyi kötülemezler, kınamazlar ve hiç kimsenin aybı ve gizli yanlarını öğrenmeye çalışmazlardı.
"Sadece faydalı olacaklarını ümit ettikleri konularda konuşurlardı. Peygamberimiz konuşurken meclisinde bulunan dinleyiciler, başlarının üzerine kuş konmuşçasına hiç kımıldamadan kulak kesilirlerdi. Kendileri susunca da, konuşma ihtiyacı duyanlar söz alırlardı.
"Sahabîler Peygamberimizin huzurunda konuşurlarken asla ağız dalaşında bulunmazlardı. İçlerinden birisi Peygamberimizin huzurunda konuşurken o sözünü bitirinceye kadar hepsi de can kulağıyla konuşulanı dinlerlerdi. Peygamber Efendimizin katında onların hepsinin sözü, ilk önce konuşanın sözü gibi ilgi görürdü.
"Sahabîlerinin güldüklerine kendileri de güler, onların hayret ettikleri şeylere kendileri de hayretlerini ifade ederlerdi.
"Huzurlarına gelen gariplerin kaba saba konuşmaları ile yerli yersiz sorularının yol açtığı tatsızlıklara sabrederlerdi. Sahabîler ise onların gelip soru sormalarını çok isterlerdi.
"Peygamber Efendimiz, 'İhtiyacının giderilmesini isteyen birisiyle karşılaştığınız zaman ona yardımcı olunuz' buyururlardı.
"Peygamberimiz ancak yapılan iyiliğe denk düşen ve fazla dalkavukluğa kaçmayan övgüleri kabul eder, haddi aşmadığı sürece hiç kimsenin sözünü kesmezdi. Şayet huzurlarında haddi aşacak şekilde konuşulursa o zaman ya konuşanı susturmak, ya da meclisten kalkıp gitmekle ona engel olurlardı."
Hz. Hatice'nin ilk kocasından olan oğlu Hind bin Ebi Hale-ki bu zat aynı zamanda Peygamberimizin üvey oğludur—Hz. Hasan'ın isteği üzerine Peygamberimizin üstün vasıflarım şöylece dile getirmektedir:
"Resulullah daima düşünceli idi. Onun susması konuşmasından uzun sürerdi. Lüzumsuz yere hiç konuşmazdı. Konuşmaya başlarken de, sözü bitirirken de, Allah'ın adını anardı. Sözleri hak ve doğru olup, birçok manaları veciz bir şekilde az sözle ifade ederdi. Konuşurken ne fazla, ne de eksik söz kullanırdı. Hiç kimsenin gönlünü kırmaz, kimseyi hor görmezdi. En ufak bir nimete bile saygı gösterir, hiçbir nimeti basit görmezdi. Bir nimeti ne hoşuna gittiği için över, ne de hoşlanmadığı için yererdi.
"Dünya işleri için kızmazdı. Fakat bir hak çiğnendiği zaman öyle bir kızardı ki, o hak yerini buluncaya kadar öfke ve gazabını hiçbir şey, hiçbir kimse önleyemezdi. Buna karşılık, Resulullah, kendi şahıslarına ait bir mesele hakkında kimseye kızmaz ve intikam almayı düşünmez, aksine hilim ve kerem sahibi olarak, kötülük edene iyilikle mukabele ederdi.
"Kızdığı zaman hemen kızgınlıktan vazgeçer ve kızdığım belli etmezdi. Neşelendiği, ferahlandığı zaman gözlerini yumardı. En fazla gülmesi tebessümdü. Gülümserken de mübarek dişleri parlak inci taneleri gibi görünürdü."
Yine dokuz yıl kadar hizmetinde bulunan Hz. Enes bin Malik de Peygamberimizin bir güzelliğini şöyle açıklamaktadır:
"Resulullah, insanların en lütuflu olanı idi. Soğuk bir günün sabahında bile bir kölenin, bir cariyenin, bir çocuğun getirdiği su ile abdest alır, onları geri çevirmezdi. Kendisinden bir şey soranı can kulağıyla dinler, soru soran ayrılıp gitmedikçe Resulullah onu terk etmezdi.
"Birisi Resulullahın elini musafaha etmek için tutsa, tutan kimse Peygamberimizin elini bırakmadıkça Resulullah onun elini bırakmazdı."
Peygamberimizin vahiy kâtibi Zeyd bin Sabit'in yanına birkaç zat gelerek, "Ey Zeyd, Peygamberin hal, hareket ve sözlerinden bize haber verir misiniz?" diye sordular.
Zeyd bin Sabit de şöyle anlatmaya başladı:
"O Yüce Resulden size ne haber vereyim? Siz eğer onun bütün hal, tavır ve sözlerinden sual ederseniz, o öyle bir denizdir ki, sahili yoktur. Fakat bazı hallerinden size bahsedeyim:
"Ben Resul-i Ekremin komşusu idim. Kendisine bir vahiy geldiği zaman bana birisini gönderirdi. Ben de huzuruna gider, indirilen vahyi yazardım. Biz huzurlarında dünya işlerinden bahsetsek, kendisi de bizimle beraber dünya işlerinden bahsederdi. Biz âhiret işlerinden bahsetsek, bizimle beraber âhiretle alâkalı meselelerden konuşurdu. Biz yemeğe dair konuşmaya başlasak, bizimle beraber yemek hususundaki bu sözlere katılırdı."
İşte bütün bunlar, Peygamberimizin en yakınları olan şahsiyetlerin onun hakkındaki düşünceleri, müşahedeleridir. Peygamberimizin her hareketine ve davranışına dikkat ederek onu rehber almaya çalışan mümtaz zatların kalp ve gönüllerinden doğan şahadetleridir.
Etkilendik Peygamberin ahlâk fikrinden
Aynı Milletteniz, aynı ahlâk, zikirden…
Şefaatini umduk gönüller avuttuk,
Ahlâkçılığımız ahlâkına yol tuttuk…
Umudumuzu Şefaatine bağladık,
Güzel ahlâkından etkilendik ağladık…
Peygamberden güzel ahlâk…
Aldım güzel ahlâk Peygamberden
Kalbimin dolusu kova kova
Aldım güzel ahlâk Peygamberden
Gel sende al bir kova bedava
Güzel ahlâk Peygamber sorusu
Cenneti kazanmanın sorgusu
Müminlerin en büyük korkusu
Gel sende al bir kova bedava
Peygamber ahlâk’ın sorumlusu
Üstelik Nebiler sonuncusu
Sahabe Peygamber yorumcusu
Gel sende al bir kova bedava
Güzel ahlâk gönlümün tapusu
Ahlâk ile doludur deposu
Güzel ahlâk Peygamber kokusu
Gel sende al bir kova bedava
İLİMCİLİK
Kalbime işlenen nakışsın
Sen İlimcilik, İlimcilik
Hz. Peygamberden çıkışsın
Sen İlimcilik, İlimcilik
İlim Çin’de olsa giderim
Olmazları olur ederim
İlim alır ilim öderim
Sen İlimcilik, İlimcilik
İlimle ortaktır Türk yüzün
Ey Başbuğum şifadır sözün
Buğulu gözüm görmez hüzün
Sen İlimcilik, İlimcilik
İlimdir dört taraf her yanım
İlim damarım, kanım, varım
İlim türkümdür ilim canım
Sen İlimcilik, İlimcilik
TOPLUMCULUK
Toplumculuğun harman suyu
Topluma bir eser huy Türkeş
Toplumculuğun toplum huyu
Topluma bir eser boy Türkeş
Toplum sakın tahrip olmayın
Fitneyi, fesadı almayın
Saydığınız yerde saymayın
Topluma bir eser doy Türkeş
Toplumculuk kapısı boştur
Sevgiyle geleceksen koştur
Alparslan eseri ne hoştur
Topluma bir eser koy Türkeş
Eserin malzemesi keder
Topluma toplumculuk kader
Gümüşhanlı saygılar eder
Topluma bir eser soy Türkeş
KÖYCÜLÜK
‘’Köylü Milletin Efendisidir
Der Mustafa Kemal Atatürk
Köylü köle değildir
Der Başbuğ Alparslan Türkeş’’
Âcizane bende diyorum ki;
Köylü asla noksan değildir
Atatürk’ lü, Türkeş’ li dir
Köylü Milletin elidir.
Köy-Köylü-Köycülük
Köycülük anlaşılsa
Yaşamda olur bolluk
Kıtlığın zamanında
Helalden olur çokluk.
Köy su içtiğim tasım
Güzel efendim hasım
Ocak’ım mart’ım kasım
Köycülükle yok yokluk.
Dokuz ışıkla dolu
Yolu tarımın yolu
Hakkın sevgili kulu
Köycülükle Hak kulluk!
HÜRRİYETÇİLİK ve ŞAHSİYETÇİLİK
Bir Millete düz ara
Hürriyetçilik gerek.
Bir Millet düşer dara
Şahsiyetçilik gerek.
Bir Millete bir evdir
Hürriyetçilik gerek.
Bir Millete bir sevdir
Şahsiyetçilik gerek.
Bir Millete bir inan
Hürriyetçilik gerek.
Bir Milleti bir sunan
Şahsiyetçilik gerek.
Bir Millete bir görek
Hürriyetçilik gerek.
Bir Millete bir yürek
Şahsiyetçilik gerek.
GELİŞMECİLİK ve HALKÇILIK
Gelişme umut verdi halime
Gelişeceğiz boyun eninde.
Gelişme eli değdi elime
Gelişeceğiz günün birinde.
Halk ile yaşayacağız hızı
Ferhat gibi dağı taşı kazı
Gelişme tavşansa benim tazı
Gelişeceğiz halkın içinde.
Kaynak ışığı, kömür karası
Gelişmenin ışıklı sırası
Dokuz ışık olacak mayası
Gelişeceğiz Hakkın izninde.
ENDÜSTRİCİLİK ve TEKNİKÇİLİK
Teknikçilik koklar durur
Endüstriciliği paşam.
Teknikçilik saklar durur
Endüstriciliği paşam.
Dokuz ışık aydın görüş
Ülkücüye olmaz dönüş
Çağdaş teknoloji gülüş
Endüstriciliği paşam.
Dokuz ışığa şükran var
Dokuz ışıktan ikram var
Bilgi donanmış sunan var
Teknikçiliğim var paşam.
Not, Hakkaniyeti ile Dokuz Işığın duygularını asla dile getiremem. Sabah uyanması nasıl uyanıyorsak işte duygulara boyanmasını da öyle boyanmamız gerek. Lakin Dokuz Işık bir duygudan da ibaret olsa bir devlet yönetim şeklidir. Ben murad ediyorum Azerbaycan ve Türkiye tek devlet Dokuz Işıklı metot böyle hayalin sofrasından yer ve doyarım. Bu her Müslüman Türk Ülkücüsünün yüreğinde kaynayan volkandır. Bana göre Vatan Orta Doğu+ Orta Asya Balkanlardır = Turandır.