Etraf ilaç kokuyordu, keskin, içe işleyen bir kokuydu. Sahi hastanede çiçek kokusu beklenmezdi değil mi?
Basık mı basık bir oda...
Küf kokulu sanki...
Ezik bir ruh hali, mağlup bir hissiyat...
9. Hariciye Koğuşu'na benzer bir oda.
Bu da 1. Dahiliye Koğuşu... Kalp koğuşu da diyebiliriz!
İnsanı yaşatmak için inşa edilmiş bir yer neden öldürmekten beter bir hava taşır ki? Mantığım almıyor bunu bir türlü! Ben olsam bir ormanda yapardım hastaneleri, ağaçlar içinde, oksijeni bol, manzarası güzel ve havadar... Duvarlarını dahi camdan yapardım ki bakanın içi açılsın. İnsan ölecekse bari cennette ölsün. Burası yarı kapalı cezaevi gibiydi. İnsanın yaşaması gelmiyor!
Hemşireler saat başı gelip gidiyordu.
İğneler ekleniyordu seruma.
Tansiyona bakılıyordu.
Ateş ölçülüyordu ve en önemlisi nabız saylıyordu.
Rutine bağlanmıştı her şey oysa hasta saydıkları kalpte yaşadığı aşkı rutine bağlamıştı. Es kaza bir Papatya lafzı çıkmasın herhangi bir ağızda o nabız anında zirve yapıyordu. Gözler iri iri oluyordu. Ateş ölçülemiyordu.
İnsan aşık olunca hasta mı oluyor yani?
İnsan çok sevince sakat mı kalıyor yani?
Kalp doktoru bakıyordu ona. Kalbi lime lime olmuştu sevmekten artık pörsümüştü. Rektefeye girmesi gerekiyordu bu seven ve sevmekten yorgun düşen kalbin.
Razıydı halinden.
Şükürdü dilinden dökülen.
Daha ne isterdi rabbinden.
Ömrü son bulacaksa bari onun adını zikrederek son bulsun istiyordu. Ölümüne bir sevdaydı tutulduğu, yaşamına bir mücadeleyle sevmişti.
Ziyaretçiler gelip gidiyordu. Pastalar, börekler, dönerler, kebaplar, lahmacunlar... Bir odadan diğer odaya envai kokular yayılıyordu öğle vakti.
İnsanlar gelip gidiyordu: yaşlı genç, kadın erkek...
Gelmesi gerekenler gelmez de gelmemesi gerekenler gelir!
Olması lazım gelenler yoktu da olmaması gerekenler vardı daima.
Ah be Papatya!
Seruma ne lüzum var kimse anlamıyor ve dinlemiyor beni.
Bana çok acil sen gerek! Bilmiyorlar.
Taburcu olanlar bayram eder gibiydi. Yeni gelenler Allah kurtarsın gibi laf bekliyordu sanki. Gülenler, ağlayanlar, şükredenler, küfredenler... Ne kadar da derdi vardı insanların? Ne kadar da acısı ve sancısı...Kimse kimseyi anlamıyordu. İç acıları ne kadar da çoktu insanların.
Hiç kimse ona şifa olmuyordu. Onun varsa yoksa tek ilacı Papatya'ydı. Gerisi ona angaryaydı. Kaç kez dinlemişti kalbini doktor ama duymamıştı o kalbin ağır aksak da olsa Papatya'yı fısıldadığını.
Kalbe direkt tesir edecek ilaç ne doktor?
Kalbe yarayacak, kalbi açacak olan ne?
Yâre açılan bir pencere mi, ardına değin açılan bir kapı mı?
Bir tutam gökyüzü mü, bir avuç yeryüzü mü?
Bir damla okyanus mu, bir santim dağ mı?
Bir gülüş mü, bir öpüş mü?
Bir soruş mu, bir kaçış mı?
Doktor, kalp yetmezliği var demişti tahliller ve tetkikler neticesinde.
Haklı sayılırdı.
Çünkü Papatya'nın dışında hiç kimse yoktu o kalpte.
Tabi ki kalp yetmezliği olacaktı.
Hastalığım bile seninle ilintili...
Anla senli derdimi nasıl da sevdiğimi...
Ah be Papatya, şu düştüğüm hale bak!
Sen öyle uzak durup çıramı yak!
Yarın taburcu olacağım sana. Doktor, her gün aşk karnına 3 doz sen almamı söyledi. Hani diyorum bir dozluk değil, iki dozluk hiç değil, üç dozluk ilacım olur musun? Sana hastayken bana şifa olur musun? Yoksa beni yok sayıp kaderimi kederle örüp bırakır mısın?