İNSANLARIN KORUNMA VE KORUMA GÜDÜSÜ
İnsanoğlu dünyaya
geldiğinde, korunma açısından oldukça yetersiz bir durumda olmaktadır. Herhangi
bir hayvanın yeni doğan yavrusu, insan yavrusundan çok daha hızlı bir şekilde
harekete geçmekte ve kendisini daha hızlı koruma altına alabilmektedir. Hayvan
yavruları yarım saat gibi kısa bir sürede, hareketlenip ayağa kalkabiliyorlar.
Bir iki saat içinde ise, koşup zıplayarak, dünyaya uyum sağlayabiliyor. Korunma
güdüsü de aynı hızla gelişerek, koşup geldikten sonra annesinin ayaklarının
arasından ayrılmamaya gayret ediyor. Ki bir tehlikeye maruz kalmasın diye.
Hikmetinden sual
olunmaz elbette. İnsan yavrusunun ise doğunca ilk becerdiği eylem can hıraş
ağlamak ve ağzına verilen memeyi emmek. Gülümsemesi, sağa sola dönmesi, hele
hele ağaya kalkıp yürümesi yılları almakta.
Bebeğin ilk anlarında
her yönüyle annenin yakın koruması ve ilgisine ihtiyacı vardır. Bebek doğan bir
evin anne-babasıyla birlikte, neredeyse bütün sülale alarma geçmektedir. Bu da
olması gerekendir elbette.
Biyolojik ve fizyolojik
olarak, daha doğrusu her bakımdan bebeğin anne ve ailenin diğer bireyleri
tarafından yakın koruma, ilgi ve ihtimama ihtiyacı sonsuzdur. İlerleyen
yıllarda bebek büyüdükçe hayat ile ilgili bazı gerçekleri öğrenmeye başlar.
Öğrendikçe de yeni öğrenme güdüleri yeşerir ve ebeveynleri müthiş bir soru yağmuruna
tutar. Hatta bazı ebeveynler bu sorular karşısında bunalırlar. Önceleri sabırla
mantıklı ve gerekçeli cevaplarını verirlerken, bir müddet sonra işlerine engel
olduklarından, yorulduklarından, bıktıklarından veya daha özel sebeplerden
dolayı, düzgün cevap vermekte zorlanmaya başlarlar.
Çocuklar bazen öyle
mantıksız sorular sorarlar ki, ebeveynler adeta çileden çıkabilirler. Halbuki,
çocuğun sorduğu sorular kendisine göre gayet mantıklı ve haklı gerekçelidir.
İşte burada hakiki anlamda empati yapabilmek, çok büyük bir önem taşır.
Ebeveynler bu sorular
karşısında bazen beyaz ve pembe yalanlara baş vururlar. Bazı sorulara cevap
verme imkanı yoktur. Bazıları ayıptır, bazılarının yeri değildir, bazıları
“şeytanın zırt dediği yerde” sorulmuştur.
Bebeklikteki aşırı
korunma gerekliliği, ebeveynleri öyle bir ablukaya alır ki, bu güdüler aşırı
sorumluluk duyguları ile de birleşince, söz konusu önemli görev, zamanı gelince
dahi, çocuklara asla devredilemez bir hale gelebilir.
Öyle ki bazı anneler
uzak illere üniversiteye okumaya giden çocuklarını her gün arayarak,
“kahvaltını yaptın mı”, “yumurtanı yedin mi”, “kazağını giymeyi unutma
üşütürsün”, “arkadaşlarınla iyi geçin kavga etme”, “derslerine iyi çalış”,
“hızlı yürüyüp terleme”, türünden korumacılık görevlerini hala sürdürürler.
İzine geldikleri zaman
bazı ebeveynler çocuklarını adeta bebek gibi severler. Harçlıklarını nasıl
harcadıklarını sorarlar, her gittikleri yere götürmek isterler. Onlar için
piknikler veya geziler hazırlarlar. Fakat gençler genellikle bu teklifleri
reddederler. Çünkü onların öncelikleri farklıdır. Arkadaşlarıyla buluşacaklar,
onlarla planlar yapıp hoşça vakitler geçirecekler ve artık büyüdüklerini, özgür olmak istediklerini zımmen de olsa
belirteceklerdir.
Hele hele “çorabını
giydin mi?, “eve sakın geç gelme”, “bak traşını olmamışsın”, “kendine dikkat
et”, “aman arkadaşlarını iyi seç” gibi direktifleri hiç sevmezler ve kendi
özgürlük sınırlarına müdahale olarak algılarlar.
Ebeveynler,
bebeklikteki zorunlu olan korumacılığı, yeri ve zamanı gelince gönül rahatlığı
içinde delikanlının kendisine devredebilmelidir. Tabi bunun için yerinde ve
zamanında yapılması gerekenler vardır:
Yaşamın hiçbir yerinde,
“sen bi dur”, “yapamazsın”, “kıracaksın, dökeceksin”, “yaşın küçük”, “ şimdi
zamanı değil” gibi negatif etiketlemeler delikanlının bireysel özgürlüğünün en
büyük düşmanlarıdır. Aynı zamanda bu tür tehdit ve korku içerikli yaklaşımlar,
gencin kendini koruma ve kollama görevini hakkıyla devralma süresini sürekli
uzatır. Hatta bazen bu süre hiç bitmez.
Üniversiteye gidince,
arkadaşlarıyla bir yere gidip gitmemesini telefonla ailesine soran gençlere
bile rastlanmaktadır.
Ebeveynler, küçüklükte
koruma ve kollama görevini en iyi bir şekilde yerine getirirken, yeri ve zamanı
gelince söz konusu görev ve eylemleri çocuklara zaman süreci içinde öğretmelidir.
Aynı zamanda ara ara, onların deneyim yapmalarına izin vermelidirler. Negatif
etiketlemeler yerine zamana, zemine, yetişkinliğe ve öğrenme yeteneğine uygun
şekilde onları desteklemeli, onure etmeli, hata yaparak dahi, denemelerine izin
vermelidirler.
Yapılan bir hatada,
“senden zaten ne beklenirdi ki”, “ben sana yapamazsın demedim mi”, “bir kere de
iyi bir şey yap da kafanda bir kibrit çöpü kırayım” türünden iğneleyici,
horlayıcı, küçük düşürücü, aşağılayıcı ve rencide edici yaklaşımlar; yangına
benzin dökmekten farksızdır.
Zamanında çocuğun
hiçbir özgüven eylemlerine izin vermeyen ebeveynler, sessiz, pısırık, izinsiz
harekete geçmeyen, istidlal bilmeyen, “ho demeden yürümeyen” çocuklarını
delikanlı olunca, psikiyatri uzmanına götürerek, çocuğunun sessiz ve
özgüvensizliğine çözüm bulmaya çalışırlar. Bu durumda acaba suç kimdedir?
Asıl olması gereken:
Bebeğin küçüklüğü ve çaresizliği dönemlerinde azami koruyucu ve kollayıcı rolü
iyi oynamak; bebeğin büyüme ve gelişme sürecinde yaşına göre yerinde ve
zamanında öğreterek, izin vererek, güvenerek gencin kendi kendisini koruma ve
kollama görevini devralmasını sağlayarak, özgüven sahibi olmasına yardımcı
olmaktır.
Koruma ve kollama
eylemi sahibine devredilirken, sevgi, saygı, ilgi, öğretme, örnek olma, destek
olma, güven, paylaşma, işbirliği, koordinasyon, senkronizasyon vb. görevler
ise, son nefese kadar devam etmeli ve bu konularda asla cimrilik
yapılmamalıdır.
Selam. Sevgi ve
dualarımla. Allah’a (cc) emanet olunuz.
29 Ocak 2016. Saat:
08.00 Antalya
Yrd.Doç.Dr. Süleyman
COŞKUNER
Kaliteli Yaşam Uzmanı